“ELÇİLER VE KURYECİLİK”
Bu satırları okuyan her ruh, alelade bir arayışın ötesinde, hakikatin okyanusunda bir inci avcısıdır. Sizler, sıradanlığın perdesini yırtıp, kutsalın ve seçkinin bilgeliğiyle kalbini besleyenlersiniz. Dünya gürültüsünde kaybolan sıradan dillerin aksine, sizin dilinizde sükûnetin ve saygının derin izleri vardır. Çünkü sizler bilirsiniz ki, Allah’ın isimleriyle yücelttiği o mübarek makam sahipleri, sadece kuru bir unvan sahibi değil, milyonlarca, milyarlarca insan arasından seçilenlerdir.
Bu yazı, işte bu yüce makamlara dair unutulmuş bir edebi, yeniden hatırlatmak için yazıldı. Öyle ki, her bir harfi, bu kutlu rehberlere karşı kalbimizde filizlenmesi gereken saygının ve teslimiyetin bir yansımasıdır. Zira bizler, onların getirdiği nurla aydınlanan, onların izinde yürüyen neferleriz. Onları sadece bir isimle anmak, o ismi sıradanlaştırmak, onların makamına karşı işlenmiş bir kusurdur.
Unutulmamalıdır ki, onlar bizim “arkadaşımız” olsa dahi, bu arkadaşlık alelade bir dostluk değildir. O, bir “sahip”lik, bir “yoldaşlık” ve en önemlisi, bir “önder”lik makamıdır. Bir mümin, tıpkı makam sahibi bir valiye gösterdiği saygıyı, ilahi makam sahiplerine de göstermelidir. Onları anarken kullanılan her kelime, kalbinizin en derinlerindeki hürmeti ve şükranı yansıtmalıdır. Bu, sadece bir görgü kuralı değil, aynı zamanda Allah’ın emrine olan tam teslimiyetin de bir işaretidir.
Genelimizin karıştığı bir hadsizliğe ayetlerle son vermek istiyorum.
Kur’an’a göre: “Elçilere hitap etme şeklimiz nasıl olmalı?”
Bu soruya vereceğim “Kur’an merkezli” cevaplar, hepimizin yer yer aklını meşgul eden önemli bir konuyu gündeme getirerek, elçilere karşı nasıl davranılması gerektiğini “ayetler ışığında” öğretecektir.
Tüm insanlar arasında en özel konuma erişmiş, Allah’ın emir ve yasaklarını bize bildiren kişiliklere karşı nasıl hitap edilmeli?
Benimde dâhil olduğu bir hata olan seçkin insanlara sadece isimleri ile: Muhammed, İsa, Musa, İbrahim vb. hitap etme şekli doğru değildir.
Kendimizi ne sanıyoruz bilmiyorum ama şunu çok iyi anladım. Allah’ın seçkin kullarını sadece isimleri ile anmak “Nur Suresi 63″ ayetinin bize yaptığı uyarısı ile kesin olarak yanlıştır.
“Resule, kendi aranızda birbirinize seslendiğiniz gibi seslenmeyin!”
Bu ayet bize Resullere karşı olan hitap şeklimizin nasıl olması gerektiği hususunda öğretmenlik yapmaktadır.
Yeni nesil Kur’an öğrencileri özellikle biz 19 sayısını ilke edinenler Allah Resullerine karşı hitap şeklimiz, Nur Suresinin 63.ayeti nazarında hatalıdır. Bu yanlışa bende dâhilim.
Bizim bu husustaki savunmamız Hz. Muhammed için bazı ayetlerde “o sizin arkadaşınızdır” babında tanıtım yapılıyor olmasından kaynaklanır. Onun ve diğer elçilerin bize arkadaş olarak tanıtılması kendilerini bizimle eş değerde mi yapar? Nur Suresi 63.ayeti bu durumun bizim sandığımız gibi bir arkadaşlık olmadığını açıklamaktadır.
Ayetlerdeki “arkadaşınız” sözünü Nur Suresi 63.ayetiyle birlikte ele aldığımız da makam sahibi olmuş birine karşı nasıl hitap etmemiz gerektiği üzerine gerçek bir mümin gibi tavır sergilemeliyiz.
Nur Suresi 63.ayeti “bize günümüzden kendimiz üerinden örnek vererek” Resullere olan hitabımızın yanlış olduğunu belirtir ve dikkatli olmamız gerektiğini hatırlatır. Kendimizi bu hatırlatmadan uzak sanmamalıyız çünkü hatamızdan belli ki muhatap direkt biziz.
Elçi vasfına çıkmış bir kişi bize arkadaş olarak tanıtılıyor olabilir ama onun elçi olmuş olması, onun ulaşmış olduğu makam gereğince kendisini bizden üstün kılar. Üstelik ayetlerdeki arkadaş ifadesi lakırdı yapabileceğin bir arkadaş anlamında olmayıp, sahip anlamındadır. Arapça ṣḥb kökünden gelen ṣāḥib صاحب “1. yoldaş, arkadaş, 2. hâkim, vasi, sahip, malik” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça ṣaḥiba صحب “dost idi” fiilinin failidir.
Elçilerin ulaşmış olduğu makam üzerine içimizdeki yerleri artık onların bizim için lakırdı arkadaşı olmadığını, tam tersine artık onların bizim üzerimizde “malik-sahip” olduğu anlamına gelmektedir.
Bu sebeple elçilere sokak ağzı ile hitap edemeyeceğimiz hususunda uyarılıyoruz. Nur Suresi 63.ayeti elçilere olan hitap şeklimizin saygı ifadesi ile birlikte anılması gerektiğini öğütler. Elçilerin Allah nazarında ki değeri diğer tüm insanlardan çok yüksektir!
Enbiya (Nebiler) Suresi 107 ayetinde: “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” denilen bir karakteri kendimizle bir görerek nasıl sadece adıyla hitap edebiliyoruz?
Böyle bir hadsizlik yaparak acaba kendimizi ne sanıyoruz? Mesela Hz. Muhammed âlemlere rahmet olarak gönderilmiş lakin biz onu markete gönderilmiş biri gibi görme eğilimdeyiz. Sizce de bu bir terbiyesizlik değil midir? Bu düşünceye daha önce “neden terbiyesizlik olsun ki” diyenlere defalarca tanık oldum. Ama bu düşünce sahiplerinin Nur Suresi 63.ayetinin bir davranış kıstası olduğunu henüz fark etmediğini düşünüyorum. Çünkü bende bu kıstası yeni fark ettim.
Oysa seçilmiş kişilere sadece isimleriyle hitap etmek suretiyle adlarını anmak, ayetle sabittir ki Allah’ın açık emrine karşı tavır sergilemektir. Bir başka terbiyesizliğimiz daha var. Hz. Muhammed bir kuryemi o sadece postacı mı? Şayet sadece postacı ise, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal liderliğini nasıl açıklayacağız? Kitabı (mesajı) getirmiş olması onu bir postacı yapar ama hatırlatmak isterim! Getirmiş olduğu mesaj onu Allah’tan mesaj getirebilen biri olarak ilahi postacı yapar.
İster tüm bir kitap, ister tek bir sayfa getirsin ya da tek bir sayfa dahi getirmiş olmasın! Bir elçiyi, Allah’tan değil de arkadaşımızdan bize haber getiren bir postacı gibi addetmek onun elçilik makamını ve siyasi liderliğini umursamamaktır. Bu umursamazlık arka plandaki korkunçluğu görmemizi engellemiştir. Çünkü mesajı yollayan bir arkadaşımız değil, yaratıcımızıdır. Öyle görünüyor ki bizler gerçek anlamda saygılı değiliz. Bunun için kendi adıma Allah’tan özür diliyorum ve inşallah bu yazı, herkes için farkındalığı yükselterek örnek bir duruş sergilemeleri hususunda yardımcı olur.
Ahzap Suresi 56.ayet: “Allah ve melekleri Resule vazifesinde yardım eder. EY İMAN EDENLER sizde Resule vazifesinde yardımcı olun ve onu tam bir teslimiyetle selamlayın.”
İçi dışı bir müminler olmak istiyorsak elçilere karşı kalplerimiz nasıl ise dilimizde aynı olmalıdır. Aksi bir duruş tanık olduğumuz gibi ayetlere terstir.
Bir teşbih yapalım. Sokakta geziyoruz ya da bir mekânda oturuyoruz, birden karşımızda valiyi gördük. Dürüst olmak gerekirse o anda ona karşı nasıl davranmamız gerektiğini düşünürüz. Oturuyorsak ayağa kalkmayı, ayaktaysak duruşumuzu düzeltmeyi düşünürüz. Soru sorarsa nasıl hitap edeceğimizi düşünürüz. Örnek “Sayın valim” deriz. İşte bu anlık düşünüşler ve hitap şekli, eğitim almış olanların görgü kurallarına olan saygısından gelir. Çünkü karşılarında gördükleri kişi bir milletin makam sahibidir. Makam sahipleri yetki elde ettikleri andan itibaren sıradan biri değildir ve emir komuta zincirinin gerçek bir halkasıdır. Bazı kimseler “mütevazılık ile tapınmak” kavramını birbirine karıştırıyor. Bir kişiye makamı ile hitap etmek ona tapınmak değildir o kişinin makamı icabı saygı belirtisidir.
Biz Kur’an öğrencileri makam sahiplerine aynen Allah’ın bize öğrettiği gibi hitap etmeliyiz. Bunun için eski düşünürlerin şu sözü “Hz (Hazretleri)” ifadesi bu tertibin en güzel tanımı olabilir.
Hazret: Arapça ‘ḥḍr’ kökünden gelen ḥaḍrat حضرة “1. huzur, mevcudiyet, prezans, 2. bir saygı deyimi” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça ḥaḍara “hazır idi, yüz yüze bulundu” sözcüğünün ismi merresidir. Daha fazla bilgi ise aynı kökten gelen “huzur” ifadesinde şöyle geçer: Arapça ḥḍr kökünden gelen ḥuḍūr حضور “1. hazır olma, mevcut olma, şimdi ve burada olma, 2. yerleşik olarak yaşama, göçebe olmama, 3. rahat, asayiş” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça ḥaḍara حضر “hazır idi, mecliste bulundu” fiilinin mastarıdır.
Etimolojisinden anlaşıldığı üzere Hazret ifadesi bizim gibi sıradan olmayan makam sahipleri için geliştirilmiş çok yerinde bir hitap şeklidir.
Nur Suresi 63.ayet bize aynen böyle hitap etmemizi emreder. Ayetin emri gereğince Resullerden hiçbirine kendi aramızda seslendiğimiz gibi seslenemeyiz. Örnek: dümdüz “Muhammed” diyemeyiz, İsa diyemeyiz, Musa diyemeyiz, İbrahim diyemeyiz, Nuh ve Âdem diyemeyiz. Çünkü onlar bırakın Vali gibi sıradan bir makam sahibi olmayı çok daha yüce bir makamın Allah tarafından atanmışlarıdır. Şu dakikadan sonra dilimizi kalplerimizle uygun bir hale getirip söylemlerimizi düzeltmeliyiz. Bir mümine yakışır biçimde terbiyeli olmalıyız. Bu terbiyeli duruş Allah nazarında bizim saygınlığımızı yükseltir.
Elçilere hitabımız, Hz. Muhammed, Hz. İbrahim örneklerinde olduğu gibi olmalıdır. Bu tutum Kur’an’ın emriyle en güzel hitap biçimidir.
Tüm mümin (eğitimli-nefer) kardeşlerime çağrımdır. Elçilere karşı kalplerimizi ve dilimizi bir tutalım. İnsanlar arasında saygıya onlardan daha çok kim layık olabilir?
“Erdoğan Metin”
kuran19.org