Ana Sayfa Sümer Tabletleri 2

Sümer Tabletleri 2

SÜMER TABLETLERİ – ENKİNİN SÖZLERİ 2.TABLET

DEVRİK KRAL ALALU DÜNYA’YA GİDİYOR

 

Alalu rotasını kar renkli Dünya’ya çevirdi, başlangıca ait bir sır sebebiyle seçmişti bu hedefi. Yasaklanmış bölgelerden, daha önce hiç kimsenin gitmediği yerlerden geçti Alalu. Hiç kimse dövülmüş bilezik’ten geçmeye kalkışmamıştı. Başlangıçtan kalmış bir sır belirlemişti Alalu’nun rotasını. Nibiru’nun kısmeti avuçlarındaydı, krallığını külli hale getirecek bir plan.

Nibiru’da kalsa sürgün kesindi; orada göze aldığı ölümün ta kendisi olurdu. Planına göre, tek tehlike yolculuktaydı; ödülü ise başarının sonsuz zaferi olacaktı. Bir kartal gibi süzülen Alalu gökleri taradı; aşağıda, Nibiru boşlukta asılı bir toptu. Şekli büyüleyiciydi; ışıltısı çevresini saran gökleri süslemekteydi. Ölçüsü muazzamdı; püskürmeleri uzakları aydınlatıyordu.

Yaşamı destekleyen, rengi kırmızılık olan örtüsü çalkantılı bir deniz gibiydi. Tam ortasında ise o gedik, kararmış bir yara gibi, çok belirgin. Tekrar aşağıya baktı; geniş yarık küçük bir küvete dönüştü. Tekrar aşağıya baktı; Nibiru’nun büyük topu küçük bir meyveye dönüştü. Bir daha baktığında Nibiru o geniş karanlık denizde gözden kayboldu. Pişmanlık Alalu’nun kalbini avucuna aldı, korkunun elleri arasında kaldı; kararı tereddüde dönüştü.

Alalu durup kalmayı düşündü, sonra cüretten kararlılığa geri döndü. Araba yüz lig gitti, bin lig gitti, on bin lig gitti ve hala yolculuk etmekteydi. Engin göklerde karanlık en koyusundandı; çok uzaklarda, uzak yıldızlar gözlerini kırpıyordu.

ALALU GÜNEŞ SİSTEMİNE GİRİYOR
Daha pek çok lig yol aldı Alalu, derken büyük mutluluk veren bir sahne ilişti gözüne: Göklerin geniş boşluğunda, göksel varlıkların elçisi selamlıyordu onu. Küçük Gaga (Plüton), yolu gösteren kendi tutuyla Alalu’yu selamlıyordu, ona hoş geldin diyerek yol açıyordu. Eğimli bir yürüyüşle, göksel varlık Antu‘nun (Neptün) önünden ve ardından yolculuk etmekti onun kaderi.

Öne bakan, geriye bakan iki ön yüzle donatılmıştı. (Gerçekten de Pluton eğimli ve geniş yörüngesiyle bir dönem Neptün’ün dış yüzünde kalır, sonra Neptün’ün içine denk gelen yörüngesiyle iç yüzünde kalır) İlk önce onun görünüp selamlaması, Alalu’ya iyi bir alamet gibi göründü hemen; Göksel Tanrılar tarafından iyi karşılanmıştı! Böyle yorumlamıştı. Alalu arabasıyla izledi Gaga’nın yolunu, göklerin ikinci tanrısına doğru götürüyordu onu.

Neptün ve Pluton’un rotası

Kısa süre sonra Antu (Uranüs’ün bir zamanlar var olduğu söylenen ikizi) , adı kral Anşar (Satürn) tarafından verilmiş olan göksel varlık derin karanlıkta giderek büyür oldu. Rengi, duru suların mavisiydi; yukarı suların başlangıcıydı o. Bu manzaranın güzelliği Alalu’yu büyüledi; onun uzağından yoluna devam etti. İyice ötelerde Antu’nun eşi ışıldamaya başladı; boyutu Antu’nun kine eşitti.

Eşinin dublesiydi ama Anu (Uranüs) yeşilimsi maviliğiyle ayırt ediliyordu. Göz kamaştıran bir ordu onu çevreliyordu; sağlam zeminler sağlıyorlardı. Bu iki göksel varlığa güç veda etti Alalu; Gaga’nın yolu hala fark ediliyordu. Eski efendisine, bir zamanlar danışmanlık yaptığı göksel varlığa giden yolu gösteriyordu. Göklerin önde gelen prensine, Anşar’a(Satürn) doğru dönüyordu rota.

Anşar’ın tuzağa düşüren çekimini arabanın hızlanmasından anlıyordu Alalu. Arabayı göz kamaştıran parlak halkalarıyla büyülüyordu. Alalu derhal bakışını öte yana çevirdi; yolu gösteren kudretiyle onun dikkatini dağıttı. O sırada ona en dehşetli manzara görünüverdi: Çok uzak göklerde, ailenin parlak yıldız seçiliyordu.

Bu keşfin ardından en korkutucu manzara geldi: Onun kaderinde dev bir canavar dolanıyordu, Güneş’in üstüne koyulaşan bir gölge düşüren Kişar,(Jüpiter) yaratıcısını yutuverdi! Korkutucu bir olaydı bu; bu kötüye alamet, diye düşündü Alalu. Dev Kişar, sert gezegenlerin önde geleni, boyutu çok etkileyiciydi.

Burgaçlanan fırtınalar örtüyordu yüzünü, aralarında renkli lekeler hareket ediyordu; bazısı çok hızla bazısı yavaşça olan sayılamayacak kadar kalabalık bir ordu göksel tanrıyı çevreliyordu. Yolları düzensizdi; öteye beriye kayıveriyorlardı. Kişar(Jüpiter) kendi başına bir efsun yaymaktaydı; ilahi şimşekler fırlatmaktaydı. Alalu ona bakarken rotası bozuluverdi birden, yönü şaştı, işleri karıştı. Derken derinlikteki karanlık dağılmaya başladı ve Kişar (Jüpiter) kaderine göre turlamaya devam etti.

ALALU ASTEROİD KUŞAĞINA ULAŞIYOR

Yavaşça hareket ederken, parlayan Güneş’in üstünden kaldırdı peçesini; başlangıçtan beri bir olan tam olarak çıktı ortaya. Alalu’nun kalbini dolduran neşe çok sürmedi. Beşinci gezegenin ötesinde en büyük tehlike pusudaydı; çok iyi biliyordu bunu. Hemen ileride dövülmüş bilezik (Asteroid kuşağı) hükmetmekteydi; yıkıp tahrip etmek için beklemekteydi. Kayalardan ve iri taşlardan bir araya getirilip dövülmüşlerdi; anasız yetimler gibi bir araya gelmişlerdi. İleri geri kayıp kıpırdanarak, geçmişte kalmış bir kaderi izliyorlardı.

Yaptıkları iğrençti; tek usulleri bela çıkarmaktı. Ava çıkmış aslanlar gibi parçalayıp yutmuşlardı Nibiru’nun mürettebatsız arabalarını. Hayatta kalmak için gereken o değerli altının çıkartılıp taşınmasını reddetmişlerdi. Alalu’nun arabası önünü ardını düşünmeden dövülmüş bileziğe doğru, yakın dövüşen vahşi kayalarla yüzleşmeye gidiyordu cesurca. Alalu arabasındaki ateş taşlarını daha güçlü biçimde karıştırdı. Yolu göstereni titremeyen ellerle yönlendirdi.

Uğursuz koca kayalar savaşta düşmana saldırırcasına arabaya doğru atıldılar. Arabadan ölüm saçan bir füzeyi yolladı Alalu onlara doğru. Ardından düşmana dehşet silahlarından bir tane, bir tane daha fırlattı. Koca kayalar korkmuş savaşçılar gibi dönüp kaçıldılar; Alalu’ya bir yol açtılar. Büyü yapılmışçasına açıldı dövülmüş bilezik, krala açılan bir kapı gibi. Karanlık derinlikte Alalu gökleri kolayca görebildi ki, bileziğin vahşiliği yenememişti onu, uçuşu sona ermemişti.

Uzakta Güneş’in alevli topu parlaklığını ta uzaklara yollamakta; Alalu’ya doğru iyi karşılayan ışınlar yaymaktaydı. Onun önünde, rotasını turlayan kızıl kahverengi bir gezegen (Mars= Lahmu) vardı; hesaba göre altıncı göksel varlıktı bu.

ALALU DÜNYA’YA ULAŞMAYI BAŞARIYOR

Alalu ancak bir göz atabildi buna: Kaderi olan rotada hızla hareket ederken Alalu’nun yolundan çekiliverdi. Derken kar renkli Dünya ( buzul çağı) göründü; göksel hesaba göre yedinci. Alalu rotasını bu gezegene çevirdi, o davetkar hedefe. Nibiru’dan daha küçük, cezbedici bir top, cezbedici ağı Nibiru’nunkinden zayıftı.

Atmosferi Nibiru’ nunkinden inceydi, içindeki bulutlar girdap lanarak dönüyorlardı. Aşağıda Dünya üç bölgeye ayrılmıştı. Tepesi ve dibi kar beyazıarası mavi ve kahverengi. Alalu arabanın durduran kanatlarını beceriyle sardı ki Dünya’nın topunun çevresinde dönebilsin. Orta bölgedeki kuru toprakları ve sulu okyanusları ayırt edebiliyordu artık.

Nüfuz eden ışını aşağıya yöneltti ki Dünya’nın iç kısımlarını tarayıp saptasın. Buldum onu, diye coşkuyla bağırdı: Altın, çok miktarda altın belirtiyordu ışın; koyu renkli bölgenin altında ve sularda da.

Kalbi heyecanla atan Alalu bir karara varmak için düşünmeliydi: Arabasını kuru toprak üstüne indirerek çakılmayı göze alıp mı ölecekti? Rotasını sulara çevirip batıp yok olmayı mı göze alacaktı? O çok değerli altının kaşifi olmak için hangi yolla kalacaktı hayatta? Kartalın koltuğunda Alalu hiç kıpırdamıyordu; kısmetin ellerine teslim etmişti arabayı. Dünya’nın çeken ağına tam olarak yakalanan araba daha da hızlanmıştı.

Açık kanatları ışıldamaya başladı; Dünya’nın atmosferi bir fırın gibiydi. Derken araba sallandı, incitici bir gök gürültüsü yaydı. Aniden yere çakıldı araba, aynı anilikle duruverdi her şey birden. Sallantıdan sersemlemiş, çakılmadan dolayı bayılmış olan Alalu hiç kıpırdamıyordu. Sonra gözleri aralandı ve hala yaşadığını anladı; altın gezegenine inmişti zaferle.

ALALU DÜNYAYI KEŞFE ÇIKIYOR

Şimdi bu, eski zamanların nasıl başladığının ve altın çağ olarak bilinen çağın yıllıklarının ve Nibiru’dan Dünya’ya altın aramaya nasıl gidildiğinin hikayesidir. Başlangıcı, Alalu’nun Nibiru’dan kaçışıydı. Alalu büyük anlayışla donandı; öğrenerek çok bilgi edindi. Atası Anşargal sayesinde göklere ve turlara dair çokça bilgi birikmişti. Enşar sayesinde bilgi iyice çoğaldı. Alalu bunlardan çok şey öğrendi; bilgelerle görüştü, alimlere ve komutanlara danıştı.

Başlangıcın bilgisi böylece elde edilmişti; Alalu da bu bilgiye sahipti. Dövülmüş bilezikteki altın bunun doğrulamasıydı; dövülmüş bilezikteki altınTiamat’ın üst yarısındaki altının göstergesiydi. Alalu altın gezegenine vardı zaferle; arabası bir fırtınayla yere çakılmıştı. Bir ışınla çevreyi taradı, nerede olduğunu keşfetmeye çalıştı; arabası kuru toprağa inmişti; çok geniş sazlıkların tam kıyısında durmuştu. Kartal miğferini takıp balık giysisini giydi.

Arabanın kapağını açtı ve açık kapakta durakalıp etrafına merakla baktı. Zemin koyu renkliydi; göklerse mavi-beyaz; Hiç ses yoktu, bir kişi bile yoktu onu selamlayan. Yabancı bir gezegende tek başına duruyordu; Nibiru’dan sonsuza dek sürgün olmayı göze almıştı. Aşağıya indirdi kendini, ayak bastı koyu renkli toprağa; uzakta tepeler vardı, yakınlarda ise çokça yeşillik. Önünde sazlıklar uzanıyordu, içlerine yürüdü; suyun soğukluğundan içi titredi. Kuru toprağa geri çıktı; yabancı bir gezegende tek başına duruyordu.

Aklına üşüştü düşünceler; eşini ve çocuklarını özlemle andı. Nibiru’dan sonsuza dek sürgün mü olmuştu? Tekrar tekrar aklına bu geliyordu. Su ve besin bulup kısa süre sonra arabaya geri döndü. Derken bir uyku çöktü, derin bir uyuşukluk. Ne kadar uyudu bilemedi, onu ne uyandırdı anlayamadı. Dışarıda bir parlaklık vardı; Nibiru’da hiç görülmemiş bir ışıltı. Arabadan dışarı bir sırık uzattı; üstüne bir sınayan takılmıştı. Gezegenin havasını soludu ve havanın uygun olduğunu gösterdi.

Açtı arabanın kapağını ve orada derin bir soluk aldı. Bir daha, bir daha ve bir tane daha; gerçekten de uygundu Ki’nin havası. Alalu el çırptı, bir mutluluk şarkısı söylüyordu…. Kartal miğfersiz, balık giysisiz aşağıya, zemine iniverdi. Dışarıdaki parlaklık kör ediciydi; Güneş’in ışınları aşırı güçlüydü. Arabaya dönüp gözlerinin üstüne bir maske taktı. Taşıma silahı aldı, kullanışlı bir sınayıcı bulup yanına aldı. Kendini aşağıya saldı; koyu renkli toprağa ayak bastı.

Sazlıklara doğru ilerledi; sular koyu yeşilimsiydi. Sazlıkların kıyısında çakıllar vardı; Alalu bir taş alıp sazlığın içlerine fırlattı doğruca, sazlıklarda hareket eden gözler vardı: sular dopdoluydu balıklarla. Sınayıcıyı sazlıklara indirdi; çamurlu suları inceledi; içmeye uygun değildi suyu, Alalu hayal kırıklığına uğradı. Sazlıklara sırtını dönüp tepelere doğru ilerledi. Yeşilliklerin arasından geçiyordu; çalıların yerini ağaçlar almaya başladı. Ve burası meyve bahçesi gibiydi, ağaçlar dalları meyvelerle yüklüydü. Tatlı kokuları cezbediciydi.

Alalu bir meyve kopardı dalından ve ısırdı. Kokusu tatlıydı ya, tadı ondanda tatlıydı. Alalu buna çok sevindi. Alalu Güneş’in ışınlarından uzağa yürüyordu; yönünü tepelere doğru çevirdi. Ağaçlar arasında, ayağının altında bir ıslaklık peydah oldu; yakınlarda su vardı demek; yolunu ıslaklığa çevirdi, ormanın ortasında bir gölcük vardı, durgun suyla dolu bir birikinti. Sınayıcıyı gölete daldırdı; su içilmeye uygundu. Alalu güldü, durmak bilmez bir kahkahayla güldü, güldü.

Hava iyiydi, su içmeye uygun; meyveler vardı ve balıklar. Hevesle eğildi Alalu, avuçlarını birleştirip; suyla doldurup ağzına götürdü. Suda bir serinlik vardı, Nibiru’dakinden farklıydı tadı. Bir daha içti ve aniden korkuyla yerinden fırladı: tıslayan bir ses duymuştu; gölcüğün kenarında kayarak ilerleyen bir şey hareket ediyordu. Taşıdığı silahı kavrayıp tıslamaya doğru ışınını yolladı. Hareket kesildi; tıslama sona erdi. Tehlikenin ne olduğunu görmek için öne çıktı Alalu. Kaygan leş hareketsiz yatıyordu.

Ölmüştü yaratık ve ne tuhaf görünüyordu: Uzun bedeni bir ip gibiydi; bedeninde elleri ayakları yoktu; Küçük başında gözleri sert bakışlı, ağzından dışarı sarkmış dili çatallı. Daha önce Nibiru’da hiç görülmemiş bir manzara; başka bir dünyanın yaratığıydı bu. Meyve bahçesinin bekçisi miydi acaba, diye kendi kendine düşündü Alalu. Suyun efendisi miydi diye meraklandı. Taşıma kabına su doldurdu; etrafa dikkatle bakınarak arabaya doğru yola koyuldu. Tatlı meyvelerden de topladı; arabaya geri döndü.

ALALU ALTIN ARAMAYA BAŞLIYOR

Güneş’in ışınlarının parlaklığı çok azalmıştı; arabaya vardığında hava artık karanlıktı. Günün kısalığını düşündü Alalu; kısalığı onu çok şaşırtmıştı. Sazlıklar yönünden ufuktan soğuk bir aydınlık doğuyordu. Beyaz renkli bir top hızla göklere yükselmekteydi. Ve baktı ki bu Dünya’nın yoldaşı, Kingu (Ay) Başlangıca ilişkin anlatılanların gerçek olduğunu şimdi gözleriyle görüyordu: gezegenler ve onların turları; dövülmüş bilezik, Dünya Ki, onun uydusu Kingu; hepsi de yaratılmış, böyle çağırılmıştı demek.

Alalu, doğruluğunu görmesi gereken bir gerçek daha olduğunu geçirdi yüreğinden: kurtuluş anlamına gelen altının da bulunması gerekiyordu. Başlangıç hikayelerinde gerçek payı vardıysa eğer, Tiamat’ın altın damarları akan sularla yıkandılarsa; onun kesilip kopartılan yarısı olan Ki’nin sularında da altın bulunmalıydı. Alalu titreyen elleriyle sınayıcıyı arabanın sırığından çıkarttı. Titreyen elleriyle balık giysisini kuşandı; hızla yaklaşan gün ışığını bekliyordu hevesle.

Şafak söktüğünde arabadan çıktı, hızla sazlıkların içine daldı. Derin sulara doğru ilerleyip sınayıcıyı sulara soktu. Hevesle bakıyordu onun aydınlanan yüzüne; kalbi deliler gibi atıyordu. Sınayıcı suyun içeriğini gösteriyordu; bulgularını semboller ve sayılarla açığa vuruyordu. Aniden durdu Alalu’nun kalp atışı: sularda altın vardı. Böyle diyordu sınayıcı. Heyecandan titreyen bacaklarla ileri yürüdü Alalu; sazlıkların daha derinlerine ilerledi. Sınayıcıyı tekrar suya soktu; sınayıcı yine altın duyurdu.

ALALU ALTIN BULDUĞUNU NİBİRU GEZEGENİNE BİLDİRİYOR

Alalu’nun gırtlağından bir feryat, bir zafer çığlığı kopup çıktı: Nibiru’nun kısmeti artık onun ellerindeydi. Arabaya geri dönüp balık giysisini çıkarttı ve komutan koltuğuna yerleşti. Nibiru’nun turunun yönünü bulmak için kaderler tabletlerinin bildiği tüm turları canlandırdı. Sözleri taşıyaAnı kurcaladı, sözleri Nibiru’ya doğru taşınacaktı. Sonra Nibiru’ya şu sözleri söyledi: Büyük Alalu’nun sözleri, Nibiru’daki Anu’ya sesleniyor. Başka bir dünya üstündeyim; kurtuluş altınını buldum; Nibiru’nun kısmeti benim ellerimde, şartlarıma kulak ver ve dinle.

(DOCX olarak indir)