“İMPARATOR”
“Tam bütün cevapları bulduğunu düşünürsün, sorular değişir.”
Paulo Coelho
Bu çalışmanın kaynağı sadece Kur’an ve tarihtir.
Keyifli okumalar…
Bismillahirrahmanirrahim.
Tarihin ve dinler tarihinin efsanevi ismi.
Kur’an kitabının ise en kapsamlı konusu.
O bir Tanrıyla konuşan. O bir ulu lider. O bir imparator ve o bir yenilmez. O yozlaşmış medeniyetlerin yıkıcısı. Ve o, bir zaman yolcusu. Evet evet, yanlış okumadınız! O bir zaman yolcusu!
Konuğum Hz. Musa, konumuz Hz. MuSargon
Efendimiz hoş geldiniz safalar getirdiniz. Sizi saygıyla selamlıyorum.
– Hoş buldum evlat sana da selam, herkese selam. Saygın için teşekkür ederim.
Teşekkür ederim efendim. Umarım sizi hakkınızca tanıtabilmişimdir. Bir kusurum varsa düzeltmek isterim.
– Bir kusur yok. Aksine çok havalıydı. Mutlu oldum.
Sizi mutlu etmesine sevindim. Efendim davetimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.
– Davet ettiğin için bende sana teşekkür ederim. Umarım keyifli bir sohbet olur.
Öyle olacağını umuyorum. Çünkü size bir konuk sürprizim var.
– Sürpriz konuk mu? Bu sohbetin sadece bana özel olacağını sanıyordum.
Sohbetimiz kesinlikle size özel efendim. Konuğumuz olduğunu önceden haberdar etmediğim için özür dilerim. Fakat konuğumuzu görünce sizin de bundan memnun olacağınıza eminim. O sizi çok ama çok seven biri. Tıpkı sizin gibi o da cihanda hâkimiyet kurmuş, sizin vasiyetlerinizi de yerli yerine getirmiş biri.
Hem Kur’an kitabında şöhreti de anılmakta. Sizden önce kendisiyle röportaj yapmıştım ve kendisi sizden övgüyle bahsetmişti. O vakit sizinle olan sohbetimize katılmayı da özellikle emretmişti. Benim açımdan böyle bir isteği geri çevirmek söz konusu değil. Ama istemezseniz bu sizin için çok kolay.
– Bak şimdi çok merak ettim. Kimmiş acaba?
Efendim o değerli konuğumuz, “tüm zamanların gerçek kralı” unvanına erişmiş sizin torununuz efendi “NaramSin”
– Ne! Evladım mı bura da? Nerede o? Hemen gelsin hemen gelsin!
+Selamünaleyküm, saygıdeğer kralım canım büyük babacım nasılsınız?
-Aleykümselamm, aleykümselam gözümün çiçeği bozkırın boğası canım evladım benim. Yaklaş, gel bir sarılayım sana. Hoş geldin, hoş geldin canım evladım. Ben sürpriz diye buna derim çok sevindim aferin size.
Bu buluşma NaramSin efendimize verdiğim bir sözdü. Sizinle olan sohbetimize katılmayı kendisi emretmişti.
+Beni haberdar ettiğin için teşekkür ederim yaman evlat! Bugünün gelmesini iple çekiyordum. Gel bakalım ben de sana bir sarılayım cüretkâr evladım benim.
Bundan mutluluk duyarım efendim. Önce ben sizin elinizi öpeyim. Hoş geldiniz safalar getirdiniz. Sizi çok iyi gördüm,
+Hoş buldum evlat sağ ol var ol. Evet, çok iyiyim kral gibiyim. Büyük baba bu çocuk çok yaman. Adımlarına dikkat et. Nereye gitsen bulur Allah’ın izniyle.
–Bende öyle umuyorum. Demek ikinizin bir geçmişi oldu. Ne zaman oldu bu? Haberim olsaydı bende size sürpriz yapmak isterdim.
NaramSin efendimiz övgünüz için çok teşekkür ederim. İnşallah buna layık kalacağım. NaramSin efendimizle olan uzun soluklu sohbetimiz üç beş ay önce gerçekleşti. Bende zatıâlinizi davet etmeyi çok isterdim bunun için çok özür dilerim. Fakat hoşgörünüze sığınarak itiraf etmeliyim ki, “Zülkarneyn” kıssası benim için çok özel bir dosyaydı. NaramSin efendimizi yalnız ağırlamak zorundaydım. Bu fırsat üzere kendisine tekrar teşekkür ederim. Çok keyifli bir sohbetti. Dosyası ise burada.
https://www.kuran19.org/2024/12/tum-zamanlarin-gercek-krali/
-Kısmet değilmiş. NaramSin evladım demek sende büyük bir kral oldun? Buna çok sevindim. Allah’a hamd olsun, verdiği makamlar ile hepimizi onurlandırdı.
+Teşekkür ederim efendibaba. Allah bana kral olmayı lütfetti ve bende layık olmaya çalıştım. Krallığımın öncesinde ve krallığım süresince hep sizi örnek adlım. Sizi mutlu etmesine sevindim efendibaba.
–Beni örnek aldığın için teşekkür ederim. Hepimiz elimizden geleni yaptık. Allah eksiklerimizi ve kusurlarımızı affetsin. Zira eksiksiz ve kusursuz olan sadece O’ dur. Demek sana tüm zamanların gerçek kralı unvanı verildi. Ben de senden daha azını beklemezdim. Sohbetten sonra seninle biraz zaman geçirelim.
+Emredersiniz efendibaba. Bende bunu umuyordum.
-Evet genç adam. Ben bu gerçek kralla daha sonra halleşirim. Anlat bakalım… Ne o senin gözlerin kızarmış, yoksa ağlayacak mısın? Hani sen bu çocuk için çok yaman demiştin? Bak sulu gözlü çıktı.
Efendim şu an çok mutluyum. Çünkü ben şu an krallar geçidi yapıyorum. Bu kaç kişiye kısmet olur efendim? Benim gözlerim mutluluktan doldu.
+Bak efendibaba gördün mü? Demiştim bu çocuk çok yaman.
-Sanırım haklısın evlat. İkimizi birden ağırladı ve krallar geçidi yaptı. Umalım da hakkını versin. Madalyonun birde öbür yüzü var değil mi?
İnşallah hakkını vereceğim efendim. Sizi kayırıp yücelten, inşallah benim de yardımcın olacaktır. Bende O’na güvendim.
-E hadi o zaman seni dinliyoruz.
Tamam. Efendim bildiğimiz kayıtlı tarihte ve dinler tarihinde o kadar bilgi karmaşası içindesiniz ki kim araştırmak üzere çabalasa eline yüzüne bulaştırıyor ve yüzünü asıp geri dönüyor. Bu bilgi karmaşasından sebep derinlere inmek o kadar güç ki, sizi geçmiş zaman içinde araştırma çabasında olanlar işin içinden çıkamıyor ve çalışmalarını yüzeysel bırakıyor.
Dosyanıza ben talip oldum efendim. İnşallah ben, Hz. Musa’yı en güzel biçimde anlatamaya çalışacağım. Kur’an kitabındaki “Musa” adlı siz ile tarihteki “Büyük Sargon’u” eşleştirip tek kimlik altında anlaşılır biçimde toplayacağım. Efendi NaramSin ile olan sohbetimiz de sizin başınızdan geçenleri detaylıca konuştuk. Büyük Sargon olma yolundaki mücadeleniz takdire şayan efendim.
Bu sohbetimiz bir nevi NaramSin efendimiz ile olan sohbetin de tamamlayıcısı olacaktır. Bu sohbette sizi adım adım takip edeceğim. Mısır’dan çıktığınız zaman nereye gittiğinizi, orada başınızdan geçenleri, kimin misafiri olduğunuzu, nerede Elçilik vazifesi aldığınızı, Kızıldeniz’i hangi bölgeden yarıp geçtiğinizi ve ondan sonra gelişen süreçte büyük Sargon olma yolunda ki gelişmeleri, hangi sebeplerle hangi coğrafyalara intikal ettiğinizi tek tek ele alacağım. Anlatacak olduklarımı anlaşılabilir biçimde izah edeceğim ve hepsini belgeleyeceğim.
Ve bunu yaparken sadece Kur’an kitabından istifade edeceğim. Okuyucular için bunu yeniden belirtiyorum. Diğer tüm çalışmalar da olduğu gibi, bu çalışmam da sadece Kur’an kitabı kaynaklıdır. “Hadis, siyer, tefsir ve israiliyat gibi hiçbir kaynağı referans almayacağım.”
Çünkü Kur’an kitabının bir iddiası var. O iddiasında diyor ki; “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Bu kitap size yeter. Kitabı detaylı biçimde tasarladık. Anlaşılması için kolaylaştırdık. Kitabı numaralandırdık. Kur’an alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.”
Kitabın iddiası budur. Kendisinin yeterli olduğunu iddia eder ve bünyesinde hiçbir şeyi eksik bırakmadığını belirtir. Bu iddiayı yapan ise Allah’tır. Durum buyken, ben O’na bir saygısızlık edip Kur’an’dan başka bir kaynağa nasıl bakabilirim?
Şunu belirteyim. Allah kitabın içinde anlattığı konularda Kur’an’dan başka bir kaynağa yönelenleri açıkça uyarır. Derki; “Allah’tan size bildirilene tabi olun. Ondan başka yönlendiricilere uymayın!” İnsanlar bu ayeti okudukları vakit “amenna” diyorlar. Fakat çalışmalarına ve konuşmalarına baktığımız vakit, “Bu konuda şu hadis şöyledir. Şu rivayet böyledir. İsrailiyat ta şöyle olduğu kesin belirtilmiştir. Tefsirlerde böyle geçer” diye atıp tutuyorlar.
Ve konuyu nasıl kapatıyorlar dersiniz?
-Nasıl kapatıyorlar evlat?
Allah’ın onca iddiasına karşı şöyle demekteler; “Kur’an farklı konularda olduğu gibi bu konuda da açık bir fikir belirtmemiştir.” Aslında bu söylem Allah’a rağmen Kur’an yetersiz demektir.
Bu söylemler Allah’ı da yalancı olmakla itham etmektir. Davranışlarının ne kadar korkunç bir boyuta olduğunu göremiyorlar. Çünkü Allah, Kur’an’ın yeterli olduğunu net biçimde kesin bir dil ile belirtmektedir. Kur’an’ı yetersiz görüp Allah’ı yalancılıkla itham eden bu sapkınlar, sorunun kendilerinde olduğunu kabul etmiyorlar. Çünkü ekmeklerini din satarak kazanmaktalar. Efendi NaramSin onlara güzel bir deyim uydurmuştu. Onlara “Hayaller âleminin hayalet âlimleri” demişti.
–Allah’ı ilkin yetersiz görenler kimlerdi bilmek ister misin?
Evet efendim bunu sizden öğrenmek çok iyi olurdu.
–Allah’ı altı gün çalıştı yedinci gün dinlenmeye çekildi diyen sapkınlardır. Bu sapkınlık o zaman başladı. Allah’ta onları ve onlara itibar edecek herkesi sağır, kör ve duygusuz bıraktı. Şimdi yollarını kaybetmiş birer lanetli olarak yaşıyorlar o kadar körler ki kendilerinin ne halde olduklarını dahi kavrayamıyorlar. Allah onlara kendilerini doğru yolda olduklarını düşündürerek sapıklıklarını artırır. Onlar da bu hal üzere leş ölüp cehennemin dibine atılır. Kim Allah’ı ve sözlerini yetersiz görüp başka kaynağa yöneliyorsa, Allah işte onlara tabi olanlara diyor ki; “Sizi yönlendiren bu tiplere tabi olmayın. Benim size bildirdiğime tabi olun.” Allah ortaya konuşmuş anlayan anlar. Gelelim sana. Kaynağın sadece Kur’an kitabı ise Allah sana yeter. Hadi farkını göster.
+Aferin evlat hep böyle kal.
Teşekkür ederim. İnşallah hep böyle kalacağım.
Sargon efendimiz, bu sohbetimizde ki öncelik sizin Kur’an’daki isimlendirmeniz olan “Musa” ismi etrafında dönecektir. Ancak sonrasında Sargon kimliğiniz daha anlaşılır olacaktır.
Sargon’a dönüşecek olan Musa’yı anlamak içinse, Musa’nın bebekliğinden başlamalı. Size çok sorum olacak efendim. Sizi biraz yoracağım.
– Bunu hiç dert etme evlat. Ben senelerce ineğe tapanlarla uğraşmış biriyim. Firavunla uğraşmak bile onlarla uğraşmaktan daha keyifliydi. Merak etme bu hususta idmanlıyım. Sen rahat ol. Hadi ilk sorunu alayım.
İlk sorum şu efendim. Anneniz sizi doğurduğu vakit, bir sepete yerleştirip suya bırakmıştır. O su Nil nehri midir? Yoksa başka bir su mudur?
-O suyun dilimde kalan tadı çok tuzlu acımsıydı. Ben bu kadar belirteyim. Gerisini sen bul.
Hadi Bismillah.
Efendim anneniz tarafında sizin bırakıldığınız “su” iki ayette benzer ifadeyle şöyle geçer.
ان اقذفيه في التابوت فاقذفيه في اليم فليلقه اليم بالساحل يأخذه
Okunuşu: an aqdhafayh fi altaabut faqdhafayh fi alyami falyalqah alyamu bialsaahil yakhudhuh
Tercümesi: Onu bir sepete koy ve xx at. xx onu sahile taşısın.
Bu ayette xxx diye belirttiğim “su” ayette “Alyami ve Alyamu” olarak verilir. Bunu “su” diye çevirmek yetersiz olacağı kadar deniz diye çevirmekte dosdoğru olanı yansıtmaz. Arapçada bu iki sözcüğün anlamı “acı, yakıcı, çok tuzlu su” anlamlarına gelmektedir.
Sizin dediğiniz gibi efendim. Dilinizde kalan o acı tat, Nil nehrinin tatlı suyu olamaz. Olsa olsa “Kızıldeniz’in” tuzlu suyudur. Çünkü efendim, ayette asla نهر Nahr “nehir, ırmak ve akarsu” denilmez. O sebeple Nil nehri olamaz. Ve yine ayette بحر Bahr yani “Deniz“ de demez. Ayette kullanılan sözcük “Alyami ve Alyamu” kelimeleridir.
Ayetlerin üstün dili bizi dosdoğru olana sevk ederken, genel kültürümüzün de yükselmesine öğretmenlik eder. Çünkü ayette acı, yakıcı, çok tuzlu denmesi “Kızıldeniz’e” has bir özelliktir. Kızıldeniz Dünyada açık denizler arasında en tuzlu denizdir.
Anneniz sizi sepette Nil Nehrine değil efendim, Kızıldeniz’e bırakmıştı. Kızıldeniz kuzey yönüne sürüklemiş olmalı. Sürüklediği yerde ise Firavun’un saraylarından biri olmalı.
Öyleyse anneniz, antik çağda Mısır hanedanlığının hâkimiyet kurduğu iki bölgenin ya “orta Mısır” bölgesinde yaşıyordu ya da güney mısır tarafında yaşıyordu. Annenizin yaşadığı yer ve sizi denizin akıntısına bıraktığı yer Firavun sarayından uzak olamazdı. Çünkü anneniz yüksek bir rahibeydi. Bunun yanında siz denizde sürüklenirken, sizi takip eden ablanızın da yürüyüş mesafesinde olmalısınız.
Anneniz sizi izlemesi için ablanızı görevlendirmişti. Sizin içinde bulunduğunuz sepeti an be an takip eden ablanız, Firavun’un saraydaki çalışanları tarafından sudan alındığınızı gördü. Sandığı açtıklarında baktılar ki içinde bir erkek bebek var. Erkek olduğunuz için öldürülmeniz gerekiyordu. Bu sebeple sizi o anda sarayda bulunan Firavuna gösterdiler. Firavun hemen öldürülmenizi emretti fakat çok sevdiği eşlerinden biri araya girerek Firavundan sizi affetmesini ve öldürtmemesini rica etti ve bakımınız ise bahçıvan ailesine verildi.
Fakat siz hiç kimseden beslenmiyordunuz, çünkü Allah’ın planı bu yöndeydi. Ablanız çok zeki ve akıllı biri olmalı. Ablanız oralarda gezinirken sizin bakımızı üstlenecek bir ailenin olduğunu söylemesi, Musa sürecinin başlamasını tetikledi. Böylelikle anneniz size geri kavuştu. Allah’ın annenize verdiği sözü gerçekleşti ve birlikte ailece Firavun sarayına yerleştiniz. Derken bir müddet sonra Mısır’ın “Luksor” şehrinde bulunan saraya geçtiniz. Bu sarayın tüm saraylardan önemli bir özelliği vardı. Bu sarayın bahçelerinde sadece Nil nehrinin kıyısındaki Luksor şehrinde yetiştirilen “Safran” bahçeleri bulunuyordu. Safran bahçeleri kısmı çok önemlidir. Safran bahçelerini konunun ileriki kısımlarında Sargon’un hayatında yeniden göreceğiz.
Şimdi, öğrendiğimiz gerçekler üzerine “alyami ve alyamu” kelimelerinin geçtiği ayeti yeniden tercüme edelim.
Tercümesi: Onu bir sepete koy ve Kızıldeniz’e at. Deniz onu sahile taşısın. Onu bana düşman kesilen onunda düşmanı olan biri sudan alsın.
– Farkındalığın çok yüksek. Tebrik ederim. Sonra?
+Ne kader ama?
Teşekkür ederim efendim. Sonrasında siz de saray ahalisi olarak büyütüldünüz. Anneniz ve ablanız olması gerektiği gibi her an yanınızda bulundu. Saray eğitimi ve terbiyesi ile gençlik çağına ulaştınız. Her açıdan gelişip tam bir beyefendi olmuştunuz. Bu saygınlık İbrani asıllı biri olmanıza rağmen size Mısır’da çok rahat hareket etmenize olanak sağlıyordu.
Luksor şehri dâhil Mısır’ın tüm şehirlerinin görünen yüzü masallar diyarı gibiydi. Her genç gibi şehirde zaman geçirmeyi seviyordunuz. Böyle sıradan bir gün yine rutinlerinizden biri olarak çarşıya çıktınız fakat o gün diğer günlerden biraz farklı geçecekti. Çarşıda gezinirken kavga edip boğuşan iki kişiyi gördünüz, biri İbrani’ydi diğeri Mısırlıydı. İbrani olan sizden yardım talep etti, sizde gençlik heyecanı mı desek, kan mı çekti desek, yoksa takdiri ilahimi desek? Yardım isteğini karşılıksız bırakmadınız ve Mısırlı vatandaşa bir tokat çaktınız ve adam olduğu yere yığıldı.
Baktınız ki adam ölmüş, o anı hayal ediyorum da korku ve panik tüm bedeninizi sarmış olmalı. Böylesine sıkıntılı ve zor bir durum içinde kala kaldınız. Bu halde saraya dönemezdiniz çünkü bir açıklama gerekirdi ve açıklanacak bir durum da yoktu.
Mısırlı bir vatandaşın ölümüne sebep olmak demek, idam edilmek demekti. Geceyi şehirde saklanarak geçirdiniz. Ne yapacağınızı bilmez vaziyette ertesi gün ettiniz. Yine aynı yerde yeni bir kavgaya denk geldiniz. Üstelik aynı kişi kavga ediyor ve yine sizden yardım istiyordu. Bu kısmı ayetten dinleyelim;
Kasas Suresi 19- Musa onlara düşmanlık eden kişiye saldırmak isteyince o kişi dedi ki: “Ey Musa, dün bir adamı öldürdüğün gibi beni de öldürecek misin? Sen bu ülkede şiddet mi istiyorsun yoksa düzen mi istiyorsun?”
Tam işler kızışacakken Kasas Suresi 20- Şehrin en uzak yerinden bir adam süratle gelip dedi ki: “Ey Musa, efendiler seni öldürmek için komplo kuruyor, hemen kaç git ben senin iyiliğini isteyen biriyim.”
İşte sizin için film burada koptu. Hiç tanımadığınız biri size gelip; “Mısır’dan acilen çıkmalısın ve bu konuda bana güvenmelisin çünkü ileri gelenler sana komplo kurdular” dedi.
Bu kişiyi hiç tanımıyordunuz fakat kendisinin doğruyu söylediğine karşı güven duydunuz. Bu güvenilir kişinin gizli bir bilgiye ulaşması demek, o kişinin de Firavun sarayında bulunan biri olabileceğini akla getirmektedir. Siz bu kişiyi daha önce hiç görmüş müydünüz?
–Kendisini saray ahalisi içinde anımsamıyorum. Fakat ölümle biten olayların sonucunu bildiğim için kendisinin doğru söyleyeceğine kanaat etmiştim. O günkü gidişat bunu gerektiriyordu. Riski göze alamazdım ve bende güvendim. Sonra bir ata atlayıp Mande halkının olduğu yöreye doğru yol aldım. Zaten başka bir seçenek te yoktu. Gece boyunca bunu düşünme fırsatım olmuştu. Doğuya gidemezdim zira Mısır ülkesi Kenan dâhil Sümer medeniyeti sınırlarına kadar hâkimdi. Bende tanınan biriydim. Mısırdan en kısa çıkış yolu, onların hâkimiyet kuramadığı batı ülkeleriydi. Bu sebeple mecburiyet üzere batı yönüne yol aldım.
Efendim “Mande” dediniz ve batıya yol aldığınızı belirttiniz. Siz o anda bunlara karar verirken bulunduğunuz nokta, Mısır hanedanlığıydı. Batı ise Mısır’ın sol tarafında kalır.
Öyleyse sizin kaçtığınız yer Mısır’ın sağ tarafında kalan “Medyen” adlı yer olamaz!
Fakat insanlık binlerce senedir sizin Arabistan topraklarının kuzeyinde bulunan Medyen şehrine gittiğinize inanmaktadır. Sizce olaylar neden böyle tam tersi olmuştur?
-Bu kısmı senden duymak isterim.
Tamam. Efendim Kur’an kitabı bu hususta “Kasas” suresinde sizin az evvel ki açıklamalarınızı kesin bir dil ile desteklemektedir ve ayetler sizin batıya (mağribe) gittiğinizi açıkça dillendirmektedir. O ayetler şunlardır.
Kasas suresi 44- Ve biz Musa’yı görevlendirdiğimiz vakit sen batı tarafında değildin ve buna tanık olanlardan da değildin.
Sizin hakkınızda ki ayetler Hz. Muhammed’e nazil olduğunda Hz. Muhammed coğrafya olarak Arabistan topraklarındaydı. Bunu harita üzerinde görelim.
Efendim yeşil renk Hz. Muhammed efendimizin bulunduğu mevkiidir. Turuncu renk sizin gittiğinize inanılan Medyen adlı şehirdir. Mavi olan renk ise sizin Mısırdaki temsilinizdir.
Şayet siz Mısır’dan kalkıp Medyen’e gitmiş olsanız ve Risalet görevini orada almış olsanız, Hz. Muhammed’e göre sizin konumunuz batı değil kuzeydir.
Fakat ayetin işaret ettiğine göre siz, Risalet görevini Hz. Muhammed’in konumuna göre batıda almış olmalısınız.
Öyleyse siz bırakın Medyen’ de olmayı, o anda Asya kıtasının herhangi bir bölgesinde dahi olamazsınız. Çünkü ayet sizin Risalet görevini Hz. Muhammed’in konumuna göre batıda “mağripte” aldığınızı net biçimde belirtir. Altını çizerek belirtmeli. Siz Risalet görevini Hz. Muhammed’in konumuna göre kuzeyde değil batıda aldınız.
Kur’an’ın anlattığına göre siz asla, Hz. Muhammed’in kuzeyinde kalan “Medyen” denen yerde olamazsınız!
Öyleyse neredesiniz?
-Maşallah. NaramSin bu delikanlı dediğin kadar varmış. Tebrikler evlat, sonra?
+Efendibaba onda daha neler neler vardır.
Teşekkür ederim efendilerim. Devam ediyorum. Sadece Kur’an ayetlerine sadakat göstereceksek ve Kur’an’a iman ettiğimizi iddia ediyorsak, Allah’ın ayetler üzerinden bize yaptığı rehberliğe güvenmeliyiz. O rehberlik ise bizi kesinlikle Mısır ülkesinin batısına yönlendirmektedir. Şimdi bir diğer ayeti inceleyelim.
Kasas suresi 45- Sonrasında biz nice nesiller yarattık ve onların üzerinden de nice çağlar geçti. Ve sen bu okuduğun ayetleri Madin halkının arasında bulunup onlardan öğrenmiş değildin, görüldüğü üzere bunu biz anlatıyoruz.
Sizin başınızdan geçen hadiseler Hz. Muhammed’e nazil edilirken üzerinden nice çağların geçtiğini, kendisinin ise bu bilgilere erişiminin imkânsızlığını vurgular. İkinci vurgu ise, Hz. Muhammed’in Madin halkını “hiç tanımadığını” belirtmesidir.
Madin halkını genel dini öğretilerde Medyen halkı olarak tanımlarlar. İmamlar dininin anlatısı bu yöndedir ama Kur’an bu genel dini inancı ret etmektedir. Genel inancın aksine Kur’an, sizin Medyen denen yere gitmediğinizi tam aksi yönde yol aldığınızı açık biçimde söyler.
“Allah’tan size bildirilene inanın” ayeti uyarınca ben, sadece Kur’an’a bağlı kalacağım.
Ayetlere göre bugün Medyen şehri halkına “Madin halkı” demek te doğru değildir. Çünkü bugün Medyen halkı diye bilinen mevkilerin halkları aslında Hz. Salih’in gönderildiği Arabilerdir. Onlar “Semud” halkıdır. Medyen halkı olduğu hususunda ısrar edilecekse şunu göz önünde bulundurmalarını tavsiye ederim. Hz. Muhammed Medyenliler ile aynı coğrafyayı paylaşan biridir. Medyenliler ile görüşmemiş ve onları hiç tanımamış olması imkânsızdır. Çünkü onlar aynı coğrafyayı paylaşıyorlardı. Gerek kervan yolları, gerek ticari ilişkiler, gerek seyahat amaçları birbirilerini sürekli bir etkileşim içinde tutar.
Üzerine basarak yineleyelim.
Sizin Hz. Muhammed’in bulunduğu coğrafyaya göre Risalet aldığınız mevki, Hz. Muhammed’in kuzeyi değil batısıdır. Ve bu bir iddia değildir! Kur’an’ın açık ifadeyle kendi anlattıklarıdır.
Doğruyu anlamak için âlim olmamıza gerek bile yoktur. Gerçekçi olmak yeterli.
Akılıma bir ayet geldi. Mahşerde Hz. Muhammed’e bir soru yöneltileceği belirtilir. Soru şudur. “Nedir ümmetinin hali?” Cevap ise şudur: “O da derki, Rabbim benim ümmetim Kur’an’ı terk ettiği için bu halde.” (Furkan suresi 30)
Şimdi bu ayeti görenlerin geneli der ki? “Çok şükür ben Kur’an’ı terk eden o ümmetten değilim” Maşallah bol şans…
Ürdün ülkesi ve Medyen yöresi dâhil tüm o coğrafya, Semud halkının dağları oyup yontarak müthiş yapılar çıkarttığı coğrafyadır. Sayın efendimiz Musa, bugün sizin hakkınızda anlatılan tüm tarih baştan sona tamamen yalandır. Bu yalanları ortaya atanlar ise sizin de kendileriyle sürekli uğraştığınız Yahudilerdir.
İslam âleminin dini tarihini oluşturanlar gerçek İslam bilginleri olamaz. İsrailiyat yalanlarını tarihi gerçekler diye bize dayatanlar olsa olsa, İslam gömleği giymiş Yahudi asıllılardır. Buyursunlar Yahudi olmadıklarını ispat etsinler. Edemezler, çünkü inanışları ve anlatışları ortadadır. Kur’an onların tüm inanışlarını ve çalışmalarını görüldüğü üzere böyle yalanlamaktadır.
Bu yalanları ortaya atanların masalında siz, onların iddia ettikleri Medyen’e vardığınız da hayvanlarını sulayan bir topluluğa denk geldiğiniz belirtilir.
Hayvanların sulandığı yer diye bize gösterilen mevki ise akıl izan dışıdır. Taşlık ve kayalıklardan oluşan coğrafyada hayvancılık mı yapılır? Bu su kuyusu dedikleri yer hayvanların sulanmasına uygun bir yer de değildir. Üstelik dört metre kadar genişliğe sahip olan o kuyuda su bile yoktur.
Buna da şöyle açıklama getiriliyor. “Hz. Musa o iki kıza yardımcı olmak için kuyunun dibinden suyu doldurup hayvanları suladı.”
Bazıları da diyor ki, su geri geldiğin de ve kuyu suyla dolduğunda hayvanları suluyorlardı.
Hani derler ya “yalanın kuyruklusu” diye? İşte bu açıklamalar kuyrukludur.
Ayette “insan grubundan” bahsedilir. Demek ki çobanlar kalabalık bir sayıya sahiptir. Bu sayıya ek iki de kız kardeş orada hayvanları ile bulunmaktadır.
Ayetlerde dikkate değer bir ifade vardır. O iki kız kardeş hayvanları “sudan uzak tutmak” için çabaladıkları bildirilir.
Orada bulunan çobanlar ve onların hayvanları ve orada bulunan iki kız kardeş ve onların hayvanlarının, hepsi birden orada olması demek, çok geniş bir alanda olmaları gerektiği anlamına gelir.
Şimdi dikkatinizi veriniz. İki kız kardeş hayvanları sudan uzak tutmak için çabalıyordu, “Demek ki hayvanlar suyu görüyordu.”
Çobanların sayısı çoğul olduğu için en az üç kişiden hesap etsek, bu üç çobana da otuzar adet hayvan taksim etsek, 3×30= 90 hayvan eder. İki kız kardeşin himayesinde olan 30 hayvan daha eklersek, 4×30= 120 hayvan eder.
Ayette hayvanları suya sizin götürdüğünüz belirtilir. Şimdi sizde bu 30 hayvanı diğer hayvanların su içtiği kuyuya sürseniz o dört metrelik alanda aynı anda 120 hayvan nasıl sulanabilir?
-Sulanamaz.
Dincilerin masalında olduğu gibi kuyudan kovalarla su çekmeye kalkışsanız yeniden katil olmamak elde değildir.
+Taşıma suyla değirmen mi döner?
Çoban-lar ve hayvan-lar dediğimiz çoğul ifade bir ya da iki adet değildir. Yüzlerce ve belki de binlerce sayıda bile olabilir.
Ben bunu göz ardı ederek daha az sayılarla bir şey izah etmeye çalışıyorum.
Hadi 120 hayvan olmasın da 80 hayvan olsun. 80 hayvanı dört metrelik bir alanda hepiniz aynı anda yine sulayamazsınız. Hayvanların sayısını azaltmak sorunu çözmeyecek aksine daha da karmaşık hale getirecektir. Çünkü hayvan sayısı azaldıkça her hayvanın suya daha çabuk doyup alanı terk etmesi de gerekecektir.
Öyleyse iki kızın bundan bir sıkıntı duyması da anlamsız kalacaktır.
Hepsi bir yana, o kuyuda su bile yoktur. Ayetlerde bahsedilen gerçeklerde ise “kuyu yoktur” sadece su vardır. Ve o su şu anda da olmak zorundadır.
Medyen’de olmanız coğrafya olarak zaten ayetlere aykırıydı. Bu sebeple Medyen iddiası neresinden tutulursa tutulsun ellerinde patlar.
Bir spoiler vereyim. Medyen’ deki kuyu muhtemelen Hz. Yusuf’un atıldığı kuyudur. Ve Hz. Yusuf’un Mısırda hangi karakter olduğunu bilmekteyim. Kısmet olursa onunda hikâyesini yayınlayacağım.
Ayetler ışığında ortaya çıkan gerçekler üzere siz. kesinlikle Afrika kıtasındasınız. Bu sebeple! Şu andan itibaren anlatılacak olan her şey “siz Kızıldeniz’i yarıp geçene kadar” Afrika kıtasına özel olacaktır.
Buraya kadar öğrendiğimiz iki gerçek var.
1- Nil nehrine değil Kızıldeniz’e atıldınız.
2-Medyen şehrine gitmediniz. Madin halkının yanına gittiniz.
Siz Kızıldeniz’den geçene kadar ayetlerin bize vereceği tüm bilgiyi Afrika kıtasında aramalıyız. Ve Hz. Muhammed’in de ayetler ışığında öğrendiği gerçekler gibi, bizde sizin Risalet’inize Afrika kıtasında şahit olmalıyız.Şuraya bir Afrika haritası koyalım. Bu andan itibaren siz asanızla Kızıldeniz’i yarıp geçene kadar, Kur’an’ın anlatacağı tüm bilgileri bu coğrafyada işleyeceğiz.
Siz doğuya değil batıya yön çizdiniz. Batıya gittiğinizde ilk durağınız çobanlık ve tarımcılık ile uğraşan bir toplumdu.
– Bunlar gayet mantıklı açıklamalar. Peki, söyle bakalım ben nereye gittim?
Efendim Kasas suresi 20. ayetinde Mısır’dan kaçmanız için sizi uyaran kişiyle olan görüşmenizden sonra, Mısır ülkesi sınırından hızla çıkmak üzere hazırlandınız. Doğuya gidemezdiniz çünkü isminiz geçiş noktalarına ulaştırılmış ve kolluklara bildirilmişti.
Sizin için tek yön vardı, o yönde batı yönüydü. Ayetlerle ilerleyelim.
Kasas suresi 21- O ise korku ve panik halinde; “Rabbim, beni zalimler topluluğundan kurtar” diyerek hemen oradan uzaklaştı.
– Bu sözcükler aynen ağzımdan döküldüğü gibi. Ne günlerdi ama… Devam edelim…
Kasas suresi 22- Ne zaman ki bir başına Manden’e döndü ve dedi ki: “Umarım Rabbim bana rehberlik eder ve bir fırsat verir.”
Efendim işte buradaki “madin” sözcüğü üzerine dinciler sizi bu günkü Medyen şehrine gitti derler. Fakat ayette sizin için “madin” şehrine gitti demez.
Ayetteki “madin” sözü “Medyen şehri” demek değildir. Şayet siz Medyen şehrine gitmiş olsaydınız ayet sizi Medyen “şehrine” gitti diye belirtirdi. Fakat ayetin bize aktardığı ifadede derki, “Madin halkının” yanına gitti.
Demek ki Musa herhangi bir şekilde mevcut şehirlerden hiçbirine gitmedi. Zaten gidemezdi, çünkü Mısır hükümdarlığı tarafından tanıdık bilindik biriydi.
+Şehire gitmesiyse nereye gitti?
Kırsalda yaşayan bir halkın yanına gitti efendim. Çünkü hayvancılık kırsalda yapılır.
+Bu çok mantıklı. Yalnız o kırsal neresidir nasıl bir coğrafyadadır anlat bakalım.
Elbette. Kasas suresi 23- Ne zamanki 15, 1’e vardı, orada sulama yapan bir topluluk gördü. O topluluğun gerisinde ise bekletilen iki kadın gördü. Dedi ki: “Sizin sorununuz nedir?” Onlar dedi ki: “Çobanlar çekip gitmeden biz sulayamayız. Babamız büyük bir şeftir.”
-15, 1 de neyin nesi?
+Efendibaba o sayılar muhtemelen bir mevkiinin kodlamasıdır.
Doğru efendim NaramSin. 15, 1’in açıklamasını az sonra yapacağım. Ondan önce ayetin metni üzerine bir iki cümle etmemiz gerekiyor. Bu ayeti okuyan dini bütün ahlak timsali hocalarımız iki kızın çobanların arasında hayvan sulamalarının ahlaki yönünü ele alarak yorumlar. Peki, Allah diğer çobanların erkek olduğunu söylemiş mi ki?
Kadın çoban yok mudur? Yok, olmaz diyenler ayeti tekrar tekrar okusunlar. Çünkü ayetteki kızlarda hayvanlarını gütmektedir. Ahlak bekçiliği yapacaklarına ayetin ne anlatmak istediğini anlamaya çalışmak daha isabetli olacaktır.
Siz batıya yol alırken izlediğiniz rota çöl yolculuğu olamazdı. Sizin izlediğiniz rota Afrika kıtasının yeşillik alanına sahip olan Sudan, Nijer, Çad ve Mali hattıydı. Bu hat üzerinde ilerlerken tam “Mali ve Nijer” sınırında bulunan su göletlerinin olduğu yere vardınız.
Orada gördüğünüz insan topluluğu yani çobanlar Mande halkı mensubu kimselerdi. Sizde o anda Manden ülkesinin antik topraklarında bulunuyordunuz. Ve işte tamda burada siz ayetteki “Manden (madin) suyuna” vardı cümlesini tanımlamış olmaktasınız. Orada biraz serinleyip kendinize geldiniz. Sonra etrafta olan bitene dikkat kesildiniz. Efendim siz etrafta olan biteni izlerken, ben aynı kökten gelen Mande ve Madin sözcükleri üzerinde bir açıklama yapayım.
Mande halkı: Bugünkü Mali ülkesinin toplumuydu. Antik zamanlarda ülkenin sınırları Senegal’den Nijer ülkesine kadar uzanıyordu. Mandinka halkı günümüzde, Güney Mali, Gambiya, Güney Senegal ve Doğu Gine’de bulunan bir Batı Afrika etnik grubudur. Yaklaşık 11 milyon nüfusuyla Mandé halklarının en büyük alt grubu ve Afrika’daki en büyük etnolinguistik gruplardan biridir. Batı Afrika’nın çoğunda ortak dil olan Mande dil ailesindeki Mandi dillerini konuşurlar. Geçimleri çiftçiliktir ve kırsal alanda yaşarlar. Alternatif yazım biçimleri arasında Maninka, Manding, Mandinga, Mandingo ve Mandinko bulunur. g (k) li biçimler yalnızca 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başı edebiyatında bulunur. Bundan öncesinde rastlanmaz. Madin halkının ülkesi olan “Mali” Mande halkı isminin Fulanice telaffuzuydu. Bu tanım değişimine bir ses değişiminin yol açtığı, Fulani dilinde bazı harflerin /nd/’ nin /l/’ ye yükselerek “Manden” sözcüğünün /mali/’ ye dönüşmesiyle sonuçlandığı söylenmektedir.
Manden halkının isim tanımı “Mande, Mandi, Madin” biçiminde sadeleşmektedir. Ayetteki “Madin halkı” binlerce senedir varlığını korumuştur. Allah ise Hz. Muhammed’e hitaben “Sen Madin halkının içinde hiç bulunmadın” demektedir. Ama demez ki!
Sen “Medyen şehrinde” hiç bulunmadın? Bu çok önemlidir! Çünkü Hz. Muhammed efendimiz ile Medyen adlı şehir aynı coğrafyada aynı milletten oluşmaktadır. Ticaret yolları ile de sürekli bir etkileşim içindedir.
Madin halkı ise Afrika kıtasında yaşayan zenci bir etnik guruptur. Hz. Muhammed’in konumu nere, Afrika Mande halkının konumu nere… İşte böylece ayetin ne demek istediği tam olarak anlaşılmıştır.
Efendim dinlendiyseniz annemizin size ihtiyacı var.
-Hadi bakalım,
Bir baktınız ki diğerleri iki kızı engelliyorlar ve onlarda hayvanları sudan uzaklaştırmak için çabalıyor. Onların yanına gidip neden böyle davrandıklarını sordunuz, onlar da çobanlar hayvanlarını sulamadan kendilerinin sulama yapamayacağını söyledi. Ve muhtemelen kendilerini tanıtmak amaçlı, babalarının önemli bir şef olduğunu belirttiler. Ayette babalarının “şeyh” olduğunu söylerler. Şeyh terimi birden fazla anlam barındırır. Önemle üzerinde durulması gereken anlamı mealcilerin dediği gibi “ihtiyar/yaşlı” demek değildir. Baskın ifade bir toplumun sözcüsü, yönlendiricisi anlamındadır. Asya kıtasında şeyh sözcüğünün Afrika kıtasındaki karşılığı “Şef” demektir.
Tabi o anda sizin gözleriniz parlamış olmalı. Kim olsa aynı halde gözleri parlardı. Sizde bu fırsatı değerlendirmenin iyi olacağını düşündünüz. Onlara yardımcı olup hayvanları suladınız. Bu yardımseverliğiniz sonrası iki kız kardeş evlerine vardığın da güçlü kuvvetli bir yabancının kendilerine yardımcı olduğunu babalarına anlattılar.
Peki, burada soru şu! Hayvanlar kendi başlarına da suya gidip sulanacağı gerçeği varken, neden kızlar hayvanlarını sudan alı koyuyorlardı?
–Yapamazlardı çünkü Madin halkı ile Nijer halkı arasında binlerce senedir süre gelen bir gerçek vardır. O gerçek Afrika’da binlerce insanın ölümüne sebep olan, “hayvancılık ve tarımcılık” gerçeğidir.
Açıklama için teşekkür ederim efendim. Bu gerçeklik “Nijer halkı ile Mali halkı” arasında binlerce senedir var olan bir sorundur. Bugün, günümüzde dahi devam eden kanlı bir kavgadır. Ve bu duruma devletler el atmış olsa da bir çözüm üretememişlerdir. Çünkü coğrafyaları buna müsaade etmiyor. Bir taraf kurak, diğer taraf yeşillik arazidir. Çobanlar meralara ihtiyaç duyarken, meracılar ise suya ve tarımcılığa ihtiyaç duyuyor. Bu çok uzun mesele…
O sebeple kızlar babalarına sizin güçlü kuvvetli ve cesur olduğunuzu söylediler. Babaları da sizin onlara yardım etmiş olmanıza karşı sizi evlerine davet etti. Çünkü o bir şefti ve onun adı Hz. Şuayb’ tı.
+Vay canına efendibaba nereden nereye…
–Bu açıklamaların insanı şaşırttığına hiç şüphe yok. Devam et evlat sonra?
Yahudiler şöyle der. “Hz. Şuayb Tevrat’ta adı “Yitro” olan kişidir. Ve Mezopotamya topraklarında yaşamıştır.” Yalanları da kırk yamalı bohça gibidir. Neresinden tutulsa elde kalıyor. Onların bu yalan tarihleri arasında öyle iğrenç iftiralar da var ki gerçekten iğrençlik derecesindedir.
–Hep sapık ve sapkınlardı. Hiç değişmediler…
İşte bu iğrençliği tarih diye yazanların sayfalarına bakan bizim dini bütün İslamcılar, onların bu yalan dolu tarihleri arasından bilgi çıkartmaya çalışıyor. Neden onların yazdığı tarihe ihtiyaç duyuyorlar ki? Yoksa bunun sebebi Kur’an’ın onlara kendisini kapatmış olması mı?
İşte siz efendim Musa. Siz tüm dinlerin ve tarihin en kapsamlı en derin ve en karmaşık olan karakterisiniz. Onların aksine sizi anlatacağım tek kaynak Kur’an kitabıdır. Sizi anlamak ve anlatmak için başka hiçbir kaynağa gerek bile duymuyorum. Ve Kur’an bu konuda nasıl ve ne kadar yeterli olurmuş herkese yine ispat edeceğim.
Anlattıklarıma anlam veremeyenlerden duyduğum bir sözü paylaşayım,
“Bunları Kur’an’da biz neden göremiyoruz?”
Bunu şöyle cevaplayayım. Ya hazır değilsiniz ya Allah’a güvenmiyorsunuz ya da Kur’an’a inanmıyorsunuz. Konumuza dönelim.
Allah her millete bir elçi gönderdiğini açıkça bildirir. Hz. Şuayb ise zenci milletinin elçisidir ve kendisi de bir zencidir. Bunun açıklamasını Hz. Şuayb’ın kıssasına değindiğimde anlaşılabilir biçimde izah edeceğim.
Günümüz ata inancına nazaran bu açıklamalar biliyorum ki bazılarına göre “hadi be sende” dedirtecek kadar vardır. Fakat onların bu tutumları Kur’an’i hakikatleri değiştirmeyecektir. Kur’an biricik kaynaktır. Allah’ın sözüdür ve rehberliği bizi buraya kadar getirmiştir. Yahudilerin hikâyeleri ise koca Dünyayı ve onlarca milleti hiçe saymaktadır. Bu yanda Kur’an gerçekleri, öte yanda Yahudi yalanları var. Asıl ben onlara diyorum, “hadi oradan!”
Allah’ı Dünya coğrafyasından muaf tutanlar, Real hayatın içinden çekip çıkartanlar, hayali bir hayat inşa ettiler Allah ’ıda Mezopotamya topraklarına haps ettiler. İnsanları da kendi süslü imamlarının süslü sözleriyle Yahudi yalanlarına inandırdılar. Onlara kalsa Allah sürekli Mezopotamya’da birkaç kişiyle uğraşmıştır. Sanki Dünyada başka coğrafya ve başka millet yokmuş gibi…
Allah Kur’an kitabı için “Bu kitap Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir” der ve “Onda şüpheye yer yoktur” diye kesip atar. Kitabın içeriğinin oluşturulmasın da ise, “O numaralandırılmış kitaptır” der. Ve bunun yanında Allah, kendisinin “her şeyi ama her şeyi sayılarla hesap ettiğini söyler.” Şunu da belirtir! “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” Bir de derki: “Bu kitap size yeter” Ve yine ekler. Biz her millete elçi gönderdik. Öyleyse bunlar ne demektir?
-Ne demektir delikanlı?
Bu şu demektir efendim, sizin Madin suyuna vardığınız mevkii her neresi ise kesinlikle Kur’an ayetleri içinde verilmiş olması gerekir. Kur’an kitabında mevzu edilen yerler, Dünya coğrafyasında varlığını halen sürdürüyor olması gerekir. Aksi takdirde Kur’an kendisinin yeterli olacağını nasıl iddia etsin ve neden iddia etsin?
Kur’an’ı kendimize göre şekillendirmeyi bırakıp, kendimizi Kur’an’a göre şekillendirmeliyiz.
+Şimdi bize koordinat lazım.
-Görelim bende merak ettim.
Kur’an sayılarından çıkartacağım koordinat, sizin çobanlar ile ve ileri de eşiniz olacak annemizle karşılaştığınız mevkiinin neresi olduğunu gösterecektir.
Üstteki bilgileri ortaya çıkarttığımız sure, Kasas suresidir. Şu ana kadar sözlerinden istifade ettik. Şimdiyse o sözlerin sayılarından istifade edeceğiz. Ve ortaya çıkacak olan sayısal veriler şimdiye kadar anlattığı sözleri onaylayacaktır.
-Sayılar nasıl işimize yarayacak?
Sayılar bize coğrafik konum için lazım. Yapacağım işlemler sonrası elde ettiğimiz sonuçları koordinat işlemine tabi tutacağım ve böylelikle sizi GPS gibi izlemiş olacağız. Buna ise belgelemek denir. Kasas suresi 28. suredir ve 88 ayetten oluşur.
28 ve 88 sayılarını yan yana getirip 19’ a bölersek sonuç,
2888/19= 152’dir. 19 sayısının kalansız bölünenidir ve 152 sayısı da 19’ un katıdır. 8×19 “Üzerinde 19 vardır”
19 sayılı sonuçlar tanrısal matematiğin sayısal düzenidir. Bunları bir insanın hesap ederek kitap tasarım etmesi olanaksızdır. Kasas suresi içinde sizin adınıza düzenlenmiş ayet sayısı, 46. ayete kadar olan bölümdür.
Kasas suresinin ilk ayeti hurufu makatta diye tanımladığımız sözlerle başlar. Bu sözlerin sayısal değeri şöyledir.
Kasas suresi 1– “Te 400 Sin 60 Mim 40’tır.”
Bu sayıları toplama işlemine tabi tutalım. 1+4+6+4= 15 Şimdi 46 ayeti tanımlayan 46 sayısını toplama işlemine tabi tutalım. 4+6= 10 sayısal değerler 15 ve 1’dir. Bu iki sonucu az sonra yine göreceğiz.
Şimdi kıssanızı konu edinen 46 ayeti tamamını toplayalım.
Ayet sayılarının toplama işleminde elde edilecek sonuç,
1+2+3+4+5+6+7+8+9+10+11+12+13+14+15+16+17+18+19+20+21+22+23+24+25+26+27+28+29+30+31+32+33+34+35+36+37+38+39+40+41+42+43+44+45+46= 1081’dir.
46 ayetin başını çeken Kasas suresinin Kur’an’daki sıra numarası olan 28 sayısını da aynı halde 46 kez toplarsak sonuç,
28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28+28= 1.288’dir.
Elde edilen sonuçlar: 400, 60, 40 1081 ve 1288’dir. Bu sayılardan öyle bir sonuç elde etmeliyiz ki, hem bizi Madin halklarının olduğu coğrafyaya götürmeli hem de sizin eşiniz ve çobanlarla karşılaştığınız suyun bulunduğu mevkie götürmeli.
Tüm sayıları yan yana toplayıp o sayıları 19 sayısına böleceğim.
1081+1288+400+60+40= 2869 / 19 = 151 sonuç 151’dir. Şimdi! 19 ölçüsünü referans alarak yeniden elde ettiğimiz 15,1 sayısını koordinat verisi kabul edelim ve haritalarda işleme tabi tutalım.
15, 1 sonucunun bizi götürdüğü bölge budur.
Burası tam olarak Mali ve Nijer sınırında bulunan su göletleridir. Tombala…
+Vay canına! İşte nokta atışı diye ben buna derim.
Su göletleri elli ila yüz metre genişliğe sahip olup, binlerce hayvanın aynı anda sulanmasına imkân sağlayacak büyüklüktedir.
Kitabın sözleri kadar sayılarının önemi de aynıdır. Çünkü Kur’an için söylenen “O numaralandırılmış bir kitaptır” ayeti, sadece surelerin ve ayetlerin kitap içinde ki sıralarını belirtmesi için değildir. Aynı zamanda Allah’ın, varlık âleminde ki her şeyi sayılar ile hesaplamıştır ayetinin, kitabın için de aynı halde kodlamış olduğunu söylemesidir. Kur’an kendi kendini ispat etmek ile yükümlüdür. Çünkü iddiası öyledir.
Bizi sözleriyle yönlendiren Kur’an, kendi bünyesinde tuttuğu sayılar ile en doğru sonuçlara ulaştırmaktadır. Benim ise rehberim sadece Kur’an’dır.
+Efendibaba bu çok iyiydi değil mi? Aferin evlat aferin.
-Bu olağan üstüydü. Gerçekten çok etkileyiciydi. Seni tebrik ederim. Anılarım canlandı… Lütfen devam et…
Coğrafya sıcak mı sıcak, sonuçta orası Afrika. Şu an resimde görünmüyor fakat o su göletlerinin etrafında ağaçlar var. Siz iki kız kardeşe yardımcı olduktan sonra bir gölgeye çekildiniz, bu kısmı ayetten dinleyelim.
Kasas suresi 24- O da sulamayı onlar için yaptı ve gölgeye çekildi. Dedi ki: “Ah Rabbim sen bana ikramda bulunmuştun fakat ben yine muhtaç kaldım.”
Fakat siz yine gözdesiniz. Bakınız Allah size nereden kapı açtı.
Kasas suresi 25- Sonra içlerinden biri utana sıkıla onun yanına geri geldi ve dedi ki: “Babam, bize yardımcı olup suladığın için seni davet ediyor.” Oraya gidip olan biteni anlattığında, Şef dedi ki: “Artık endişe etme sen o zalimlerden kurtuldun.”
Bu vesile ile Hz. Şuayb ile tanıştınız. Sizi güzelce ağırladılar karnınızı doyurdular. Başınızdan geçenleri olduğu gibi anlattınız. Siz bunları anlatırken dürüstlüğünüz birilerinde hayranlık uyandırdı. Sonra,
Kasas suresi 26- İçlerinden biri dedi ki: “Baba ona hemen iş ver, çünkü o iş verilebilecek güçlü ve güvenilir biri”
Efendim birilerinde hayranlık uyandırmışsınız…
-Oraları karıştırma… Sen konuya odaklan sonra ne oldu…
Aslında Hz. Şuayb’ın böyle bir yönlendirmeye ihtiyacı yoktu. Çünkü o da Allah’ın elçisiydi ve Allah sizi, siz farkında olmadan ona yönlendirmişti.
Kasas suresi 27- Dedi ki: “Bana sekiz sezon hizmet etmen karşılığında şu iki kızımdan birini seninle evlendirmek istiyorum. Şayet on sezona tamamlarsan oda sana kalmış. Seni zor durumda bırakmayacağım. İnşallah beni dürüst biri olarak bulacaksın.
Dürüstlüğünden hiç şüphemiz yok efendi Şuayb baba. Hz. Şuayb’ın sizden 8 sene ve eğer sizde uygun görürseniz bunu 10 seneye bağlamanızı istemiş olduğu konuşmanın, sayısal verilerine bakalım. Çünkü bu sayılar çok fazla anlam barındırıyor. Ayrıca tamda bu ayette bulunması ise ilahi bir hesap işidir. Şaşırtıcı sonuçlara hazır olun…
Sure ve ayet numaralarını topluyorum sonuç, 2+8+2+7= 19’dur. Ayet içinde geçen “8 ve 10” sayıları ile yapılacak işlem yine 19 sayısını verir. Şöyle ki, ayet 27 ve ayet içinde 8 ile 10 sayıları toplaması 2+7+8+1+0= 18’dir. 18 sayısına sure numarası eklenirse sonuç yine, 1+8+2+8= 19’dur. Böylelikle bir adet 18 sayısı iki adet 19 sayısı elde etmiş oluruz. Birde şu var. 46 ayetten oluşan kıssanızdan 27. ayeti çıkarırsak bir 19 sayısı daha elde ederiz. 46-27= 19’dur. Bunun yanında 46 ve 27 sayısının da toplananı da, 4+6+2+7= 19’dur. Böylelikle 4 adet 19 sayısı elde etmiş oluruz. Birkaç 19 sayısı daha var. 27. ayet içinde ki 8 ve 10 sayılarını, kıssanın son ayetini temsil eden 46. ayetin 4 ve 6 sayılarının toplama işleminde görürüz. 8+1+0+4+6= 19’dur. Bu 19 sayısı ile elde olan 19 sayısı 5 adettir. İki adet 19 sayısı daha var. 19 sayısını elde ettiğimiz tüm sayıları toplarsak sonuç, 2+8+2+7+8+1+0+4+6= 38’dir. Böylelikle 19 sayısı 7 adet eder.
Sure ve ayet numarası 19 sayısını doğurdu, tüm sayıların toplamı ise 38 sayısını doğurdu. “19 ve 38” Bu iki sayı da daha başka sırlar da var.
-Bakalım nerede karşımıza çıkacaklar…
+Bu iki sayının ne olduğunu zaten biliyorsundur. Belli ki bizi meraklandırmak için böyle söylüyorsun. Çıldırtırsın adamı…
Efendi NaramSin bu iki sayı, harika tanrısal bir kodlama. Zamanı gelince Efendimiz Musa’ya ve bana yol gösterecek.
Ondan önce Afrika kıtasında Resul’ lük törenine davet edildiğimiz için Tuva vadisine gitmeliyiz.
Az kalsın unutuyordum! Hz. Şuayb ile olan sohbetinizden doğan bir adet 18 sayısı ve yedi adet 19 sayısı var. Onları açıklayayım. Hepsini topluyorum.
18+19+19+19+19+19+19+19= 151 bu sayı sizin “Madin suyuna” vardığınızda coğrafik koordinatınızdı. Ve Şuayb babanın memleketinin de o andaki mevkisidir.
Kur’an’da tesadüfe yer yoktur.
Merak edenler haritalar kısmına 15, 1 yazıp kontrol etsin.
–Yaratıcı tam bir matematikçi. O her şeyi sayarak hesap etmiştir.
Kur’an’ı Hz. Muhammed’in uydurduğuna inananlar var. Ve bunların içinde öyle yüksek diplomalı insanlar var ki Kur’an’ı müteaddit okuduğu halde Kur’an’a inanmadıklarını belirtiyorlar. Gerçekten şaşılacak bir durum.
+Evlat inanmayan inanmaz. Ha şunu belirteyim onlarda kendilerince haklı. Çünkü Kur’an inanılmaz bir kitaptır. Anladın sen!
Efendim NaramSin harikasınız!
+Öyleyim.
-Allah muhabbetinizi artırsın, sonra?
Ecmain efendim. Sonrasına gelmeden Hz. Şuayb’ın aslen Afrika kökenli olduğunu izah edelim. Şimdi yapacağım açıklama Hz. Şuayb’ın kıssasından önemli bir detaydır. Bu ayrıntı, Hz. Şuayb halkının zelzeleye uğraması ile ilgilidir. Kıssanın özeti şöyledir.
Hz. Şuayb ölçüyü ve sınırı ihlal eden halkına gerekli açıklamaları defaatle yapar, fakat halkının gidişatında bir değişiklik göremez. İşler son raddeye geldiğinde Hz. Şuayb Allah’tan gerekli olan neyse onun gerçekleşmesini Araf suresi 89 ayetinde ister. 91. Ayette ise Allah cezayı keser.
‘Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında ‘Sen hak ile hüküm ver,’ Sen ‘hüküm verenlerin’ en hayırlısısın.” Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu ve kendi yurtlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar.
Nijer halkını bir zelzele yakalar. Haritada gördüğünüz mavi çember Nijer ülkesinin tektonik plakasıdır. Kur’an’da Hz. Şuayb’ın halkını “sarsıntı” yani “zelzele” yakalamışken, lütfen dikkat ediniz! Hz. Salih’in Semud halkını ise “ses” yani “sayha” yakalamıştır.
Semud halkını zelzele vurmadı! çünkü dağları ve kayaları oyarak bıraktıkları eserleri ibret için kendilerinden sonraya kalması icap ediyordu. Nijer halkını ise zelzele vurdu. Aynen ayetlerin belirttiği gibi…
-İşte bu çok özeldi.
+Evlat tebrik ederim, ayrıntılar dikkatinden kaçmıyor.
Teşekkür ederim efendilerim. Şunu da belirtmeli, Hz. Şuayb’ı, ezbere göre gelişigüzel sizin kayınpederiniz olduğunu söylemedim. Bunu Kur’an üzerinden hesaplı biçimde gösteriyorum. Kur’an bunu bile atlamamıştır!
Şimdi kaldığımız yerden “Hz. Şuayb ile Musa” efendimizin konuşmasına geri dönelim.
Kasas suresi 28- Musa dedi ki: “Bu ikimizin arasındaki bir sözleşmedir. O iki süreden hangisini yerine getirirsem fark etmez, bana bir zorluk çıkartılamaz. Ve Allah sözleşmemizin vekilidir.”
Efendim bence siz o süreyi sekiz senede bitirdiniz. Ben daha önce bunu on seneye tamamladınız diye düşünürdüm fakat artık sekiz sene olduğunu düşünüyorum.
–Nereden belli?
Çünkü bir sonraki ayette “eayila/ailesi” ile yola çıktı demez, onun yerine “ahl/ehli” ile yola çıktı der. Bence yanınız da eşinizden ayrı aile efradından bir başkası daha var. O kim acaba…
– Güzel bir sekiz seneydi, ikramda bulunana hamd olsun. Dikkatini açıklanmakta olana ver. Merak ettiklerin konu içinde aydınlanacaktır.
Tamam efendim. Yalnız devam etmeden önce burada olanları belirtelim.
Burası Mısırdan sonraki ikinci kısımdır. İkinci kısımda doğruladıklarımız ise şunlardır.
1- Hz. Musa Mısır’dan orta Afrika’ya 15,1 ‘ e gitmiştir.
2- Hz. Şuayb ile burada tanışmıştır.
3- Hz. Şuayb Manden halkından bir zenci şeftir.
4- Su göletleri ve çobanlar anlatısı burada yaşanmıştır.
Devam ediyorum.
Kasas suresi 29- Musa süreyi doldurup “ehli” ile yola koyuldu fakat yol ayrımında yanıldığı için kaldılar. Ehline dedi ki: “Kaybolduk. Fakat Fas (الطور _ alttwr) yönünde sanki ‘bir ateş’ gördüm. Belki oradan bir bilgi alırım ve belki size bir ateş parçası getiririm telaşlanmayın.”
Çok kritik bir ayete geldik efendim. Bu ayet bir açıklama gerektiriyor. Müfessirlerimiz bu ayetteki “alttwr/Fas” sözcüğüne şöyle meal verirler. “Tur dağı” “Sina dağı” bu yanlış meallendirme öğrenilmiş çaresizliğin sonucudur. Onlar sizin Medyen adlı yere gittiğinize körü körüne inanıyorlar.
Bu anlayışta sadakat Kur’an’a değildir.
Ayette “Tur dağı ve Sina dağı” demez! Ve bu ayette dağ sözü ise hiç geçmez! Hatıralarınız arasında bir dağ var fakat o dağ, kıssanızın bu coğrafyasında geçmez. O dağın hangi dağ olduğunu vakti geldiğinde inşallah en güzel biçimde izah edeceğim. O vakit Medyen’ciler yine hayal kırıklığına uğrayacak. Bunun için hiç üzgün değilim.
Biz daha en başta sizin Asya topraklarına gitmediğinizi Afrika’nın batısında almış olduğunuz Risalet vazifesinin anlatıldığı ayetlerde gördük. Ve bunu coğrafya üzerinde görsel olarak da resmettik. İşte ancak o doğru başlangıç bizi, böyle doğru bir sonuca götürdü.
Ekstra bilgi. Din kültüründe, Kur’an’da sadece Mısır ülkesinin adı geçer diye öğretilir. Bu cahillerin kültürüdür. Kur’an’da daha önce “Akad” ülkesi geçtiğini bir yazıda belirtmiştim. Bu yazıda da belirteceğim. Yine başka bir yazı da Ürdün’ün “Amman” şehri geçtiğini de yazmıştım. Şimdi “Fas” ülkesinin de geçtiğini gördük. Kültürümüz bir tık daha arttı. Allah en güzel münevverdir.
Ayette belirtildiği üzere yolu karıştırıp kaybolduğunuz vakit Fas tarafında dikkatinizi çeken ‘bir ateş’ gördüm demenizdir. Gözünüze bir ışıklanma yansımış olduğu anlaşılıyor. Ama bu nasıl bir ateş? Acaba çoban ateşi gibi bir şey mi?
-Gerçeği görünce çok şaşıracaksın. Kısaca anlatayım. Yolu karıştırmıştım ve kaybolmuştuk. Bende etrafı gözlemleyip ne tarafa gitmemiz gerektiğini anlamaya çalışıyordum. Öyle etrafa bakınırken gözüme gökten yere doğru düşen bir parlama ilişti. Onu takip ederken baktığım yöne düşer gibi oldu. Sonra orada belli belirsiz bir ateş dikkatimi çekti. Bende gayet doğal olarak orada birilerinin olabileceğini düşündüm. Sonra bizimkilere dönüp oraya gidip bir bakacağımı, mümkünse ya oradan bir bilgi alacağımı ya da bir “meteor” parçası getireceğimi söyledim. Gerisi sende,
Açıklamalar için teşekkür ederim efendim.
Neml Suresi 7- Musa ailesine şöyle demişti: “Gerçekten bir ateş gördüm gibi. Belki oradan bir bilgi alırım ve belki size bir meteor parçası getiririm telaşlanmayın.”
Demek o fark edilen ilk parlama bir meteordu! Ayetin son cümlesinde “bi–shibab– بشهاب” meteor sözü açıkça geçer. Demek dikkatinizi o yöne çeken parlama buymuş Ve bu parlama, tarihin bilinen en eski yerleşim yerlerinden biri olan, asırlardır var olup dimdik ayakta duran Fas ülkesi yönüne bakınırken gözünüze ilişmişti. Tam o yöne doğru bakarken, uzaklarda belli belirsiz bir ateş gözünüze ilişti.
-Belki meteor görüntüsü oluşturan şey başka bir şeydir. Bakalım bunu anlayabilecek misin?
+Efendibaba o dersini çalışmıştır. Bence şaşırmaya hazır olun.
Doğru efendim. Desteğiniz için de teşekkür ederim. Efendim ayetler müthiş sırlarla dolu… Hazır olun.
Neml Suresi 8- Ne zamanki oraya vardı, kendisini şöyle karşıladılar; “Burak’ın” içinde olanlar da ateşin çevresinde olanlar da mübarektir. Ve hamd galaksilerin yaratıcısı olan Allah’adır!” diye ilan ettiler.
–Hamd galaksilerin yaratıcısı olan Allah’adır.
+Hamd galaksilerin yaratıcısı olan Allah’adır.
Hamd galaksilerin yaratıcısı olan Allah’adır.
Efendim vay canına! Ayetin benliğimde oluşturduğu heyecan o kadar başka ki anlatamam. Şaşkınlıktan sebep neyi nasıl izah edeceğimi şaşırmış durumdayım. Bu müthiş!
Efendim oraya vardığınız da bir baktınız millet ateşi yakmış sizi bekliyor. Siz oraya varınca, onlar kendilerini böyle tanıttılar ve sonra Allah’ın seslenmesinden önce Allah’ı resmiyet içinde bir tören havasında takdim ettiler. Bu muhteşem! Sonrasında Allah’ın sesli biçimde konuşması ise çok daha muhteşem.
İnsanlar bu ayetteki Allah’ın bir insan ile konuşma meselesine bir türlü anlam veremediler. Kimileri Allah’ı yanan bir ağacın üzerinden konuştu sandılar. Kimileri ağaç üzerinden konuşmadığını bunun Allah’ı şekillendirmek olduğunu savundu. Kısacası bu konuşmaya doğru düzgün bir açıklama şimdiye kadar getirilmedi. Allah’ın bir perde olmadan yani sesini soğurma edecek herhangi bir engel olmadan kimseyle konuşmayacağı Şura suresi 51. ayette bildirilir. Şimdi daha iyi anlıyorum ki Allah’ın sesini soğurma eden teknik, Burak adlı aracın teknolojisinde saklıdır. Şura 51. Ayet ışığında anlaşılıyor ki Allah, sizin ile Burak adlı araç üzerinden kendi sesiyle konuştu. Demek Allah’ın sesini soğurma işini bir ağaç değil, “Burak” adlı araç yapmış.
-Muhteşemdi! Allah ilmini artırsın.
Teşekkür ederim… Efendim, hikâyesi Hz. Muhammed’e dayanan, Burak adlı bir taşıtın olduğu rivayetler vardır. O Burak adlı taşıta Hz. Muhammed’de binmiştir. Fakat Hz. Muhammed’in hikâyesine doğru olmayan bir şey eklenmiştir.
Hz. Muhammet’in “sırtına bindiği Burak canlı bir varlıktır.” Bir binek olması hariç, “canlı kısmı” beni hep düşündürmüştür. Canlı varlık olması bana hep masal gibi gelirdi.
–Ne değişti?
Çünkü bu ayette Burak denen taşıtın “içinde olanlar” der. Bu ifade de Burak adlı taşıtın canlı bir varlık olmadığını, içine binilmek suretiyle tanımlanan bir araç olduğunu görmekteyim. Acaba Burak adlı taşıt, bir çeşit yapay zekâ donanımlı olabilir mi? Acaba o sebeple mi rivayetlerde canlı varlık tezahürü oluştu? Evet bu mümkün olabilir…
Bana bu gizemli bilgiyi açan Rabbime şükürler olsun.
Efendim şimdi her şey daha berraklaştı. Musa’nın ailesine meteor diye tarif ettiği şey aslında Burak adlı taşıtmış. O anda ağzınızdan çıkan tüm konuşmalarınızı ayetler bize aynen olduğu gibi yansıtmaktadır. Onu gökten ışıklar içinde kayar vaziyette görmeniz, sizin onu meteor sanmanıza sebep oldu.
At ve deve sırtında seyahat ederken, böyle yüksek teknolojik bir gök taşıtının o çağda karşınıza çıkması kim bilir sizde nasıl bir şaşkınlık yaratmıştır.
-Evet, onu bana sor. Yaşayan bilir…
+Efendibaba çok şanslısın. Ben senelerce at sırtında hep göklerdeki bineklerin hayalini kurmuştum. Anlatılarda sizden bize aktarılan hikâyeler beni hep büyülemişti. Görüyorum ki binlerce seneler sonra bu evlatta büyülenmiş gibi…
Öyle efendi NaramSin, hem de çok etkilendim.
Musa efendimiz kıssasını bize taşıyan bazı ayetleri bir araya getirip konuşmaları birbirine bağlayacağım. Bu “özet” Kur’an’ın farklı sure başlıkları altında bulunan kısımları birbirine bağlayarak, bize Allah ile olan konuşmanızı özet olarak dinletecektir. Bu özel konuşmanın öncesi, Meryem suresinde 52.ayetinde şöyle tanımlanır. Ve ona Fas’ın güney tarafından seslendik ve onu gizli bir konuşma için yaklaştırdık.
Fas’ın güney tarafı! Bunun tüm detayları alttaki konuşmanın ilk cümlelerin tam olarak verilmiştir. Konunun ileri ki aşamalarında Fas’ın güneyinde kalan ve içinde kutsal ağacın olduğu Tuva vadisini harita üzerinde göstereceğim. Şimdi konuşmayı dinleyelim.
__Oraya varınca vadinin sağ tarafında bulunan “kutsal ağacın olduğu noktada” kendisine seslenildi. “Ey Musa! Gerçekten benim. Ben galaksilerin yaratıcısıyım. Güçlü ve egemen olan Allah’ım. Ayakkabılarını çıkar, çünkü sen “mukaddes Tuva vadisindesin.” Ben seni seçtim. O halde dikkatini sana açıklanmakta olana ver. Kendini bana adayacaksın ve Beni anlatmak için görevli olacaksın. Peki, senin sağ elindeki nedir ey Musa?” “O benim asamdır. Onu değnek olarak kullanıyorum ve koyunlarımı güdüyorum. Daha başka amaçlar içinde kullanıyorum.” “O asayı bırak Musa.” Bıraktığında onu canlanmış halde yılan gibi kıvranıp ilerlediğini görünce geri döndü ve arkasına bakmadan kaçtı. “Ey Musa, geri gel ve korkma. Emin ol ki sen güvendesin. Benim huzurumda elçiler korkmazlar. Şimdi korkmadan al onu, çünkü biz onu eski haline çevireceğiz. Şimdi elini cebine sok. Kusursuz halde ışık gibi parlak olarak çıksın ve “korkutan kanatlıları” kendine çeksin. İşte bunlar, Rabbinden Firavun ve ileri gelenlerine iki tanrısal kanıttır. Çünkü onlar zalim bir grup oldu. Cebinden parlak bir ışık gibi çıkan elin, Firavun ve toplumuna dokuz felaket getirecek olan “kanatlı biti” çekecektir. Onlar gerçekten ahlaksız kavimdir.
“Allah ile konuşan.” Efendim o nasıl bir histi?
-Bu tarif edilemez evlat.
Anlıyorum efendim. Sormamış gibi devam ediyorum.
Anlaşılıyor ki o andaki atmosfer oldukça baş döndürücüydü. Birde bunun yanında senelerdir elinizde olan “asanın” canlıymış gibi hareketler sergilediğini görünce aklınızı yitirmiş gibi hissetmişsinizdir.
–Öyle de denebilir. Kendime gelmem biraz zaman almıştı…
Dikkat çeken başka bir şey, Mısırdan çıkarken elinizde asa yoktur. Çünkü bu ana kadar asanızdan hiç bahsedilmez. Bana göre asayı size kayın pederiniz Hz. Şuayb vermiş olmalı. Çünkü Allah size asayı sorduğu vakit, uzun zamandır sizde bulunan bir eşya olduğunu, o andaki açıklamalardan anlıyorum. Efendim biliyor musunuz? O asa günümüzde halen aranmakta.
–Dur tahmin edeyim. Asanın gücüne tanık olanlar bunu nesilden nesile aktarmış olmalılar. Allah asayı kime vereceğini çok iyi bilir. Sen sandığı takip et. Emin ol hepsi size geri getirilecek. Kim bilir belki de çok yakın bir zaman içindedir… Ve evet, o asa sekiz senelik vakti geçirdiğim yerde bana verildi. Benim için enteresan güzellikle bir eşyaydı. Sonra onun efsane güzel olduğunu anladım.
Açıklamalar için teşekkür ederim efendim. Tavsiyenize uyacağım ve sandığı takipte kalacağım. Gerçi nerede olduğunu biliyorum ama ne zaman getirileceğini bilmiyorum.
Bu konuşmada iki harika ayrıntı var. “Beyaz el ve asa” için “Bürhan” denilmesidir. Ve bu Bürhan sadece Firavun ve yönetici kadrosuna özel iki tanrısal kanıttır. Ve birde “korkutan kanatlı” der. Bununda ne olduğunu, Neml “karınca/böcek” suresi 12. ayetinde açıklar. O korkutan kanatlı ise “kanatlı yaprak biti” böceğidir. Bu ise hem Firavun ve yönetici kadrosuna hem de Mısır halkına özeldir.
Eşeyli ya da eşeysiz üreme becerisi olan yaprak biti tüm bitkilerin düşmanıdır. Bu yaprak bitlerinin düşmanı ise neredeyse tüm diğer böceklerdir. Yaprak bitlerinin yoğunluğu tüm haşeratların Mısır ülkesine çekilmesine sebep oldu. Tüm bunların tetikleyicisi ise “Işık gibi parlayan beyaz eldi” Beyaz el, kanatlı yaprak bitlerinin sizin olduğunuz mevkie çekilmesini sebep olurken felaketler ise peyder pey birbirini tetikledi.
Yaprak bitini yerli ve yabancı sayfalarda araştırdım. İnanılmaz bir canlı. Salgıladığı bal özü ile diğer haşeratları kendi bulunduğu bölgeye çekermiş. Ne kadar çok yaprak biti varsa o kadar çok haşerat gelecek demektir. Tam bir felaket davetçisi. Ama buna nazaran ürettikleri “bal özü” ise hayat kurtarıcısı… Bunu zamanı gelince açıklayacağım.
-Bir dakika! O bal özünün ne olduğunu buldun mu sen?
Evet, buldum efendim.
-Aferini hak ettin. Hadi devam et…
Tamam. Yeri gelmişken, kendimin de yeni yeni anladığı bir anlaşılmazı dilim döndükçe anlatmaya çalışayım. Birçoğumuzun merak ettiği bir Kur’an gerçeği vardır. “Allah neden aynı konuyu bir o surede, bir başka surede parça parça ve tekrar tekrar anlatmış?” diye düşünürüz. Bunun sebebi mevcut anlatı içerisinde farklı nesne ve canlıların ve figürlerin bulunuyor olmasıdır. Üstteki bilgi buna örnek olsun. Böcek ile ilgili içerik Kasas (hikâyeler) suresinde geçmezken, Neml (Karınca/böcek) suresinde geçer.
Bu sebeple okuyuculara aynı konu farklı surelerde yeniden anlatılmış gibi gelir. Oysa anlaşılıyor ki konunun nerede ve hangi surede olması gerektiğini belirleyen etken, konunun içinde geçen nesneler ve figürlerdir. Konular ise içerdiği bilgilere göre uygun “Sure” başlıkları altında toplanmıştır.
–Kur’an’ın içeriği gelişi güzel değildir profesyonelcedir.
Kasas suresinden devam ediyorum.
Kasas suresi 33- Dedi ki: “Rabbim, ben onlardan birini öldürdüm, onların da beni öldürmelerinden korkuyorum.”
Kasas suresi 34- Kardeşim Harun’un lehçesi benden daha iyidir. Konuşulanları doğrulayacak biri olarak onu benimle birlikte gönder. Çünkü onların yalan söylemelerinden çekiniyorum.
Evet, işte burada. “Yola ehli ile çıktı” denirken, neden aile kavramı yerine ehli dendiğini anlıyoruz. Yola çıkarken Harun baba da yanınızdaydı. Ve o anda Allah’tan kardeşiniz Hz. Harun’unda size eşlik etmesini rica ettiniz. O sebeple Allah bu isteği onayladı ve Taha suresi 42’de, “Sen ve kardeşin, mucizelerim ile gidin ve Beni anmakta gevşeklik göstermeyin” diye belirtti. Böylelikle Harun baba yanınıza yardımcı olarak verildi. Ve size tercümanlık edecek.
–Birçok dili çok iyi konuşur ve bana gerçekten çok yardımcı olmuşluğu vardır. Sonra?
Kasas suresi 35- Dedi ki; “Senin elini kardeşinle güçlendireceğiz ve işaretlerimizle ikinize her an rehberlik edeceğiz. Onlar size dokunamayacaklar aksine siz ve size uyanlar üstün geleceksiniz”
Kasas suresi 36- Musa onlara apaçık ayetlerimizle gelince, “Bu uydurmalar aldatmacadan başka bir şey değil. Biz atalarımızdan böyle bir şey duymadık” dediler.
–Sende kalkmış diyorsun ki “Kur’an’a neden inanmıyorlar?” Ve bunun için kendini üzüyorsun.
Sizi anlıyorum efendim. Sizin getirdiğiniz aleni mucizeye bile inanmamışlar. Ne yalan söyleyeyim yine de insan kafasına takıyor.
Kasas suresi 37- Musa dedi ki: Rabbim kimin doğruluk üzere bulunduğunu çok iyi bilmektedir. Peki, haksız olanlar her kimse “onların kurtulamayacağı” bu yurdun akıbetinin sorumlusu kim olacak?
Kasas suresi 38- Firavun dedi ki: “Ey ileri gelenler! Ben sizin için benden başka bir tanrı tanımıyorum. Ey Haman bir ateş tutuştur ve bana çamurdan bir kule yap. Çıkıp Musa’nın tanrısına bakacağım. Doğrusu ben onun bir yalancı olduğunu düşünüyorum.”
Bence bu ayette Piramit inşasının sırrı veriliyor. O taş blokların üst üste nasıl konulduğunun açıklaması bu ayette. Şöyle ki, biz piramitleri oluşturan o büyük ve ağır taş bloklarının uzak mesafelerden oraya taşındığını ve birtakım düzenekler ile üst üste konulduğunu düşünüyoruz. Çünkü uzak mesafelerde bazı taş ocaklarının keşfedilmiş olması da bunda etkilidir. Fakat öte yandan ayette “ateşi tutuştur ve bana çamurdan bir kule yap” denilmektedir.
Bundan anladığım, taş blokları oluşturan elementlerin çamur kıvamında karışım yapılarak, kalıplar içine doldurulup, harlı işlemden sonra sertleştirilip taş bloklara dönüşmüş olmasıdır.
Yabancı bir araştırmacının, Piramitleri oluşturan taş blokların aslında uzak mesafelerden getirilmediğini, bulunduğu yerde kalıplar içine doldurularak piramitlerin inşa edilmiş olabileceğini akla yatkın şekilde izah ettiğini izlemiştim. O videoda piramitleri oluşturan ham maddelerin, harç (çamur) halinde kalıplanarak olduğu yerde yükseltildiğini anlatıyordu. Acaba işlem aslında böyle bir şey de bazı kimseler bunu işin içinden çıkılmaz halde mi yorumluyor?
+Delinin biri kuyuya taş atmış kırk akıllı çıkaramamış.
Efendim NaramSin bu çok şairane oldu. Cuk diye oturdu.
-Ayet ne dediyse o doğrudur. Fakat bundan daha önemli olanı açıklamayacak mısın? Firavun ama hangi Firavun? Bu Firavunun kim olduğunu atlayacak mısın?
Çok doğru efendim. Firavun ama hangi Firavun? Onlarca yüzlerce Firavun var. İsrailiyat anlayışına göre o Firavun, “2. Ramses” tir. Peki, bu İsrailiyat hikâyesi Kur’an’ göre ne kadar doğrudur?
Hep derler ki Kur’an konuları net biçimde açıklamaz. Peki, bu anlayış ne kadar doğrudur? Şimdi hangi Firavun olduğunu Kur’an’dan öğreneceğiz. Ve Allah’ın izniyle kocaman bir yalan balonunu daha patlatacağız.
Kur’an kitabında Allah, Kur’an kitabının kendisi tarafından numaralandırıldığını iki kez belirtir. Ve yine Allah, varlık âlemindeki her şeyi sayılarla belirlemiş olduğunu da belirtir. Ve Kur’an kitabında hiçbir şey eksik bırakmadığını ekler. Tüm bunlar çok büyük iddiadır.
NaramSin efendimiz ile Allah’ın bu kitap için vurguladığı bu büyük iddiaları test etmiştik. O test ise bizim başımızı döndürmüştü. Zülkarneyn’in tarihte NaramSin efendimiz olduğunu bulmuştuk, hangi Yy da ve o Yy ın hangi senesinde hükmettiğine kadar görmüştük üstelik gezdiği tüm coğrafyayı alenen sergilemiştik.
Hadi bu büyük iddiaları yine test edelim. Hayatı ve içindekileri tasarım eden Allah, Kur’an kitabını da buna uygun bir halde numaralandırarak tasarım etmiştir. Kitabın iddiası kendi bünyesinde hiçbir şeyi eksik bırakmadığıdır. NaramSin efendi ile buna çok kere tanık olduk. Şimdi yine tanık olacağız. Kur’an’ı anlayamayıp istediklerini bulamayanların, Kur’an’a attıkları o iftiralı sözlerini de her zamanki gibi boğazlarından içeri tıkayacağız.
Firavun ismi Kur’an’da, “27 surede 67 ayette 74 tekrar” dan oluşur.
Bakınız Allah sizinle mücadele eden Firavunu bize nasıl tanıtacaktır.
2+7+6+7+7+4= 33 (3+3= 6) Aradığımız Firavun 6. Hanedanlıkta gibi durmaktadır. Sayılarla farklı bir hesap daha yapalım ve bu sonucun sağlamasını görelim.
27+67+74= 168 1+6+8= 15 (1+5= 6) Hesaplama 6. hanedanlığa işaret ediyor. Öyleyse bizde 6. Hanedanlık zamanında Mısıra kimler hükmetmiş bakalım.
Altıncı hanedanlık da hüküm süren Firavunların isimleri şunlardır.
Mısır 6. Hanedanlık yöneticileri: 1-Teti 2-Userkare (gaspçı) 3-Pepi 4-Merenre 5- Pepi2’ dir.
Bu Firavunlar arasında en yamanı, “3.” sıradaki “Pepi” dir. Firavun Pepi, Teti’nin oğludur. Babası Teti’ nin bir saray komplosu ile öldürülmesinden sonra tahtı, gaspçı diye tanımlanan Userkare’ye kaptırmıştır. Userkare’nin Firavunluğu iki sene kadar sürmüştür. Pepi, Userkare’ den tahtı bir şekilde geri alıp yönetimi ele geçirmiştir. Userkarenin adını da her yerden sildirmiştir. Yönetime ele geçiren Pepi, Firavun olarak tahmini “50 sene” hüküm sürmüştür. Bu 50 senelik hüküm süresi sadece varsayımdır. Kur’an ile doğru olanı net biçimde ortaya koyacağım.
Adı: Pepi I
Periyot: Eski Krallık
Hanedanlık: 6. Hanedanlık
Selefi: Userkare
Halefi: Merenre
Saltanatı: Pepi 1′ in saltanatı için önerilen tarihler: MÖ 2390–2361, MÖ 2354–2310, MÖ 2338–2298, MÖ 2335–2285, MÖ 2332–2283, MÖ 2321–2287, MÖ 2289–2255, MÖ 2285–2235, MÖ 2276–2228.
Babası: Teti I
Annesi: Bilinmiyor.
Mezar Numarası: Bilinmiyor
Mezarı Keşfeden: Keşif yok.
Firavun Pepi tahta çıkınca selefi Userkare‘nin ismini bulduğu her yerden kaldırmıştır. Mezarlardan, rölyeflerden, kral listelerinden vs. Bu da Userkare‘nin tahtı zorla ele geçirdiğini ve yasal olarak kral olmadığını akla getirmektedir.
Kaynaklarda belirtilene göre Pepi, çok hırslı ve zorlu bir siyasi hayat izledi. Pepi askeri açıdan savaşlar düzenlemiş Filistin ve Sina’daki bedevilerle savaşmıştır. Babasının merkezi hükümet gücünü aynen devam ettirmiştir. 6. Hanedanlık ‘da kısa bir süre tek bir firavun hükmü altında tek bir yönetimle idareyi sürdürmüştür. Bu ise çok fazla gitmemiş ve sonunda hanedanlık parçalanmıştır.
İlk ara dönemde bir seri kayıp hanedanlıklar ve bölgesel krallar ve kumandanlar ortadan kaybolmuştur.
Link: https://www.tarihpedia.com/misir_firavun_pepi1/
Pepi hükmü sırasında aynen ayetlerde belirtildiği gibi, halk içindeki hiyerarşiyi bozmuştur. Yönetici kadrolarını değiştirtmiştir. İsrail oğullarıyla sorunlar yaşamıştır. Bomba bilgi ise şudur. Pepi’nin gittiği ülkelerde ismini taşıyan hatıralar, “MÖ 2334’ senesinde hüküm süren Akad’lı Sargon tarafından tahrip ettirilmiştir.” Tombala… İşte Sargon (Musa) ve (Pepi) Firavun’un tarihteki izi burada karşımızda durmaktadır.
Şimdi Pepi’ nin saltanatı için önerilen tarihler arasında hangisinin en doğru tarih olabileceğini bulmalıyım. Hz. Musa’nın büyük Sargon olmadan ve Akad’ı kurmadan önce daha Mısırdayken Pepi ile sorunlar yaşamış olmalıdır. Akad’ın kuruluş tarihi MÖ 2334 senesidir.
Öyleyse Pepi için en uygun hüküm tarihi, listenin en başındaki zaman aralığı olan MÖ 2390–2361 tarihidir.
Tarihçiler Firavunların hüküm sürelerini net biçimde bilebilmenin oldukça zor olduğunu vurgular. Bu sebeple farklı farklı geniş bir zaman aralığı belirlerler.
Fakat tahmini tarihler arasında ki MÖ 2390–2361 tarihini Kur’an ile doğrulayacağım.
Firavunun ismi Kur’an’da “27” surede anılmıştır. Pepi’nin ölüm tarihi ile Akad’lı Büyük Sargon’un hükme başladığı tarihi birbirinden çıkarırsak sonuç hayret vericidir.
2361-2334= “27” Yirmi yedi sayısını net olarak buluruz. Firavun ismi Kur’an’da “27” surede anılmıştır. Şüphesiz Allah her şeyi sayı ile hesap etmiştir.
Bu aynı zamanda ne demek onu da izah edeyim. Pepi, Hz. Musa efendimiz ile giriştiği mücadelede, Hz. Musa efendimizin Sargon çağından “27” sene evvel ölmüş demektir. Bu ise Pepi’nin 50 sene değil 33 sene hüküm sürmüş olabileceğini gösterir. Çünkü bu da Firavun isminin anıldığı sure ayet ve tekrarların hesabında verilmişti. 2+7+6+7+7+4= 33
Bilim adamlarının, tarihçilerin, arkeologların otorite olarak Kur’an’ı öncü kabul etmemeleri insanlık için büyük kayıptır.
Firavunu burada daha fazla detaylamayacağım. Dileyen şahsi araştırmasını yapar. Şuraya Pepi’nin bir görselini alalım.
Kapsamlı link: https://en.wikipedia.org/wiki/Pepi_I_Meryre
Allah’ın rehberliği (Kur’an) sayesinde Hz. Musa efendimiz ile mücadele eden Firavunu bulduk.
Tarihe ve dinler tarihine, arkeologlara ve tarihçilere, âlimlere ve müçtehitlere, hadisçilere ve Tevratçılara inceden ayar verdik.
Onu bulunca, Karun ve Haman’ınıda bulmak zor olmamalı. Çünkü onlar Pepi’nin göz bebeği konumundaki yönetici adamlarıydı. Pepi’nin yönetim kadrosuna bir bakış atalım.
(قارون) Qarn “Karun” Adlı kişi, Pepi’nin yöneticiler kadrosu içinde, vezirler listesinde kendi ismi ile “Qar” adıyla yer almaktadır. Qar (M.Ö. 2300 civarı) 6. Hanedanda yaşamış bir Mısır veziriydi. Vezir, Eski Mısır sarayındaki en önemli görevliydi, kralın kendisinden sonra ikinci sıradaydı. Link: https://en.wikipedia.org/wiki/Qar_(vizier)
Şimdi gelelim meşhur Haman’a.
Ayetlerde Haman, Firavunun en güvendiği karakter tipindedir ve bir mimar gibi tabir edilir. Bu hasletler, Pepi’nin en gözde adamı olan “Nekhebu” da bulunur. Ve unvanları şunlardır. Yapıların ve tüm kraliyet yapılarının denetçisi. Pepi I piramidinin kraliyet komisyonlarının denetçisi. Pepi I piramidinin saray görevlilerinin denetçisi. İnşaatçıların denetçisi ve tanrı Duaunun yardımcısı. Bir phylenin düzenleyicisi. Kraliyet marangozu ve kraliyet mimarı. İki evin kraliyet mimarı. İki wabetin sekreteri ve okuyucu rahibi, baş okuyucu rahibi, kraliyet kâhyası, tek yoldaş, küçük evin büyüğü, inşaatçıların müfettişi ve kralın asilzadesi.
Link:https://www.researchgate.net/publication/341873590_The_Professions_and_Hierarchy_of_Nekhebu
Başka bir link daha:
https://en.wikipedia.org/wiki/Giza_West_Field#Cemetery_G_2300
Firavunun Pepi olduğunu Sure ve ayetlerin sayısal verileriyle elde ettik, Pepi’yi bulunca Karun’u ve Haman’ ıda tespit ettik. “Hiç şüphesiz Kur’an en doğru yola iletir”
Devam ediyorum,
Kasas Suresi 39- O ve askerleri yeryüzünde zorbalık yapıp büyüklük tasladılar ve onlar gerçekten bize geri dönmeyeceklerine inanıyorlardı.
Kasas Suresi 40- Bunun üzerine biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize attık. Bir bak zalimlerin sonu nasıl oldu.
Kasas Suresi 41- Biz onları ateşe çağıran öncüler kıldık. Diriltilecekleri gün onlara yardım edilmeyecektir.
Kasas Suresi 42- Biz onları bu dünyada nefretle takip ettik. Diriltilecekleri gün de onlar horlanmış olanlardır.
Firavun Pepi’nin Piramit mezarı vardır fakat mezarında Pepi’ nin cesedi yoktur. Tüm araştırmalar sonuçsuz kalmış ve cesedi bulunamamıştır.
Öte yandan 2. Ramses’in ölüm yeri, mezarı, yapay olarak mumyalamış cesedi ve her şeyi net biçimde bilinmektedir. Kur’an’ın anlattığı Firavun tipine hiçbir koşulda uygun değildir.
Firavunlar ırk olarak “Kıpti” denilen bir kökene sahip olduğu söylenir. Kıpti ifadesi ise, Yaygın kanaate göre kıpt (طبق) kelimesi, Yunanlıların Mısırlılar ve Nil deltası sakinleri için kullandığı “Aigyptos” kelimesinin kökünü teşkil eden “gypt” sözcüğünün Arapça karşılığıdır.
Fakat 2. Ramses ise Berberi asıllıdır. Berberiler ise “aslen” Asya kökenlidir. 2.Ramses’in eşinin mezar odasının tavanı dahi Berberilerin hayatlarından hiç çıkartmadığı, kılık kıyafetlerinden hiç eksik etmediği mavi renktedir.
Bunlardan şunu anlıyorum! Mısır hanedanlığı Musa ile yaşamış olduğu sorunlar sonrası oldukça zayıflamıştır. Ve Mısır hanedanlığı zamanla Afrika’nın Asya kökenli Berberileri tarafından ele geçirilmiştir. Öyleyse 2. Ramses neden Asya kıtası ile sorunlar yaşadı diye soranlar olabilir. Bunun sebebi Akad imparatorluğu sonrası gelişen süreçte kurulan devletlerarası ilişkilerde saklı olmalı. Büyük Sargon ile 2. Ramses arasında 1.000 sene vardır.
2.Ramses için link: https://en.wikipedia.org/wiki/Ramesses_II#Death_and_burial
Pepi’nin cesedi kendisi için yaptırdığı Piramit mezarda bulunamamıştır çünkü bugün Pepi’nin cesedi, 1900 yılında (üzerinde 19 vardır) Süveyş kanalı genişletme, geliştirme kazılarında bulunmuştur ve doğal bir mumya halindedir.
Cesedi Britanya müzesinde sergilenmektedir. Ayette dediği gibi, o nefretle yakalanmıştır ve bedeni ibret bırakılmak üzere doğal olarak korunmuştur. Her gün insanların gözü önünde ibreti âlem yapılmaktadır. Dünyada başka bir örneği olmayan tek örnektir.
Fakat bugün bu cesedin Firavuna ait olmadığı iddiası vardır.
Hakkındaki bilimsel kanı şudur. “Bu mumyanın Kızıldeniz’de boğulan firavuna ait olduğu iddiası asılsızdır. Mumya henüz firavunların bile olmadığı hanedan öncesi döneme M.Ö 3300 yılına aittir. Ve cesedin 20’ li yaşlarda olduğu tahmin edilmektedir. Bilgi budur. Fakat bu bilgiler içinde, bulunduğu tarih hariç gerisi bilimsel yalandır.
Çünkü o ayetlerde denildiği gibi Kızıldeniz’de bulunup ve doğal olarak korunmuş örnektir.
1-1900 Yy.’da bulunmuştur. Üzerinde 19 vardır.
2-Kızıldeniz Süveyş kanalı genişletme çalışmalarında bulunmuştur. Firavunda Kızıldeniz de boğulmuştur.
3-Bedeni doğal korunmuş olmalıdır. Bulunan kişinin bedeni ise doğal bir mumyadır.
Neden yalanlıyorlar? Bunun doğruluğunun kabul edilmesi demek; 1- Kur’an’ın kabul edilmesi anlamına gelecektir. 2- Kur’an’ın Allah kelamı olduğu anlamına gelecektir. 3-Hz. Muhammed’i kabul etmeleri anlamına gelecektir.
Öte yandan yalanlaması ise Tevrat’ın içine sokuşturulmuş yalan tarihi destekleyecektir. Kimi işine geliyor kararı ortadır.
Bilime güvenmeyi bilim adamlarına güvenmekle eş değer tutan kişiler, bilim adamlarınca kandırıldıklarını asla unutmasınlar. Bilime güvenmek başka bir şeydir bilim adamlarına güvenmek başka bir şeydir. İçlerinde dürüst olanları ayrı tutarım. Onlar ise bir elin parmakları kadar azdır. Bilim adamlarının geneli yalancıdır. Bunların da geneli zaten Yahudi asıllıdır. Yahudi olmayanların da ipi yine para sermayesini elinde tutan Yahudilerin elindedir. Bilim adamları tarafından nasıl bir yalan içinde bırakıldıklarına bu linkten baksınlar.
https://www.kuran19.org/2025/01/atron/
Yine de keyifleri bilir. Uydurulan yalanlar Kur’an’ın gerçekliğini etkilemez.
Pepi’nin cesedi bildiğimiz bir ceset bile değildir. Pepi kendi cesedinin içinde haps edilmiş durumdadır. Çünkü bununda bilgisi sihirbazlar ile girdiği tartışmada verilmektedir.
Taha Suresi 71: Firavun: “Ben izin vermeden siz onu onayladınız öylemi? Anlaşılmıştır ki o size sihir öğreten üstadınızdır. Yemin ederim, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve muhakkak sizi palmiye dallarına asacağım. Böylece hangimizin azabının daha şiddetli ve daha sürekli olduğunu bileceksiniz” dedi.
Son cümlede azabın şiddetinden ve sürekliliğinden söz eder. Ki zaten Firavun Dünya hayatında lanetle takip edildiği açıkça söylenir. Naziat suresinde ise bedeni cezayı alenen söylemektedir. Naziat suresi 25: Allah da onu hem dünya hem de ahiret cezasıyla yakaladı.
O şu anda o kuru bedenin içinde yaşatılıyor! Yanına gelip kendini izleyenleri hissedebiliyor. Azabın sürekliliği kendisine en şiddetli biçimde tattırılıyor.
+Büyük lokma ye büyük söz söyleme.
Efendi NaramSin atalarımızdan güzel bir gönderme daha yaptınız.
Şimdi bir hesap yapalım. Ve tüm iddiaları belgeleyelim.
Musa ismi Kur’an’da: 34 surede 131 ayette 5 tekrardan oluşur. 341315
Firavun ismi Kur’an’da: 27 surede 67 ayette 74 tekrardan oluşur. 276774
341315+276774 = 618.089 / 19 = 32531 – Bu sayı 19 sayısının kalansız bölünenidir.
Efendim her ikinizin macerasının 19 ölçüsü, 19 sayısının tam olarak 32531 katıdır. Konumuzun üzerinde tam 32531 tane 19 vardır.
Şimdi yapacağım işlem her ikinizin, Musa’nın (Sargon) ismi altında, Firavun’un (Pepi) ismi altında MÖ. Hüküm sürdüğünüz çağı tespit etmek içindir.
Musa ismi Kur’an’da 34 surede geçer: 3+4= 7
Firavun ismi ise Kur’an’da: 27 surede geçer 2+7= 9
Her ikisinin toplamı 7+9= 16 _ 1+6= 7’ dir.
Musa ismi: 131 ayette geçer: 1+3+1= 5
Firavun ismi ise: 67 ayette geçer. 6+7= 13 (1+3= 4)
Her ikisinin toplamı 5+4= 9’ dur.
Musa ismi bazı ayetler içinde bir kereden fazla olmak üzere 5 kez daha geçer. = 5
Firavun ismi ise aynı ayetler için de 74 kere daha geçer. 7+4= 11 _ 1+1= 2
Her ikisinin toplamı 5+2= 7’ dir.
Her ikinizin toplamlarından elde edilen sayılar, 7,9,7’ dir.
Bunların da toplaması 23’tür. 7+9+7= “23”
Siz Sargon efendim ve Firavun Pepi, her ikinizde MÖ. 2300 çağında hüküm sürdünüz. “Şüphesiz Kur’an en doğru olana ulaştırır “
Şimdi! Şu an yapacağım işlem, Sargon efendimizin MÖ 2300 çağının hangi senesinde İmparator olarak hükmetmeye başladığının nokta atışı olacaktır. 797 sayısını, elde ettiğimiz 23 sayısına bölelim.
797/23= “34”, 65217391304348 Hazırsanız tarihleri yan yana koyalım.
Kral Sargon hüküm başlangıç tarihi: MÖ. 2334’tür.
34 sayısından arta kalan küsurat sayısının toplamı ise:
6+5+2+1+7+3+9+1+3+0+4+3+4+8= 56’dır 56 sayısı ise Büyük Sargon olarak hüküm sürdüğünüz senelerin toplamıdır. Kral Büyük Sargon 56 sene hüküm sürmüştür.
34 sayısı ise birden çok anlam taşımaktadır. Hem MÖ.2300 Yy sene hesabıdır, hem yaptığınız “34 savaşın” hesabıdır, hem de Kur’an’da “34 surede” anılmanızın hesabıdır.
Şüphe yok ki “Allah her şeyi sayı ile hesaplamıştır” ayetinin tecellisini görmekteyiz.
+Gördün mü efendibaba? Vay canına bu harikaydı!
-Gördüm. Gerçekten takdir edilesi bir bilgi ortaya çıkardı. Aferin sana evlat. Ayetlerle her türlü samimiyetin hoşuma gitti. Sözlerinden başka otorite izlemedin ve sayılarından da en güzel şekilde istifade ettin. Allah senden bilgiyi esirgememiş.
Allah ilmi dileyene kendi dilediği kadar verirmiş efendim. Allah’a hamd olsun. Devam ediyorum.
Kasas suresi 43- Ve ahlaksız nesilleri helak ettikten sonra Musa’ya, insanlara basiret, hidayet ve rahmet olmak üzere o kitabı verdik ki düşünüp öğüt alsınlar.
Şimdi tam zamanı. Bu günkü Tevrat adlı kitap size verilen orijinal (Torah) kitabı değildir. Evet içinde bazı Tanrısal mesajlar vardır. Fakat Tevrat’ın geneli Yahudilerin el yazmasıdır yani “tefsir” dir. Günümüzde adına “Tevrat” dedikleri kitap, Yahudilerin yalanları ve iftiraları ile doludur. Okunduğu zaman insan eli ile doldurulmuş olduğu net biçimde anlaşılmaktadır. Bu sebeple, Tevrat’a bakarak dinler tarihini anlamaya çalışan araştırmacı kişiler, Tevrat’tan asla doğru bilgi çıkarımı yapamazlar. Yahudi yalanlarını okumaktan ve onları aktarmaktan başka bir şey yapmamış olan bu kişiler ne kendileri doğruya ulaşır ne de bunları takip edenler doğru bilgiye ulaşır.
+Körler sağırlar birbirini ağırlar.
Atam NaramSin’den ata sözleri. Bu çok iyiydi efendim zamanlaması harikaydı.
–Bırak eylensinler.
Valla bıraktık efendim. Ne halleri varsa görsünler.
Kasas Suresi 44- Ve biz Musa’yı görevlendirdiğimiz vakit sen batı tarafında değildin ve buna tanık olanlardan da değildin.
Bu kısım çok önemli. Çünkü Kur’an’ın Allah katından olduğunu yine ispatlayacağım. Hz. Muhammed ile benim aramda 1400 küsür sene var. Kur’an sizin hakkınız da olan biteni Hz. Muhammed’e aktarırken, onun bu konuları bilmediğini belirtir. Şimdi soru şu! Hz. Muhammed’in bilmediği bir şeyi benim bilme şansım var mı?
+Elbette ki yok.
Peki, bu tarihi gerçekleri nasıl bilebildim?
–Evlat bu sorunun cevabı 45. Ayette.
Kasas suresi 45- Böyleyken biz nice nesiller yarattık ve onların üzerinden de nice ömürler geçti. Ve sen bu okuduğun ayetleri “Mande halkının” arasında bulunup onlardan öğrenmiş değildin, görüldüğü üzere bunu biz anlatıyoruz.
Cevap, Kur’an’ın kendi bünyesinde tarihi ve coğrafyayı barındırıyor olmasındadır. Bunu da tasarım edebilecek tak varlık sadece Rabbimiz olan Allah’tır. Biz diye konuşan çoğul ise dört büyük melektir.
Kasas suresi 46- Biz ona seslendiğimizde sen Fas tarafında onunla birlikte de değildin. Fakat Rabbinden bir rahmet olarak, senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için şimdi burada bulunuyorsun. Belki düşünüp öğüt alırlar.
-Çok güzel bağladın. Umulur ki düşünüp anlarlar.
Teşekkür ederim saygılarımı sunarım. Şimdi sohbeti biraz geri saralım. Çünkü Kasas Suresi 30. Ayette açıklanması gereken sözler var.
Kasas suresi 30- Oraya varınca vadinin sağ tarafında bulunan “kutsal ağacın olduğu noktada” kendisine seslenildi. “Ey Musa! Gerçekten benim. Ben galaksilerin yaratıcısıyım. Güçlü ve egemen olan Allah’ım.”
“Kutsal ağacın olduğu nokta” Evet, bu cümle öylece atlayıp geçiştirilecek bir cümle değil. Musa efendinin Allah ile konuştuğu yer tamda bu cümlenin içindeki yerdir. O bölge ise Naziat suresi 16. ayette de anılan ve Taha suresinde yine anılıp, ayakkabılarınızın çıkartmasının istenildiği “Tuwa” vadisidir.
Tuwa demek; katlanmış, katlı, kat kat, çok, çokça, fazlasıyla, vb. demektir. Önceki ayetlerden biliyoruz ki siz, bir yol ayrımında yolunuzu kaybettiğinizde, “Fas” tarafına bakınırken bir ateş görmüştünüz. Bu kısmın üzerinde durmalı. Siz o anda Fas topraklarındasınız. Fakat Fas’ın neresinde olabilirsiniz? Mevki olarak oraya yakın merkezi bir yerde olduğunuz aşikâr.
Mağrip denen batı tarafında olduğunuz kesin ama bu bölgenin neresinde olduğunuzu nasıl bilebiliriz?
Bu bölgenin neresinde olduğunuzu şöyle izah edeyim. Allah ayette mağrip diyerek batıyı tanımlamıştır. Yani orası Hz. Muhammed’in konumuna göre güneşin son ışıklarının vurduğu kıtadır. Orası ise bir altta ki görselde batı Sahrayı da içine alan yerdir.
Tamam. Ama batıda kalan Fas’ın özelliği neymiş ki burada olasınız?
+Kutsal ağaç ifadesine dikkat ettin mi evlat?
Efendi NaramSin, tamda aklımdan geçeni söylediniz. Teşekkür ederim.
“Kutsal ağaç” Öyleyse buradaki ağaç çok özel bir ağaç olmalı. Fas ülkesinde böyle bir ağaç ne ağacı olabilir?
Kutsal ağacı bulmak demek “Tuwa” vadisini bulmak demektir.
Tüm dünyada sadece Fas’a özel, sadece Fas’ta yetişen bir ağaç var.
O ağacı herhalde herkes en az bir kere görmüştür.
İşte bu ağaç.
Keçilerin üzerine tırmanarak meyvelerini yediği “Argan zeytini ağacı”
Fas’ın Agadir şehrinde Argan yağı üreten “19” Faslı kadın 2009 yılında Argan Ağacı Kooperatifini kurdular. Üzerinde 19 vardır. Argan ağacı “Unesco” tarafından korunma altına alınmıştır. Ayrıca Fas’ın birçok tarihi şehri de Unesco tarafından korunma altına alınmıştır. Fas gerçekten coğrafik olarak ve tarihi olarak çok özel bir bölgedir.
Fas topraklarının Agadir şehrinin dağında taşında çölünde yetişen Argan ağacı, sadece Fas’a özeldir. Bu tüm Dünyada eşsiz ve çok özel bir farklılıktır.
Siz ise bir gece vakti, böylesine özel bir ülkenin güzel bir vadisinden geçiyordunuz.
Ne demiştik efendim?
-Ne demiştin evlat?
Siz Hz. Muhammed’e göre batı yönündesiniz. Peki, Fas ülkesi Dünya ortalamasına göre mevki olarak batıda mıdır doğuda mıdır?
-Ne batıdadır ne de doğuda. Mevki olarak belirgin bir ortalama içindedir.
Aynen efendimiz Musa, bu çok doğru.
Fas ülkesi haritalarda görüldüğü üzere ne batıdadır ne de doğuda.
Fas ülkesini Dünya haritası üzerinde görelim. Sonrasında ise, ortaya koyduğum Afrika kıtası çalışmasını ve bize Fas ülkesini yeniden doğrulayacak olan ayetleri görelim.
Nur Suresi 35: Allah, göklerin ve yerin “aydınıdır” O’nun münevverliğinin temsili; Kristal bir cam şişe içinde bulunan ışık gibidir. O ışık sanki bir inciye benzer ki o ışıldama, bir yıldız gibi parlar. Ne doğuya ne de batıya da nispet edilemeyen, kutlu bir ağaçtan elde edilen yağın ateşlenmesi gibidir. O yağ, kendisine ateş değmese bile ışıl ışıl parlar. Ve Allah, dilediği kimseye münevverliği ile rehberlik eder. Allah insanlara işte böyle örnek verir. Allah her şeyi bilir.
Tin Suresi 1 ve 2: İncirine ve zeytinine ve asırlardır var olan Fas’a ant olsun.
+Evlat beni yine şaşırttın.
Teşekkür ederim efendi NaramSin.
Kur’an’a bağlı kalmayı taahhüt ettiğimiz zaman Allah bu kitabın her konuya yeteceğini böyle ispat eder.
Kur’an’ı yetersiz görüp farklı kaynaklara bakacak olsak, hayatı ve ona uygun kitabı tasarım eden Allah’ın bizi doğru sonuca götürmesini nasıl bekleyebiliriz? Hayat ve Kur’an birbirine bağlıdır. Efendi NaramSin siz söyler misiniz?
+Kur’an kitabı senaryodur, tarih o senaryonun sahnesidir.
Teşekkür ederim efendim. İşte tam olarak budur. Bu sebeple Kur’an kitabı hayatı ve içinde olan biteni, coğrafyayı ve üzerindekileri bünyesinde barındırır. Derki: Kur’an Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. Kur’an bir Allah kelamıdır.
Hayatı ve coğrafyayı ve buna bağlı kalan tarihi, tasarım eden sadece Allah’tır.
Senaryoya bak tarihi izle…
Şimdi kutsal ağaçlarla donatılmış kutsal Tuwa vadisinde Risalet diploması alacağınız tören yerine gidelim.
Burada ayakkabılarımızı çıkartmalıyız. Çünkü burada bulunan enerji bedenimize nüfus edebilmeli. Dinciler sanıyor ki, bu vadiye ayakkabı ile girmek oranın kutsalına hakarettir. Aslında sadece o vadinin temiz ve dengeli enerjisinin vücuda aktarımı için yalın ayak olmamız istenilmektedir. Bu vadi kaba bir ölçüm ile bir uçtan bir uca 250 km.
Burada tamda burada! Batı sahra ile Fas arasında, kat kat, üst üste bindirilmiş tarlaların dağlara ulaştığı, dağların tepelerin ve düz arazilerin her yerinde yetişen Argan ağacının olduğu namı değer Tuva vadisinin sağ tarafında Risalet’i aldınız.
“Sargon” isminin kaynağı, nereden geldiğini bilinmemektedir. İsminizin kelime kaynağının “Argan” dan geldiğini söyleyebilirim. “Argan=sArgon”
Burada risalatınizie tanık olduk efendim sizi en içten duygularla tebrik ederim.
Kur’an ve coğrafya denktir. Denge ve denklem içindedir.
+İsimlemelerde öyle…
Evet efendim öyle. Katkınız için teşekkür ederim.
Musa efendimiz, siz o anda Fas ülkesinin batı sahrasında, yüce Atlas dağlarının eteklerinde bulunan bu vadisindesiniz. Mali topraklarından buraya geldiniz çünkü öyle sanıyorum ki Dünyanın en eski yerleşim merkezi olan Fas ülkesinde yaşamak üzere buralara göç ediyordunuz. Fakat anlaşılıyor ki aslında her şey bir ilahi plandı ve aslında en başından, annemizin sizi Kızıldenize attığı andan itibaren her şey Allah’ın planıydı. Aynen bu ayetlerde dediği gibi,
Taha Suresi 39- Onu sepete koy ve Kızıldeniz’e bırak deniz onu sahile sürüklesin. Bana düşman kesilen ve ona da düşman olan kişi onu alsın. Birde sana kendimden bir sevimlilik bahşettim ki gözetim altında yetiştirilesin.
Taha Suresi 40, 41- Hani kız kardeşin gelip: “Size onun bakımını üstelenecek birini göstereyim mi?” demişti. Sonra, gözleri aydın olsun ve üzülmesin diye seni annene geri verdik. Seni sıkıntıdan kurtardık ve belalarla imtihan ettik ve sen Mande halkı içinde senelerce yaşadın. Şimdi yazgın gereği burada, Fas topraklarındasın ey Musa! İşte seni bu şartlar altında Kendim için olgunlaştırdım.
Durum budur efendim, siz yazgınız gereği Fas topraklarına Güneyden, batı Sahra vadisinden girdiniz.
-Gerçekten duygulu bir an yaşattın…
Ne mutlu bana efendim. Şimdi bu kuvvetle Firavuna gidiyorsunuz. İşte bu gidişin sonunda siz Asya kıtasına kadar devam edeceksiniz. Taha suresinden devam ediyorum.
47, 48- Haydi ona gidin ve deyin ki: “Biz Rabbinin elçisi olarak geldik. Mesele şu ki artık İsrail oğullarına eziyet etme ve onları bizimle gönder. Ayrıca Rabbinden sana şu mesajı getirmemiz bize emredildi. “Huzur, doğru yola uyanların üzerine olsun. Azap ise yalancıların ve nankörlerin üzerine olsun.”
49- Firavun: “Sizi bir araya getirip buraya gönderen şu Rabbinizde kim ya Musa?”
50- Musa ve Harun: “Rabbimiz, her şeye yaratılış şeklini veren, sonra da ona doğru yolu gösterendir.”
51- Firavun: “Peki ya önceki nesillerin durumu?”
52- Musa ve Harun: “Bunun bilgisi Rabbimizin yanında bir kitapta kayıtlıdır. Rabbimiz yanılmaz ve unutmaz.”
53- O, sizin için yeryüzünü dayalı döşeli bir yöre yaptı ve orada size yollar açtı, gökten su indirdi ve onunla çeşitli bitkilerden çiftler yetiştirdi.
54- Yararlanmaya devam etmek için “hayvanlarınıza önem verin.” Şüphesiz bunda hidayet sahibi olanlar için ibretler vardır.
Burada ki ibret, Firavunların hüküm sürdükleri seneleri hesaplamak için “hayvan sayma geleneğinin” bilgisinin verilmesidir. Bu hayvan sayma geleneği Mısır hanedanlığı Firavunlarına özeldir. İkincisi, hiyerogliflerin genelinde hayvan resimlerinin işlenmesidir. Peki, bu ve muhtemelen daha fazla ibret içeren hayvanlar sözünün belirtilmesi ne işimize yarayacaktır? Hz. Muhammed’in bunlardan asla haberi olamazdı. Çünkü Mısır hiyeroglifleri ve onlardan doğan bilgiler, Hz. Muhammed’in zamanında ortaya çıkmış bir şey değildi. Bu bilgiler kendisinden bin sene sonra tarihi kazılarda ortaya çıkacak olan bilgilerdi.
İkinci ibret ise bu bilgilerin Kur’an’da ayrıntılı biçimde anlatılmasıdır. Bazı tarihçiler büyük Sargon’un Hz. Musa olduğunu gizlemektedir. Aslında büyük Sargon’un kayıp binlerce taş tabletinde, Sargon’un Mısır anlatısı ve sonrasında Afrika anlatısı ve sonrasında Kızıldeniz’in neresinden geçtiklerinin bilgisi vardı. Karşı kıyıda yaşananların anlatısı ve de bugün ki Arabistan topraklarında yaşadığı “bazı dehşetli” anıları yer almaktaydı.
Tarihçiler Sargon’un bu anılarını içeren tabletleri sakladılar. Çünkü Büyük Sargon’un Hz. Musa olduğu gerçeği gün yüzüne çıkarsa, tarih ve dinler tarihi silinmek zorunda kalkacaktı. Tevrat ise anlamını yitirecekti. Bunları asla göze alamazdılar. Düşünüyorum da bilim adamları Büyük Sargon’un aslında Hz. Musa olduğunu söylemiş olsalar, Dünya nasıl da çalkalanırdı… Gerçeği söylemenin ne gereği vardı ki? Gerçeği sadece kendilerinin bilmesi yeterdi.
Allah onların sakladığı her şeyi işte bu kutsal kitap olan Kur’an’ı Kerim’de anlattı. Aklı olan düşünsün…
+Herkes buna tanık olsun!
Şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz.
55- Biz sizi ondan yarattık ve sizi ona geri iade edeceğiz. Vakti geldiğinde sizi oradan yeniden çıkaracağız.
Bu ayet, “Biz bu Dünyaya ait değiliz” diyen İslami tayfaya gelsin. Biz Dünya gezegenin kullarıyız, hep te öyle kalacağız.
56- Gerçekten biz Firavuna bütün delillerimizi gösterdik ama o inat edip reddetti.
Naziat suresinde ve Araf suresinde Musa ile Firavunun arasındaki özel konuşma şöyle geçer.
Düzelmek ister misin? Seni kendisinden korkulacak olan Rabbime takdim edeyim mi? Araf suresinde Firavunun cevabı şöyledir. Dedi ki: “Eğer bir mucize getirdiysen ve gerçekten doğru konuşuyorsan onu göster! – ” Derken ona büyük mucizeyi gösterdi. – Asasını yere attı, bir de ne görsünler, o apaçık bir yılan olmuş. Sonra elini çıkardı ve eli ışık gibi parlaktı. Firavun’un yönetici kadrosu dedi ki: “Bu gerçekten bilgin bir sihirbazdır”
İşte bu özel konuşma ve iki özel gösteri, Firavun ve kadrosuna özel olan “Bürhan’ dı”
Taha suresinden devam ediyorum.
57- Dedi ki: “Ya Musa; Sen buraya bu sihirle bizi topraklarımızdan çıkarmak için mi geldin?”
58- “Öyleyse bizde sana bunun gibi bir sihir getiririz. Aramızda bir buluşma tarihi belirle ne bizim ne de senin muhalefet etmeyeceği uygun bir yer olsun!”
59- Dedi ki: “Buluşma vakti, halkın bir araya geldiği sed festivali olsun ve herkes şafakta hazır olsun.”
60- Bunun üzerine Firavun planını yaptı ve zamanında geldi.
61- Musa onlara şöyle dedi: “Yazık olacak size! Allah kendisine karşı yalan uyduranlara azap edecektir ve onları hüsrana uğratacaktır.”
62- Bunun üzerine sihirbazlar kendi aralarında gizlice işlerini müzakere ettiler.
63- Ve dediler ki: “Bunlar, büyüleriyle sizi topraklarınızdan çıkarmak isteyen ve size ait yönetiminizi elinizden almak isteyen iki sihirbazdır.”
64- “Hadi herkes toplansın ve düzenli bir sıra oluştursun. Bugün başarılı olanlar galip gelecektir.”
65- Dediler ki: “Ey Musa, ya sen başlat ya da istersen ilk başlatan biz olalım”
Burada Araf suresinden birkaç ayeti ekleme yapacağım. Kalın yazılar Araf suresine aittir.
66- O da “Önce siz başlayın dedi” Onlar başlatınca ipler ve sopalar sihir nedeniyle ona hareket ediyormuş gibi göründü. Böylece izleyenlerin gözlerini büyüleyip onları korkuttular ve büyük bir sihir ortaya koydular.
67- Musa içten içe bir korkuya kapıldı.
68- Dedik ki: “Korkma, sen gerçekten çok üstünsün”
69- “Onların ki sadece bir sihirbaz hilesi. Sihirbazlar neyle gelirse gelsin başarılı olamayacaklar. Şimdi sağ elinde tuttuğunu sal. Onların uydurduklarını yakalayıp yutsun.” Bir de ne görsünler? O onların uydurduklarını yakıp yok ediyor. Gerçek olan ortaya çıkınca onların hünerleri boşa çıktı. Ve orada küçük düşüp yenildiler.
70- Bunun üzerine sihirbazlar yere kapandılar ve “Harun ile Musa’nın ilahına teslim olduk” dediler.
71- Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden hemen ona teslim mi oldunuz? Anlaşılmıştır ki o size sihri öğreten üstadınızdır. Öyleyse bende sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi palmiyelerin dallarına asacağım. Kimin azabının daha şiddetli ve sürekli olduğunu bileceksiniz.” Firavunun yönetici kadrosu dedi ki: “Musa’yı ve kavmini, yeryüzünde bozgunculuk yapmaları, seni ve tanrılarını hiçe saymaları için serbest mi bırakacaksın?” Dedi ki: “Oğullarını öldürüp kadınlarını sağ bırakacağız ve üzerlerinde hâkimiyetimiz devam edecek.”
Şuara Suresinden ek: “Bunun üzerine Firavun taraftar toplamak için şehirlere elçiler yolladı.” -Bunlar sayıca az ama bize karşı kin güdüp nefret eden bir topluluktur. El birlik onlara karşı harekât etmeliyiz.- “Böylece onları bağlardan bahçelerden ve pınarlardan ve hazinelerden ve de makamlarından çekip çıkarttık.”
Sizde gardınızı aldınız ve artık belli ki Firavundan kaçmak için hazırlık sürecine girdiniz, FAKAT! Ne yöne doğru gideceksiniz?
+Bu çok heyecan verici. Kanım kaynadı…
(Şimdi önce Araf Suresi sonra Kasas suresi ve en sonlarda Duhan suresi ayetlerinden devam ediyorum)
Musa da kavmine dedi ki: “Allah’tan yardım dileyin ve sabırlı olun. Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. O, onu kullarından dilediğine mirasçı kılar. En güzel sonuç ise saygılı olanlarındır.” Onlar Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de geldikten sonra da eziyet gördük.” O da dedi ki: “Umarım Rabbiniz düşmanınızı helak eder ve yeryüzünde sizi halifeler kılar. O zaman sizin nasıl davranacağınızı da görürüz.” Sonra Musa’ya; “Kendilerinden razı olduğum kullarımı toparla ve hiç kimseye yakalanıp esir düşmek korkusu olmadan geceleyin yola çık. Ve denizde kuru bir yol aç” dedik.
Ant olsun Firavun hanedanını ibret alsınlar diye yıllarca kuraklık yaşattık ve ürünleri talan edip zorladık. Onlar ise dediler ki: “Bizi büyülemek için her ne mucize getirirsen getir, sana inanmayacağız.” Biz onları ikna etmek için, kanatlı yaprak biti, çekirge, haşere, sel, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir toplum oldular.
Efendim sizin Firavun hanedanına bela götürdüğünüz “dokuz” mucizenizi sayıyorum.
1-Asa 2-Beyaz el 3-Yaprak biti 4-Çekirge 5-Haşerat 6-Tufan 7-Kurbağa 8-Kan 9-Kızıldeniz’in yarılması.
Dinler tarihinde bu mucizeleri sıralayamayan alimler ve ulemalar var. Onlar sizin “Firavuna ve Mısır halkına özel” olacağı belirtilen mucizelerinizi bile doğru düzgün sayamıyorlar. Birde kalkmış insanlara “Din” tarihi anlatıyorlar.
Şuara Suresi ve Kasas suresinde artık büyük sona doğru… Siz, sayıları milyona varan köleler ile akşam çökünce yolu koyuldunuz.
“Ve nihayet Firavun ve askerleri de sabaha karşı onların peşlerine düştüler. (Aranızda zaman olarak takriben “12 saat” fark var) Nihayetinde iki topluluk birbirini görünce; Musa’nın adamları: “Kesin yakalanacağız” dedi. Musa dedi ki: “Asla! Rabbim benimle beraberdir; O bana bir çıkış gösterecektir.” Panik ve korku doruktayken Musa’ya: “Asanla denize vur!” diye vahyettik. Böylece deniz yarıldı ve her parçası büyük bir dağ gibi yükseldi. Musa ve kavmi denizden geçerken, biz ise onları takip edenleri kendilerine iyice yaklaştırdık. Denizi de açık tutmaktaydık. Derken, Musa ve onunla beraber olanların hepsi karşıya geçti, peşlerinde olan Firavun ve ordusu ise dehşet içinde kapanan suların altında kalıp boğuldu. Firavun kavmini yanılttı ve onlara doğru rehber olamadı. Bu dünyada ve ahirette lanetle yakalandılar.
Efendim işte şimdi kıta olarak Asya bölge olarak Arabistan topraklarındasınız. Peki, karşı kıyıya Kızıldeniz’in neresinden hangi bölümünden geçtiniz?
-Fark eder mi?
Eder efendim. Nereden geçtiğinizi çok merak ediyorum. Herkesin inandığı geçiş noktası, Süveyş kanalını Kızıldenize bağlayan körfezdir. Ama Allah körfez demiyor. Deniz diyor. Üstelik denizin yarılmasından sebep geriye çekilen dalgaların devasa halini “her parçasının büyük dağlar” gibi olarak tanımlıyor. En yüksek dağların yükseklik ortalaması “8” km dir. Ve her parçasının bu büyüklükte olduğu belirtilir.
–Ama Firavun Süveyş kanalı çalışmalarında bulunmuş, bunu nasıl açıklayabilirsin?
Bunun açıklaması, Güneyin baskın akıntılarında saklı. Güney tarafı okyanus tarafı olduğu için baskın itici güce sahiptir. Geri çekilen okyanus suları büyük bir baskıyla kuzey yönüne ilerlerdi. Böylece Firavun’un cesedi Kuzey tarafına kadar sürüklendi. Kabaran devasa dalgalar Firavunu 19.Yy da bulunması için derinlere gömüp sakladı.
-Maşallah her şeye bir cevabın var.
Süveyş kanalından geçmiş olsanız bir başka sorun daha oluşuyor. Süveyş kanalı kuzey Mısır’da kalmaktadır. Madem siz Süveyş kanalı bölgesindeyseniz, neden Asya kıtasına kara parçası üzerinden ilerleyemeyesiniz?
+Neden ilerleyemezler evlat?
Bununda sebebi efendi NaramSin, Mısır’ın askeri gücünün büyük bölümünün ağırlıklı olarak Asya kıtası tarafında konuşlanmış olmasındadır. O tarafa ilerlemek intiharla eşdeğerdir. Mısır, Asya kıtasından gelecek her türlü tehlikeye karşı ordusunun büyük bölümünü kuzey Mısır tarafında tutuyordu. Bunu tarihi askerî harekâtlardan anlayabiliyoruz. Şayet Asya’ya bir harekât yapılacak olursa da askeri organizasyon orada her an hazırda beklemekteydi. Bu devlet aklıdır.
+Dediğin gibi efendibaba her şeye bir cevabı var. Peki, nereden geçtiler öyleyse?
Efendim nereden geçtiklerini Hz. Şuayb babanın ağzından, Musa efendimiz ile olan sohbetinde dinlemiştik. Aslında Allah, şu anda Kızıldeniz sahilinde sıkışmış olan Musa efendimizin, Kızıldeniz’in neresinden geçeceklerinin bilgisini Hz. Şuayb’ın dilinden seneler öncesinden bildirmişti.
19 ve 38 sayısı bakınız bize niçin verilmiştir.
+ İşte bu hiç beklenmedikti!
Hz. Musa asayı denize vurdu ve Kızıldeniz o noktadan kuzeye ve güneye olmak üzere ayrıldı. Güney kısmı Hint okyanusu ile bağlantılıdır. Böyle olduğu için güney suları çok ağır basmaktaydı. Okyanusa geri çekilen sular, siz geçtikten sonra okyanus baskısıyla Kızıldeniz’e geri boca edildi. Bu akış hızı kuvveti, Firavun ve ordusunu kuzeye kadar sürükledi.
Üzerinde 19 etkileşimi olan haritadaki bu bölge, Süveyş kanalından geçtiğiniz inancından çok daha anlamlıdır. O nokta yani resimde görünen yer, bence sizin bebekken de suya atıldığınız yerdi. Aynı zamanda o nokta, sizin yine denize atıldığınız yer oldu. Her iki atılmada Allah’ın kontrolündeydi. Buna ilahi kader diyorum.
Denizden geçtiğiniz yerin bu nokta olduğunu öylece havada bırakmayacağım. Bunu aynı zamanda tarihi bir gerçeğe de bağlayacağım. Tarihte Sümer medeniyetine akın eden bir “Sami” göçü gerçeği vardır. Bu tarihi bilgi, Arabistan çöllerinden Sümer medeniyetine göç eden Sami ırkı olarak bilinmektedir.
Tarihçiler böyle kaydetti fakat altını dolduramadıkları açıklar bıraktılar. 1- Bu göç edenlerin sayıları “milyonlarla” ölçülmektedir. 2- Bu göç edenler milyon kişi oldukları halde Sümer medeniyetine savaşmaya değil sığınmaya gitmiştir. 3- Milyon kişi Arabistan çöllerine nasıl ve nereden gelmiştir?
+Milyon kişi durup dururken gökten zembille mi indi? Nerede ve nasıl biriktiler?
Tarihçilerin buna doğru düzgün bir cevabı yoktur efendi NaramSin. İşte bunun cevabı, Firavun ve ordusundan kaçan İsrail oğullarının Mısır sahilinde belirttiğim noktadan, deniz yoluyla Arabistan topraklarına çıkmasında saklıdır.
Sonra onlar bu çöllerden seneler sonra da Kuzeye, Sümer medeniyetine doğru göç ettiler. İsrail oğulları Mısır’dan kaçtıktan sonra, ayetlerde belirtilen o uzun çöl hayatı tamda burada, Arabistan topraklarında kaşımıza çıkıp anlamını bulmaktadır.
Altını doldura doldura geldiğim bu kısmı “Akad’lı Büyük Sargon” devri başlangıcında güzel bir şekilde bağlayacağım.
FAKAT! Öncesinde Taha suresi 80. Ayeti çok ama çok iyi anlamalıyız.
Bu kıssayı dümdüz okuyan biri sanır ki o andaki konu anlatımı devam etmektedir. Aslında 80. ayet dört bin küsür sene sonrasına yani günümüze kadar atlayan bir zaman farkı vardır. Şu anda ve Hz. Muhammed zamanın da kendisini dinleyen İsrail oğullarına, Firavun hanedanlığının hemen sonrasında gerçekleşen bir sözleşmenin hatırlatmasıdır. Ayeti okuyalım.
Taha suresi 80: Ey İsrail oğulları! Biz sizi düşmanınızdan kurtardık ve size Fas’ın sağ yanını vadettik. Üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirdik.
Ayet burada İsrail oğullarına verilen bir sözü hatırlatır. Derki: “Size Fas’ın sağ yanını vadettik” Bu ayetin ne demek istediği açıktır. İsrail oğullarına Asya’da değil Afrika’nın kuzey kesiminde, Fas ülkesinin doğu tarafı vaat edilmiştir.
Maide suresinde Fas’ın sağ tarafı, sizin ağzınızdan şöyle belirtilir.
Maide suresi 20,21,22, ayetleri: Ve Musa kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı üstelik “âlemlerde hiç kimseye vermediğini size bahşetti.” Ey kavmim! Allah’ın sizin için yazdığı kutsal topraklara gidin ve geri dönmeyin, yoksa hüsrana uğrarsınız. Dediler ki: “Ey Musa! Orada zorlu bir kavim var. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya girmeyiz. Eğer onlar oradan çıkarsa biz de anca o zaman gireriz.”
Efendim sizin ağzından çıkan şu cümle çok kritik bir cümledir. “Gidin ve geri dönmeyin” Gitmek ve geri dönmemek!
Şimdi soru şu! Şayet o kutsal topraklar bugünkü İsrail toprakları olsaydı neden öyle bir cümle kullanılsındı? İsrail oğulları o anda Asya topraklarında zaten sizinle birlikte ikamet etmekteydi.
–Evlat onlara Harun ile defalarca anlattık. Fakat onlar istediler ki orası tamamen Allah tarafından boşaltılsın kendileri de gidip hazıra çöksün. Benden sonra yerleşenler de kendi istekleriyle oraya gidip yerleşmiş olamazlar. Allah kendi sözünü gerçekleşmesi için onları Asya’dan sürüp oraya mecbur etmiştir.
Bu düşünceniz çok doğru efendim. Bunlar tarihte Yahudilerin yediği sürgünlerdir. Böylelikle ayetin son cümlesi olan “aksi takdirde hüsrana uğrarsınız” sözü de yerini bulmuş olmaktadır. Asya’da kalmak istemeleri onları sürekli hüsrana uğratmış ve darmadağın edilmişlerdir. Yahudileri o topraklardan sürgün edenler ayetlere uygun olarak doğru olanı yapmışken, yahudileri o topraklara yeniden yerleştirenler ayetlere göre yanlış yapmıştır.
Şu andaki İsrail devleti Kur’an’a göre işgalcidir. Biz ise bu işgalin sonucunu şimdiden anlıyoruz.
+Peki, Fas’ın sağ yanı derken, bu fasıklara bahşedilen “sağ” denilen yer neresidir? Bunu haritada göster bize.
Hz. Muhammed’e göre Musa efendimizin Risalet aldığı yer, Fas ülkesinin güney tarafında kalan Tuva vadisi olduğuna göre, Fas’ın coğrafya olarak sağ kısmında kalan yer haritadaki bölgedir.
(Araf suresi 145) İLERİDE SİZE O FASIKLARIN YURDUNU GÖSTERECEĞİM.
Yaptığım araştırmalarda Yahudi inancının bu bölgedeki varlığı maksimum 3.000 bin sene öncesine kadar gitmektedir. Demek ki sizden sonra bu bölgeye gerçekten de sürgün yiyip yerleşen Yahudiler varmış. Eh ne diyelim, Allah mecbur edicidir.
Efendi NaramSin Ziya Paşa’nın ünlü sözünü siz söyler misiniz? Siz Ziya Paşanın o sözünü çok beğenmiştiniz.
–Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.
Teşekkür ederim efendim. Cuk diye oturdu.
Onlar Allah’ın sözüne zorunlu uyum sağlamış ve bu topraklara sürgün yemişlerdir. Şu anda bile burada yaşayan Yahudi kabileler mevcuttur.
7. sure olan Araf suresi 145. Ayette “ileride size o fasıkların yurdunu göstereceğim” der. Bunun da bilgisi benim bu çalışmam ile ortaya çıktı. Şimdi bir hesap yapacağım.
Araf suresi 141. ayette İsrail oğullarına bir hatırlatma yapılır. Denir ki: Hani sizi Firavun ailesinden kurtarmıştık. Bu anlatım 145. Ayette biter. Fakat son cümlesinde ileriye dönük bir bilgiden bahseder. Derki: İleride size o fasıkların yurdunu göstereceğim.
Konu 7. Surede geçer. 7×5= 35 ve 5 ayette anlatılır.
Şimdi haritalara “35,5” yazdığımızda karşımıza çıkan sonuç. Üstteki sözlü anlatımın yani “Fas’ın sağ yanı” denen yerin tam olarak aynısıdır.
Ayetler ise, 141 142 143 144 145’tir.
+İşte kitap işte tarih…
-İşte fasıkların yurdu. Aferin evlat.
Şimdi Arabistan topraklarında geçecek olan süreci kısaca özetleyeceğim.
Kızıldeniz’in karşı kıyısı gıda açısından yaşama pek elverişli değildi ve Arap topraklarının geneli çöldü. Fakat dağlık coğrafyada bir müddet çöl kuşlarını avlamak ve Arabistan dağlarında bulunan arıları kolinize etmek suretiyle idare ettiler. Arabistan’ın Taif şehrinde Sarawat dağlarında bulunan Kharfi köyü, antik bal kovanları ile doludur. Ve muhtemelen oraya yerleşen İsrail oğullarından kalan hatıradır. Binlerce sene öncesinden kaldığı tahmin edilen bu antik kovanlardan 1200 tanesi varlığını korumaktadır.
Ayette “al manna” denilen gıdanın ana kaynağı, yaprak bitinin sıvı özüdür. İşte burada o meşhur “beyaz el” yine iş yapmıştır. Hz. Musa efendimiz Beyaz elini gösterdi ve kanatlı yaprak bitlerinin buraya uçuşmasına sebep oldu.
Ayette aynen şöyle der. “Üzerinize indirdik” Ayette gökten indirme olayı anlatılır. Üzerinize indirme tanımlaması, Musa efendimize verilen Beyaz el mucizesinden kaynaklıdır. Musa efendimiz beyaz elini gösterince ve Firavun kavmini zora sokan börtü böcek bu sefer hayat kurtarmak üzere uçarak gelip İsrail oğullarının üzerine indi. Gerisi bir takım tarımcılık ve hayvancılık işidir.
Allah’ın her işinde bir “hikmet” vardır ayeti uyarınca! Bazı arı türleri yaprak bitinin ürettiği bal özünü toplayıp, kendi vücut sıvısıyla birleştirip böyle enteresan “al manna” adlı yüksek besleyici gıdanın ortaya çıkmasını sağlar. Bu kısmı yaprak biti böceğini araştırırken öğrendim. Böylelikle kudret helvası diye de bilinen “al manna” nın sırrına vakıf oldum. Hamd olsun.
Antik arı kovanlarının örnek resmi.
Fakat bu bölgenin de kendine has bir halkı vardı. Özellikle Bejalar adlı toplum İsrail oğullarından da önce buraları mesken edinmişti. Yalnız burada onlardan da önce var olan bir halk daha vardı, onlar ise Arabistan Bedevileriydi. İsrail oğulları burada kendilerine gelene kadar kısa zamanlı bir yaşam sürdüler.
Milyon kişi burada kalamazdı. Ki bu sayı birkaç milyona yakın bir sayıdır. Buraların imkânları onlara yeterli gelemezdi.
+Ayrıca efendibabamın büyük Sargon olmak gibi bir zorunluluğu da vardı.
İsrail oğullarının bir kısmı Hz. Musa ile Kuzeye Akdeniz üzerine doğru yürürken bir kısmı da Hz. Harun öncülüğünde doğuya Hazar denizi kıyılarına kadar uzun bir çöl yürüyüşü yaptılar. Bu uzun yürüyüşlerin ardından Sümer medeniyeti devlet sınırlarına kadar geldiler ve burada uçsuz bucaksız bozkırlara yayıldılar.
İşte tarihte Sümer medeniyetine gerçekleşen bu yürüyüş, Sami göçü olarak anılan yürüyüştü.
Fas’ın sağ tarafında kalan Cezayir’e gitmek yerine buralarda oturup kalmayı tercih eden İsrail oğulları 27 senesi böyle Arabistan çöllerinde geçer. Geri kalan 13 sene ise Sümer medeniyeti içindeki bocalama durumudur. Onların bu kalışları Afrika tarafına geçme şanslarının elinden alındığı “40” senelere tekabül eder.
Şöyle bir resmedelim.
Efendim burada iki güzergâh belirledim. Sizin güzergâhınız mavi yol, Kızıldeniz’den kuzeye doğrudur. Araf suresi 138. ayette şöyle der. “Ve İsrail oğullarını denizden geçirdik. Sonra onlar putlarına tapan bir kavme rastladılar. Dediler ki: “Ey Musa, onların tanrıları gibi sen de bizim için bir tanrı yap.” Dedi ki: “Siz cahillik eden bir kavimsiniz.”
İşte burada konuşulan sözlerin geçtiği mevki kuzeyde kalan antik Levant ülkesidir. Yani bugünkü İsrail Filistin Lübnan ve Suriye topraklarının tek bayrak altında olan antik halidir. Mari antik kent kazı çalışmalarında ortaya çıkan eserlerde inek figürü önemli rol oynamaktadır. Baal tanrısına tapınma ve çocukları kurban etme ritüeli ise Mari antik kentini de içine alan Levant bölgesinde görünmektedir.
Belli oluyor ki siz o anda güneyden kuzeye, antik Levant ülkesi tarafına bugünkü Suriye topraklarına kadar yürüdünüz. Bu yürüyüşte İsrail oğulları Hz. Musa öncülüğünde kendilerinden binlerce sene evvel yaşamış olan Hz. İbrahim’in hüküm sürdüğü toprakları yeniden gördüler. Tabi bozulmuş halini…
Sonunda bu arayış sizi, bu bölgelerde gezinirken inek putuna tapınan Levant halkına denk getirmişti. Harun babada güneyden Sümer medeniyetine kadar sokulmuştu. Nihayetinde Sümer medeniyeti sınırlarında Harun babayla buluştunuz.
Sizin bu çöl yürüyüşleriniz kalabalık halkınız için temelleri kalacakları bir site, yerleşim alanı arayışında olmanızdı. Çünkü İsrail oğulları kendilerine bahş edilen topraklara gitmek istemiyorlardı.
Bu hususta Araf suresi 161 ayetini görelim. Ve onlara, “Şu şehre yerleşin ve dilediğiniz yerlerde konaklayın. Fakat sınırlarından saygıyla girin ve deyin ki ‘Bizi kabul eder misiniz? Biz de sizin günahlarınızı bağışlayacağımızı ve güzel davrananları da yükselteceğimizi söylemiştik.
Bu halde Sümer medeniyetiyle yakınlaştınız ve böylece zamanla Sümer milletinin içine karıştınız. İsrail oğulları tarlalarda bağlarda bahçelerde imar işlerinde aktif rol oynadılar.
Tarihte denir ki: İsrail oğulları bu şehirlerde zaman içinde yönetici konumuna kadar yükselmişlerdir. Herhalde bu durum, az evvel ki ayetin son cümlesinin sonucu olmuştur. Biz de sizin günahlarınızı bağışlayacağımızı ve güzel davrananları da yükselteceğimizi söylemiştik. Bu ayetten sonra ki ayet (162) şehirlere yerleşen bu kalabalık kavimden bazılarının kendilerine tembihlenen söze uymayıp cezalandırıldığı belirtilir.
Bu iki zaman arasında ki zaman aralığı farkı ansızın gelişen bir zaman aralığı değildir. Ayetlerin anlattığı bilgiler bize her şey peşi sıra gelişiyormuş gibi gelir. Bugün ve yarınmış gibi gelir. Oysa iki olay arasında kim bilir kaç sene geçmektedir Allah bilir…
Harun baba ve İsrail oğullarının bir bölümü güney şehirlerinde kalırken, siz ve geri kalanlarınız Sümer’in kuzeyinde kalan “Kiş” şehrine göçtünüz. Böylelikle dengeli biçimde her şehire yayılmış oldunuz.
Efendim buradan sonraki adınız Musa değil Sargon olarak devam edecektir.
Sargon saygın, zeki ve de güvenilirdi. Bu uyumluluğu Kiş kralı “Urzababanın” dikkatini çekti. Ve bu saygınlık kendisini Kiş krallığında vezirliğe kadar yükseltti. Sargon baş vezir olarak Urzababanın her an yanındaki güvenilir kişisi oldu.
Sümer şehir devleti içerisinde yer yurt ve toprak sahibi oldular. Makam ve mevki kazandılar. Fakat Kiş kralı “Urzababa” zamanla Sargon’dan ve bu kalabalıktan oldukça rahatsız oldu. Haksız sayılmazdı. Binlerce kişi topraklarına yayılmıştı. Söz dinlemez aksi bir kesim de vardı ve onlar huzuru çok bozmuştu. Bunlarında geneli Sargon’a itaat ediyordu. Urzababa derin düşüncelere dalmıştı… Ya Sargon kendisine bir tuzak kurarsa?
Bu rahatsızlık Urzababanın rüyalarına kadar ilerlediği rivayet edilir. Gel zaman git zaman bir gün birileri Kiş kralının aklına tehlikeli bir fikir soktu. “Sargon’u öldürün ve kurtulun.”
Bunu kendisi yapamazdı. Çünkü ne cesareti vardı ne de imkânı. Sargon her an binlerce kişinin gözünün önündeydi. Urzababa kendince bir plan yaptı. Sümer medeniyeti kendi içinde yine bir güç savaşı veriyordu. Güney şehirlerinde “Lugalzagesi” adlı bir kral, nasıl olduysa diğer tüm şehirleri ele geçirmiş ve kendini tek Kral ilan etmişti.
Soru şu! Lugalzagesi bu üstünlüğü nasıl sağlamış olabilirdi?
Bunun cevabı Araf suresi 162 ayetindedir. İsrail oğullarından bazılarının “kendilerine tembihlenen (sığınma talebi) sözünün başka şekle sokulduğu” bilgisi verilir.
İşte bu kesim, Lugalzagesi’ye askerlik edip şehirleri işgal etmesi hususunda yardım ederek, sığınmak için geldikleri topraklara hainlik ile sahip olmak suretiyle zalimlik yaptılar. Lugalzagesi’yi kullandılar ve şehirleri ele geçirdiler. Ama Allah’ın başka bir planı vardı.
Sargon’dan kurtulmak isteyen Urzababa Sargon’u bu yönde kullanabilirdi. Sargon başarılı olursa Urzababa tüm topraklarda yine söz sahibi olurdu. Şayet Sargon ölürse Urzababa planını işletmiş olurdu. Üstelik Sargon’un diğer şehirleri uğratacağı tahribat Urzababanın yine işine gelecekti.
Urzababa bunları düşünürken Sargon ise zaten uzun zamandır kendilerine ait temelli kalacakları bir devlet arzusundaydı. Sadece bir kıvılcım yeterliydi. Urzababa bir plan yapmıştı fakat Sargon’u pek tanımıyordu. Sargon yanına seçkinlerden oluşan bir birlik aldı ve güney Sümer şehirlerinin üzerine yürüdü. Orada kardeşi Ūbil-Aštar (Harun) vardı! Ūbil-Aštar kendi himayesinde olan dürüst İsrail oğullarıyla Sargon’a katıldı. El birlik hainleri hallettiler ve Lugalzakesiyi esir aldılar. Tüm şehirler iki kardeşe geçmiş oldu. Allah planını en güzel şekilde işletmişti. İki kardeşin zafer resimlerini ekleyelim.
Sargon’un bir alayı yönettiği dikilitaş “Kral Sargon”
Sargon’un Zafer Dikilitaş’ının bir parçasıdır. Sargon’u kraliyet saç topuzuyla, bir topuz tutarak ve sol omzunda büyük bir kemerle kaunakes fırfırlı kraliyet paltosu ile (sol). Ve ona kraliyet şemsiyesi tutan bir hizmetçi (ortada) ve arkada silah (o silah bence o meşhur asadır. Ve asayı o anda taşıyan ise Harun babadır) tutan bir ileri gelen. alayı izlerken göstermektedir. Çivi yazısında Sargon’un adı ( Akadca : Šar-ru-gi lugal “Kral Sargon” Türkçedeki söylenişi “Kral Serkan”) Yaklaşık MÖ 2300. Louvre Müzesi.
Yazıcı Kalki’nin silindir mührü, Sargon’un kardeşi Prens Ubil-Eshtar ve ileri gelenlerle (önde bir okçu, iki ileri gelen ve Prens’in ardından tablet tutan yazıcı) gösterilmektedir. Yazıt: “Kralın kardeşi Ūbil-Aštar: Yazıcı KAL-KI, onun hizmetkârıdır.” Öndeki okçunun okuna dikkat ediniz. Kompozit yaydır. Türklerin icadı olan kadim savaş silahıdır.
Devam ediyorum.
Sargon kendilerine ait temelli kalacakları bir medeniyet arzusundaydı. Ve bu ise kendisi için bulunmaz bir fırsat sağlamıştı. Hem haksızda sayılmazdı. Ve emir geldi. Bakara Suresi 60: O vakitler Musa kalabalık milleti için temelli kalacakları bir iskân/site diliyordu. Biz de demiştik; “Asanı ile darbe yaparak kuşatın” Bunun üzerine taştan birbirine benzer on iki göze olarak Akad’ı kurdu. Her insan kendi soyunu yerleştireceği yeri seçti. Ve dedik ki; “Artık Allah burada size ne veriyorsa onu yiyip için. Yeryüzünde bozgunculuk ve saldırganlık yaparak kargaşa çıkarmayın.”
Sümer medeniyeti çöktü. Sargon ve ordusu kılıçlarını Basra körfezinde yıkadılar. Urzababa yanılmıştı. Sümer’de işi biten Sargon tekrar kuzeye yürüdü ve Kiş dâhil tümden o coğrafyaya hâkim oldu. Böylelikle tarihin ilk imparatorluğu olacak olan Akad İmparatorluğunun temeli atılmış oldu.
Mealciler Bakara suresi 60. ayeti “Musa’nın asasını taşa vurup taştan on iki pınar fışkırması” diye çevirirler. Çok fantastik…
Sümer’i ve o coğrafyayı tamamen ele geçiren Akad’lı Sargon zamanla “Afrika dâhil tüm Asya topraklarına hâkim oldu.” Bu hâkimiyet Zülkarneyn (NaramSin) efendimiz ile devam etti. “Tüm zamanların gerçek kralı” adlı yazı da buna değinmiştik.
Unutuyordum! Afrika’nın sözlü halk hikâyelerinde “Büyülü bir gümüş asa” hikâyesi vardır.
Büyük Sargon kendi bebekliği üzerine şu gerçeği tabletlere yazdırdı.
“Ben Agade’nin kralı büyük kral Sargon!
Annem yüksek bir rahibe idi, babamı tanıyamadım.
Yüksek rahibe annem beni gizlice doğurdu.
Beni bir kamış sepete koydu, onu ziftle kapladı.
Ve beni akıntıya bıraktı, dışarı çıkamayacaktım.
Akıntı beni sürükleyerek su çekici Akki’ye götürdü.
Akki beni sudan çıkardı, kendi oğlu gibi büyüttü beni.”
Fakat Asur İmparatorluğu zamanında tabletler yeniden kayda alınırken eklemeler çıkartmalar yapıldığı söylenir. Bu teoriye inanmıyorum. Ya bilgiler günümüzde yorumlanırken birileri tarafından kendi uydurdukları yalan tarihe uygun olarak değişmişse nasıl olacak? Bu bir paranoya değil!
Herkes şahittir ki açığa çıkan tüm bu bilgiler, her şeyi daha temkinli düşünmemize sebep olmaktadır. Yahudilerin elinin değdiği hiçbir eseri, hiçbir tarihi bilgiyi kabul etmiyorum.
O bilgiler arasında Büyük Sargon’un bebekliğini ve gençliğini “Safran” yetişen bir yurtta geçirdiği bilgisi de vardır. Tarihçiler Safran geçen bilgiyi ise Mezopotamya toraklarında Fırat nehri kıyılarına atfederler. Oysa Sargon’un bahsettiği Safran bahçeleri, Mısır ülkesinin Nil nehri kıyısında bulunan Luksor şehrindeki anısıdır.
-Evlat sen NaramSin ’in dediği kadar çıktın. Bu anlattıkların kayda değer…
Teşekkür ederim efendim. Allah diledi. Devam ediyorum. Büyük Sargon’un bu yazılı hatırasına sonra sonra eklemeler yapıldı. Bu eklemelerde ki amaç, tarihi yanıltmaktan başka bir amaç gütmüyordu. Çünkü Tarihi yeniden yazamazdılar ve dinler tarihini değiştiremezdiler.
Bu durum ise sizin Kur’an kitabına değil, kendi uydurdukları kitaba uygun düşmenize sebep oluyordu. Bu uygun düşme durumu ise, Kur’an’ın tarihi anlatısını yalanlamak olacaktı. Bu da onların oldukça işine geliyordu. Çünkü onların Kur’an’a ve Hz. Muhammed’e olan nefretleri katmerlidir. Onlara kalsa Allah, kendilerinden başkasına hitap edemezdi, kitap veremezdi ve elçilik veremezdi… Yanıldıkları çok açık.
Sargon Kral oldu, İsrail oğulları ise o topraklarda artık tam hâkimiyet sahibiydi. Kral olan Sargon Allah ile konuşmak için istekte bulundu ve bunun sonucunda halkının içinden bir müddet ayrıldı.
İsrail oğulları ise hiç boş durmadan hâkim oldukları topraklarda yeni inanç sistemleri geliştirmeye koyuldu. Kral Sargon ayrılırken arkasında vekil olarak kardeşi Ūbil-Aštar atadı. Ve dedi ki; “benim yerime geç ve onları eğit. Sakına bozguncuların yoluna tâbi olma!”
İşte o bozguncular, İsrail oğulları içinde ineğe tapan Sümer medeniyetinde ise huzuru bozup yıkılmasına yol açan kimselerdi. Onların planı bu topraklarda kendi başlarına buyruk hâkim olmaktı. Allah ise Sargon’u üzerlerine gönderip yönetimi bunlara bırakmamıştı.
Sargon’un yokluğundan fırsat İsrail oğulları o topraklarda kendilerinden önce yerleşik olan Sümer medeniyeti mensubu Samirilerden altından dökme böğüren bir inek putu yapmalarını istedi.
Samirlere nasıl bir put yapılması gerektiğini Levant uygarlığında gördükleri üzere başlarından geçenleri anlatarak tarif ettiler.
Bu hususta şu ayeti yeniden hatırlayalım. Araf Suresi 206: İsrail oğullarını denizden geçirdik ve putlarına tapan bir kavme rastladılar: Onlar; “Ey Musa, onların tanrılarının benzeri gibi sen de bize bir tanrı yap” dediler. O da “Siz cahil bir kavimsiniz” dedi.
Onlar Mısır’dan kaçtıktan sonra yolculukları esnasında rastladıkları kavim, Akdeniz kıyılarında yaşayan antik Levant devletiydi. Levantın birçok putu vardı. Yalnız en önemlileri boynuzlu bir tanrıydı. Fenike tarihinde bu tanrıya kendi çocuklarını dahi kurban edenler olduğu söylenir. Hz. İbrahim anlatısında buna yer verilir.
Sanatta gelişmiş olduklarını bıraktıkları eserlerden anladığımız Sümer medeniyeti mensupları, bu toprakların yeni sahiplerine istedikleri putu yaptılar. Yalnız onlar bu putu İsrail oğullarının isteği üzerine onlardan aldığı bilgiler dâhilinde yaptılar. İsrail oğulları elçi Musa ile gezdikleri topraklarda gördüklerini Samiriye anlattı Samiri’de o putu yaptı.
Onlara inek putu çıkartan kimseler Kur’an’da سامري (Samiriyeli) olarak geçer. Bunlar Sümer medeniyeti mensuplarıydı.
Taha Suresi 88: (Sümerliler) onlara böğüren bir buzağı heykeli çıkardı ve kendilerine; “İşte sizin Tanrınız ve Musa’nın Tanrısı! Fakat o bunu unuttu” dediler.
Sümerlilerin bu konuşmasında anlaşılan şey, Musa sanki Mısır’dan çıktığı yolculuk esnasında halkına boynuzlu bir tanrı sözü vermiş de yapmayı unutmuş gibi aktarılır.
Bunlar ineğe tapınırken biz şimdilik Sargon efendimizin yanına gidelim. Çünkü bir kıta yerinden oynayacak ve devasa bir kara parçası parçalanacak.
-Onu da mı göstereceksin?
Evet efendim onu da göstereceğim. Böyle önemli bir şeyi atlamak olur mu hiç? Allah size kendi varlığının minik bir gösterisini sunmuş, bize ise hatırasını bırakmış. O dehşet verici olayı bizim de tanıklar olarak görmemiz gerekir. Ondan geriye kalan iz, Allah tarafından korunmuş durumdadır. Allah sırf Kur’an’da anlattıklarının ne denli esaslı olduğunun araştırılmasını istemektedir. Bu hadise tamda onlardan biridir. Binlerce sene evvel yaşatmış olduğu bu olağan dışı hadisenin fiziksel izlerini, yaşatmış olduğu coğrafya üzerinde binlerce km alan üzerin de sergilemektedir.
Allah ile randevulaştınız bu randevu Bakara suresi 51’ de, Araf suresi 142’ de ve Taha suresi 83 ayetlerin de anlatılır.
Ve Musa’ya kırk gece için söz verdiğimiz zaman. Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona on gece daha ekledik. Böylece Rabbinin süresi kırk geceye tamamlandı. Ve Musa kardeşi Harun’a dedi ki: “Kavmim arasında benim yerime geç, doğru davran ve bozguncuların yolunu izleme.” Ey Musa, neden kavmini bu kadar aceleyle terk ettin?
Sargon efendimiz Krallığı kardeşi Ūbil-Aštar’a emanet edip yola çıktı. Bir dağa gitti. O dağ randevunun ikinci kısmında 70 kişinin yıldırım ile vurulacağı dağdı.
Müslüman toplumu önüne ne konursa onu kabul eden acayip tiplerdir. Ayette bahsi geçtiği halde o yıldırım geride bıraktığı izini hiç merak ettiler mi?
Allah, bir dağ sırasını yerle bir ettiğini belirtir. Müslümanlar ise o dağı, Yahudilerin inancına bakarak belirlediler. Peki, neden Yahudilerin inancına bakarak inanıyorlar ki?
Oysa Allah kitapta her şeyi detaylıca anlattığını ve kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadığını belirtiyordu. Üstelik Kur’an’ın her konuda bize yeteceğini de belirtmişti. Öyleyse neden! Neden, Müslümanlar Kur’an’ı bu kadar öteledi ve Yahudilerin kendi elleriyle yazdığı yalanlara itibar etti?
Mahşerde Hz. Muhammed’e Müslümanlar için bir soru yöneltilir. Nedir ümmetinin hali? O derki: “Rabbim benim kavmim Kur’an’ı terk ettiği için bu halde.”
Demek ki Kur’an, ayette belirtildiği gibi, Müslümanlar tarafından terk edilmiştir. Onun nasıl terk edildiği onun yerine ilim elde etmek için baktıkları kaynaklardan belli olmaktadır. Ben asla onlara itibar etmeyeceğim. Anunnaki masalı da onlardan biridir.
Yahudi anlatısına göre şu anda siz Medyen’desiniz.
Fakat şu anda siz Arabistan’ın Medyen şehrinde değil Arabistan yarım adasının “Umman” ülkesindesiniz. Medyen’ciler hayal kırıklığı yaşamış mıdır?
+Muhtemelen…
Sizin Allah ile görüşmeye gittiğiniz yer, Umman ülkesinin Hacer dağlarıdır. Burada Allah ile olan randevuya katılmıştınız ve size levhalar verilmişti. Bir ara kendinize hâkim olamadınız ve Allah’tan kendisini göstermesini rica ettiniz. O ise size dikkatinizi karşıdaki dağlara vermenizi söyledi. Yüzünüz doğuya, Hazar denizi geçidi yönüne dönüktü. Varlığının bir nişanesi olarak o yüce dağ silsilesi yerinde durabilirse, sizin de kendisini görmeye kadir olacağınızı ekledi. Ve Rabbimiz dağ silsilesine küçük bir dokunuş yaptı. Sonuç ne oldu dersiniz?
+Ne oldu evlat ne oldu?
Hazar denizi ile Hint okyanusu kavuştu efendim.
Günümüzde o ilahi dokunuştan geri kalan darbenin izleri halen durmaktadır. Buyurun sizin ve karşıdaki dağ silsilesinin coğrafik görüntüsü alttadır.
Bu mesafeden karşıdaki dağları göremezdiniz fakat orası göklere uçuşursa bunu hem görürdünüz ve de iliklerinize kadar hissederdiniz.
-Hissetmek ne kelime düşüp bayıldım ben.
Altta ki görselde ise, o dehşetengiz kuvvetin minik bir dokunuşunun coğrafyada bıraktığı izi ve akıl almaz devasa parçalarını göreceğiz o parçaların üzerinde şehirler var. Dünya coğrafyasında bunun bir benzerini göremezsiniz.
İşte Rabbimizin şu anda bile bizi ikna edecek etkisinin o coğrafyada bıraktığı iz budur.
Kırmızı halkalar parçalanan dağ silsilesinden arta kalanlardır. Mavi hat ise orada daha önce bulunan dağ silsilesinin ifadesidir. Bu hususta coğrafyada şuna dikkat çekmek isterim!
Arabistan tarafında kalan “Şarika “ adlı burun, İran ülkesine doğru geniş çapta bir girinti takip eder. Az sonra göstereceğim resim bu geniş girintinin eksi hallerini anlamamız içindir.
İlgilenecek olanlar haritalardan kendi gözlemlerini yapsınlar. Hayal kurmuyorum görünen şey coğrafyanın kendi anlattığıdır. Bu hususta kontrollerini yapanlar kendilerine şunu sorsunlar? Etrafta bir krater izi yok, öyleyse bu devasa parçalanışa nasıl bir güç sebep olmuş olabilir? O paramparça olmuş dağdan arta kalan heybetli kalıntılar etrafa nereden saçılmış olabilir? Cevabı burada. Araf suresi 143:
Ve Musa tayin ettiğimiz vakitte geldi ve Rabbi ona seslenince o dedi ki: “Rabbim, Seni görebilir miyim?” Dedi ki: “Beni göremezsin, fakat şu “dağlık bölgeye” bak; eğer o yerinde kalırsa, o zaman sen de Beni göreceksin.” Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti ve Musa bayıldı. Sonra kendine gelince dedi ki: “Sen yücesin! Sana tövbe ettim ve ben inananların öncüsüyüm.”
Medyen’de çoraklıktan kurumuş ve dağılmış, kum yığınına dönüşmüş o dağ, Hz. Musa’nın hadisesinde ki bu dağ değildir. Şüphesiz ki o dağı da bu dağ silsilesini de Rabbimiz çökertmiştir. Şüphesiz ki tüm oluşumların görünmeyen yüzü hep O’ dur.
Fakat Hz. Musa anlatısında bahsi geçen dağ, bu “dağlık” alandır. Dikkat ederseniz ayette Hz. Musa efendimize Allah, şöyle bir şey söyler. Derki: “Dağlık bölgeye bak!” Bu ifade aynı zamanda bizim için de söylenmiş bir cümledir. İran o bölgede ki en dağlık coğrafyadır. Darmadağın olmuş o dağlık bölgeden kopan parçalar, Arabistan kıyılarına ve Akad ülkesinin “kıyısına” kadar savrulmuştur. Haritalara bakanlar lütfen ona da dikkat etsinler.
İşte Rabbimizin şanına yakışır minik bir dokunuş böyle olurdu. Şüphesiz Allah işini en iyi bilendir.
Sargon burada bir de kötü haber almıştı. Kavmi onun arkasından ineğe tapmaya başlamıştı. Hiç mi anlayamadılar? Erkek evlatlarını boğazlayıp öldürten, kızlarını ise cariyeler olarak kullanan, kendilerini ise köle olarak çalıştıran Firavundan, Kızıldeniz’i yarıp onları içinden geçirerek kurtaran Allah’ı hiç mi tanıyamadılar?
Allah’ı umursamayıp ineğe tapmak bir aptallık değildi. Olsa olsa bir hakaret olabilirdi. Çünkü Musa’ya ve Allah’a inanmıyorlardı. Ve her seferinde bunu açıkça zaten dile getiriyorlardı.
Halkına geri gelen Sargon bu ineğe tapınma durumunu sorgulamaya başladı. Taha Suresi 95 ayetinde bu kısım şöyle geçer; (Sargon) Musa dedi ki: Senin amacın nedir Sümerli? Taha Suresi 96: (Sümerli cevapladı.) “Ben onların aksine çok tecrübeli biriyim. Elçinin geçtiği yerlerin izini sürüp bilgi topladım ve ortaya bu eseri çıkarttım. Bu bence çok hoş oldu” der.
Sümerli durumun vahametini anlamıyor, yaptığı putu Musa’nın (Sargon’un) halkına verdiği bir söz olduğunu sanıyor.
Sargon Sümerlinin yaptığı putu, onlardan isteyenlerin kendi halkı olduğunu öğrenince onları öldürmeden kendi içlerinden sürmüştür. Harun baba durumu Sargon efendimize iyiden iyiye açıklayınca, Sargon efendimiz halkın tapınmış oldukları sapsarı sığırın canlı kanlı olanını getirtti ve onlara kendi elleriyle boğazlattı.
-Yalnız durumu o kadar çıkmaza götürdüler ki az kalsın bunu yapmayacaklardı.
Ayette de aynen öyle der efendim.
Sargon’un efendimizin bunu fiili olarak yaptırmasının sebebi tanrı olarak gönüllerinde yer bulan bu sapkınlığı, sap sarı sığırı katlettirmek suretiyle gönüllerinden ve düşüncelerinden silinmesini sağlamaktı. Sargon tek tanrıcı bir liderdi ve halkına bunu emretmişti. Sargon bu hadiseyi her sene yüzlerce hayvan kestirerek devam ettirecekti. Bu hadise ise tarihi kayıtlara, “Akad’lılar tanrılara binlerce hayvan kurban ediyordu” gibi yanlış bir yorumla geçecekti. Günümüzde bu olaya getirilen bakış açısı, tarihteki olan bitene nazaran çok yanlıştı.
Tanrılara kurban edildiği sanılan hayvan kesme ayininin arka planı, büyük Sargon’un milletine aşıladığı bir adetti. Hayvanları tanrılara kurban etmiyorlardı! Tam aksine her sene tanrı olarak addettikleri sığırları kesip parçalıyorlardı. Hayvan kesme olayı her sene tekrarlandı ve zamanla bir şenlik gününe dönüştü. Bunun adına bugün “Kurban Bayramı” denmektedir. Hayvan keserek adına kurban denilen bu âdetin manası, “biz artık hayvana tapmıyoruz” anlamındadır. Konuya dönecek olursak,
Sargon halkının önde gelen yöneticilerinden yetmiş kişiyi seçti. Onlar ile yeniden Umman Hacer dağlarına gittiler. Aklımıza doğal olarak şu gelmekte. Koca coğrafya sanki bir mahallede, onlar rahatlıkla bir oyana bir bu yana gidebiliyor. Tabi ki öyle değil. Bunun için birkaç yol yordam var. İlki hayvanlar üzerinde ile yapılan yolculuktur. İkincisi ise deniz yolu ile yapılacak olan yolculuktur. Malum ki Akad ülkesi Hazar denizi üzerinden Ummana ulaşılmaktadır. Bu zamanı sanılandan daha da kısaltır. Sargon’un gemiler ile Kıbrıs’ı feth etmeye gitmiş olabileceği teorisi bile vardır. Neyse, Sargon ve yetmiş kişi yine Umman dağlarına çıktılar. Bu yetmiş kişiye bir selamlama merasimi olarak bir sarsıntı ile hoş geldiniz denildi. Araf suresi 155 ayetinde bu durum şöyle geçer.
Ve Musa tayin ettiğimiz vakit için kavminden yetmiş adam seçti. Fakat onları bir sarsıntı yakaladığında, dedi ki: “Rabbim, eğer dileseydin, onları ve beni daha önce helak ederdin. İçimizdeki akılsızların yaptıkları yüzünden bizi helak mı edeceksin? Bu, ancak senin bir imtihanındır. Onunla dilediğini saptırırsın ve dilediğini doğru yola iletirsin. Sen bizim koruyucumuzsun. Öyleyse bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.”
Bunun peşinden yetmiş adam ne dese beğenirsiniz?
-Ben söyleyeyim.
“Ey Musa biz Allah’ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız.”
+Onların bu isteklerine yıldırım hızında cevap verildi. Yalnız çok hızlı olduğu için göremediler.
Evet efendilerim evet. Aynen öyle oldu. İşte Sargon efendimizin yanında yetmiş kişiyle yeniden çıktığı Hacer dağlarında ki o yıldırımın ardında bıraktığı iz düştüğü o dağda olduğu gibi durmaktadır.
Yetmiş kişi anında biyolojik olarak öldüler. Kimisi buradaki ölmeyi bayılmak falan der. Kimisi uyku ölümü ile biyolojik ölümü eş tutar.
+Onlar ölmeyi bayılmak falan mı sanıyor?
Öyle görünüyor. Buradaki ölmek, böyle bir darbe karşısında biyolojik olarak ölmeyi gerektirir. Uykuda ki ölüm ile kıyaslamak manasızdır. Bayılmak ile kıyaslamak da manasızdır.
Yeniden diriltildiler. Çünkü diriltmek Allah’a göre öldürmek kadar kolaydır.
+Evlat koordinat vereceksin değil mi?
Evet efendim vereceğim. Çünkü bunu belgelemeliyim.
-Hadi bakalım.
Dağ anlatısı ve yıldırım çarpması ile ilgili olan sure ve ayetler alttadır.
Sure ve ayetleri olduğu gibi topluyorum. Sonuç,
251+255+7142+7143+2083= 16.874 ‘ tür. Bununda toplananı 1+6+8+7+4=26 ‘ dır. Bu boylamdır.
Şimdi sure tekrarsız ve ayet numaralarını tek hane topluyorum sonuç,
2+5+1+5+5+7+1+4+2+1+4+3+2+0+8+3= 53’ tür.
Şimdi vaat edilen gün sayılarını topluyorum sonuç,
40+30+10+40= 120’ dir. Bununda toplananı 1+2+0= 3’ tür. 53 ve 3 sayısının toplananı ise 53+3= 56’ dır.
Şimdi haritalara 26,56 kodunu girelim. Ve coğrafyada parçalanan dağın yerini bulalım.
Evet durum budur. Ve 26 ile 56 sayısını topladığımızda sonuç 2+6+5+6= 19’ dur.
-Güzel. Gayet başarılı. Allah ilmini artırsın eksiklerini gidersin.
Teşekkür ederim efendim. Şüphesiz her şeyin en güzelini sadece Allah bilir.
Buradan ayrılalım efendim. Halkınıza geri dönelim.
Sargon kendini toparladı yetmiş kişiyi aldı ve geri döndü. Halkını düzene koydu ve onlara medeniyeti aşıladı. Gel zaman git zaman bereketli hilal artık Sargon’ un denetimindeydi.
Bu denetim Anadolu dâhil Asya kıtasının geneline ulaştı. İnsanlar Akad’ı, sadece merkezi yönetiminin etkin olduğu Akad topraklarından ibaret sanıyor. Bu tarihi bir eksikliktir. Çünkü Akad’ın kayıp binlerce tableti vardır. O eksik bilgileri tüm Dünyada bir avuç insan hariç kimse bilmez. Bilenler ise bunu kimselere bildirmez. Fakat! Şuna bakın ki insanlıktan bu bilgileri saklayanlar, Sargon’lu Akad tarihini film serileri yaparak milyon dolarlar kazanırlar. Yaptıkları bu filmlere de “Yüzüklerin efendisi” adı verip “hayali kurgu” derler.
Sargon’un kendi geçmişinin ilk seneleri Mısır’da ve Afrika kıtasının çeşitli bölgelerinde geçer. Sami sanılmaları ise, Kızıldeniz’den geçip Arabistan topraklarından Sümer’e yürümüş olmalarıdır. Sami değillerdi onlar Berberileri halkından oluşmaktaydı. Berberilerin Afrika kıtasına gitmesi ise, Antik çağlarda Fenikeli tüccarlar olarak Afrika kıtasına yaptıkları ticari yolculuk ile başlar. Daha sonraki zorunlu göç ise Hz. Yusuf zamanında Asya topraklarında yaşanan kıtlıktan ötürüdür. Bu ayrı bir konu…
Zamanla buraya yerleşen Fenikeliler Afrika’nın “Fas” şehrini ve birçok şehrini kurmuşlardır. Berberiler yani Barbarlar Afrika’nın batısına ve kuzeyine yayılıp hâkim olurlarken, öte yanda Mısır hanedanlığı gelişiyordu. Ve Mısır hanedanlığı tam da onların Kenan yurduyla olan bağlantıları üzerinde duruyordu. Mısır hanedanlığı ise hızla gelişmekte olan bir medeniyetti. Bu gelişme aynı zamanda yeni şehirler kurulması da demekti. Bunun için oldukça fazla insan gücüne ihtiyaç vardı. Bu ise Berberiler başta olmak üzere her insanın ya ücretli ya da köle olarak ele geçirilmesiyle mümkündü. Vs vs..
Artık zaman gezgini Sargon anlatısına geçiyoruz.
Sargon bir ara yine Krallığından kayboldu. Hiç kimse nereye gittiğini bilmiyordu.
+Düzelteyim. Öyle görünüyor ki sen hariç kimse bilmiyor.
Bu iyi hissettirdi.
Sargon yanına asasını aldı ve birde yüküne yardımcı olacak güvenilir bir adam…
Kehf Suresi 60- Ve bir zaman Musa genç yardımcısına demişti ki: “Ben iki gölün kesiştiği yere varıncaya kadar durmayacağım. Sonra asırlarca devam edeceğim.”
–Evlat biraz ara ver ve hemen bir bardak su alayım.
Hemen efendim buyurun.
+Efendibaba iyi misiniz?
-Galiba biraz heyecan yaptım. Ama iyiyim…
Efendimiz siz suyunuzu içerken ben Kehf suresinin bu ayetinde ki iki göl sözcüğünün “iki deniz” diye çevrilmesinin hatalı olduğunu açıklayayım.
Ayetteki البحرين (albahrayn) sözcüğünün “iki deniz” olarak tercüme edilmesi, Fatır suresinde anılan iki deniz ayeti ile bilinçli olarak karıştırılmıştır. Furkan S. 53’e ve Kehf S. 60 ayetine “iki deniz çevirisi yapılan tüm mealler hatalıdır.” Bu hatalı çevirilere binaen toplum içinde yaygınlaşmış olan “birbirine karışmayan iki deniz” inancı da yanlıştır. Bu yanlışa karşı tez sunanlar da bu iddiayı ortaya atanlar kadar yanlıştır. Bir taraf ezberci kafaya sahip, diğer taraf önyargılı kafaya sahiptir. Her iki tarafta bu sözün kaynağına bakıp hakikati görmeyi tercih etmediler.
+Diyorsun ki al birini vur ötekine.
Aynen öyle efendim. Kehf Suresi 60 ve Furkan Suresi 53’ te geçen ( البحرين albahrayn) sözcüğü iki su kütlesi, iki baraj, iki göl demektir. İki deniz diye çevrilmesi gereken doğru sözcük, Fatır S. 12. ayetinde geçer ve şöyle ifade edilir. البحران (albahran)
NaramSin efendim, bu bilgiyi sizinle olan sohbetimiz de detaylıca işlemiştik. Dileyen oradan bakabilir. Tüm zamanların gerçek kralı adlı yazıda detaylıca anlatılmıştır.
-Hadi bakalım evlat. Ben iyiyim ve Allah’ın izniyle hepinizden güçlü ve üstünüm.
Ondan ne şüphe efendim. Maşallahınız var. Binlerce senedir ayaktasınız. Efendim sizi öldü sanmalarını nasıl karşılıyorsunuz?
-Öyle sanmaları icap ediyor. Ben bunu kafaya takmıyorum.
Efendim içimden geçeni söylemem de bir sakınca yoksa bir şey söylemek istiyorum.
–Nasıl olsa kimse inanmayacak.
Öyleyse ne söyleyeceğimi biliyorsunuz.
-Bunu anlamak zor değil.
Geldiğiniz vakit sizi tanıyamamaktan ya da görememekten endişeliyim.
-Allah’ın işine karışamayız. Bunu ne ben bilebilirim ne sen bilebilirsin.
Orası öyle. Meleklerin geri getireceği sandığı ve içindeki “Asayı, Torah’ı ve sarı ineği kestirdiğiniz (sekine) hançeri” düşünüyorum. Şunu belirteyim ve konumuza geri döneyim. Kur’an’da Allah, çok özel bir takıma açık halde selam yollar. Der ki; “Nuh’a, İbrahim’e, Musa’ya, Harun’a, İlyas’a selam olsun” Sizlere bu halde açık bir selam söylenir. Hz. İsa efendimizin de ölmediğini çok iyi bilmekteyim. Sizler ölmüş olsaydınız selam bu şekilde açık bir selam olmazdı. Hem, sizler medeniyetlere yön vermişler olarak mezar yerleriniz dahi,
-Evlat konumuza dön.
+İşini yap evlat böyle şeyleri fazlaca karıştırma. Allah ne dilerse o olur.
Tabiki. Ayeti tekrar alalım.
Kehf Suresi 60- Ve bir zaman Musa genç yardımcısına demişti ki: “Ben iki gölün toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım. Sonra asırlarca devam edeceğim.”
-Buradan ne çıkar?
+Efendibaba, bence çok şey çıkar. Şaşırmaya hazır ol derim.
Çok şey çıkar efendim. Neye istinaden olduğunu tam anımsamıyorum. Fakat sene 2016’da Kehf suresinde size ait olan bu maceranızı konu edinmiştim. Ve buna istinaden “iki yazı” yazmıştım. Kehf suresinde “sizin ve Hızır lakaplı” kendisine özel ilim verilmiş olan kişiyle olan “yolculuğunuzu” konu edinmiştim.
Ben o yazıları yazdım ama neden yazdığımı ancak 9 sene sonra anlayacaktım. Bu beni baya etkiledi. Çünkü o yazının uzantısının Akad imparatoru Sargon’a ulaşacağını nereden bilebilirdim?
-Merak ettim ne yazmıştın?
Başlıklar şuydu.
Kur’an’da 18. Surede Anlatılan Bandırma Vapuru.
Kur’an’da 18. Surede doğumu müjdelenen insan Atatürk.
-NaramSin o suyu içmeyeceksen bana uzat.
+Efendibaba en iyisi ben sana sürahiyi getireyim. Sen devam et evlat.
Tamam. Kehf suresinde iki gölün olduğu yere vardınız. O iki göl Çin sınırlarında olan “Manasarovar ve Rakshastal” gölleriydi. Hızır adlı kişiyi bu iki gölün olduğu yerde yani resimde görünen bir yerde arayıp buldunuz.
Onu gördüğünüz vakit kendisiyle yolculuğa çıkmak istediğinizi teklif ettiniz. O ise size şöyle söyledi.
“Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin”
Siz ise kendinizden emin halde, “İnşallah benim sabırlı olduğumu göreceksin ve senin işine de karışmayacağım” dediniz.
Burak taşıtı ile ikiniz zaman yolculuğuna çıktınız. Aynen ayette dediğiniz gibi. Aradığınız kişiyi bulana kadar devam edeceğinizi belirttikten sonra “Asırlarca devam edeceğim” dediniz.
Bu sözü okuyanlar sizin azminizin nişanesi olarak sabrınızı takdir ederler. Fakat bu sözün ardında farklı bir amaç olduğu anlaşılmaktadır. Dürüst olayım. Bende sanıyordum ki, aradığınız kişiyi ne kadar zamana mal olursa olsun asla vaz geçmeyeceksiniz. Şimdi bunun kadar da hayali bir çıkarım olduğunu görüyorum.
Bunun bir zaman yolculuğu olduğunu nereden bilebilirdim?
+Çocuk bilmece gibi konuşmasana, zaten yerimizde duramıyoruz.
Tamam efendim haklısınız.
Araştırmalar yaparken tarihte Sargon efendimize ait şöyle bir bilgiye rastladım. O anda gözlerim parladı. 2016 senesinde yazdığım o iki yazının ne anlama geldiğini tam olarak kavramama sebep oldu.
Tarihi tabletler de Sargon efendimizin, 19.Yy.a seyahat ettiğini belirten şöyle bir kayıt var.
Savaş Kralı anlatısında: Sargon’un tüccarlarını korumak için Anadolu şehri Purushanda’ ya yaptığı sefer anlatılır. Bu anlatının hem Hititçe hem de Akad’ca versiyonları bulunmuştur. Hititçe versiyonu altı parça halinde mevcuttur, Akad’ca versiyonu Amarna, Asur ve Ninova’da bulunan çeşitli el yazmalarından bilinmektedir. Anlatı anakroniktir ve Sargon’u 19. yüzyıl ortamında tasvir eder.
Link: https://en.wikipedia.org/wiki/Sargon_of_Akkad
Bu tarihi bilgiyi anakronik diyorlar. Gerçi onları suçlayamam onlar da bunun gerçek olabileceğini düşünememiştir. Bu anlatıya anakronik dediler çünkü çağınıza uymuyordu ve bunu bir tarihlendirme yanlışlığı olarak yorumladılar. Gerçek olabileceğine ihtimal verseydiler eminim bu bilgiyi de saklı tutmaya özen gösterirdiler. İşte bazı hususlarda paranoyak olmadığımın burada anlaşılabileceğini umuyorum. Tarihçiler bu kısmı saklamadı çünkü onlara saçma geliyordu. Fakat kendinize ait yazdırdığınız tabletleri ise sakladılar çünkü onlara göre o kısımlar gerçekleri yazıyordu.
Hızır ile sizin yolculuğunuz anakronik değildi gerçekti. İkiniz “Burak” adlı gemiyle kendi çağınızdan dört bin küsür sene ileriye gittiniz. Ve gittiğiniz tarih 1891’di.
Yani 19. Yy.’ın 91. senesiydi. İlginç! Geçmişten bakınca da 19’dur, gelecekten bakınca da 19’dur. Bunu şimdi fark ettim. “19-91”
Burak adlı gemi bu olabilirmi?
-Ciddi olamazsın!
+Vay canına sanki meteor düşüşü gibi.
En iyisi ben konuya geri döneyim.
1891 senesinde Hızır “Bandırma Vapurunu” Erdek kayalıklarına bindirdi ve Bandırma vapuru baş tarafından büyük yara aldı. Kayalıklara baş tarafından oturan gemi raporlarda tam kayıp sayıldıysa da “Kaptan Andreadis” onu satın aldı ve gemiyi oturduğu yerden kurtarıp onarım için Haliç’e getirdi. Tarihte bu batışın raporunda “bir kaza sonucu” diye not düşüldü. Bandırma Vapuru üç sene sonra “1894” senesinde Osmanlı İmparatorluğuna satıldı.
1894 senesinde Osmanlıya satışı ise, sure ve ayet numaralarında şöyle görünür.
18. Sure 1800 senesini temsilendir. Hızır ile yolculuğunuz ise 18. Surenin 70. Ayetinde başlar. Bu yolculuk esnasında gemi Hızır tarafından batırılır fakat geminin neden batırıldığının açıklaması ise 79. ayete bırakılır. Şimdi yapacağım işlem bunun açıklamasıdır.
1800+70= 1870 Tarih bin sekiz yüz yetmiştir. Üzerine sayalım. 1870+7+1+7+9=1894, gemi bu tarihte Osmanlı İmparatorluğuna satılır. Hızırın açıklamasında şu vardır. Zalim bir kral sağlam gemilere el koyuyordu bu sebep le geminin batması icap ediyordu der.
Sonra bu gemi 19 Mayıs “1919” senesinde “19” yolcusuyla İstanbul Galata rıhtımı Tütün iskelesinden Samsun’a doğru yola çıkar. Ve tüm Dünya için tarihin seyri değişir. Çünkü gemideki 19 yolcunun içinde, 1974 senesinde Hızırın öldürdüğü çocuğun kardeşi olan “Mustafa Kemal’de” vardır. Ve bu yolculuk onun liderliğindedir.
Tarih ve Kuran örtüşüyor.
Tarihte batan Bandırma vapurunun battığı tarih; 12.12.1891 dir. 12+12+18+91=133 (7×19) “Üzerinde 19 vardır”
Şayet Bandırma V. batış tarihini yan yana toplarsak, 1+2+1+2+1+8+9+1= 25’ eder.
+Bu ne anlama gelir?
Bunun anlamı şudur efendi NaramSin. 1894’ te Osmanlıya geçen gemi, 25 sene sonra 1919 senesinde Samsun’a doğru kurtuluş savaşı için yola çıkmıştır. 1919-1894= 25
Çok ilginç değil mi?
+Hem de nasıl!
Efendim aslında, Allah her şeyi sayı ile hesap etmiştir ayetinin yaşam içindeki hallerine şahit olmaktayız.
Gemi yazısının linki: https://www.kuran19.org/2016/11/18-surede-kehf-anlatilan-bandirma-vapuru/
-Evlat bunları okuyanlar senin kafayı sıyırdığını düşünecek.
Haksız sayılmazlar efendim. Ama onlara kızamam. Öyleyse şimdi okuyacakları, benim tam tımarhanelik olduğum konusunda kendilerini iyice ikna edecektir.
Sonraki zaman atlaması ise 1874 senesiydi.
-Bu tarihte ne oldu?
Hızır bu sefer M. Kemal Atatürk’ün abisi Ahmet’e “Difteri yani kuş palazı” mikrobu bulaştırdı ve Ahmet’in ölümüne sebep oldu.
+Bak bunu beklemiyordum. Efendibaba Ahmet’in ölümüyle tarihin seyrinin değiştiğine tanık oluyorsun. Hızır işini biliyormuş…
-Evet evladım. Bana bunun açıklaması yapılmıştı. Önce yadırgamıştım ama sonra sonra anladım… Bunları tabletlere kaydettirdim demek bir parçası sana denk gelmiş.
+Bence tam adamına denk gelmiş. Allah işini bilir.
Teşekkür ederim efendim. Bu konuyu ilk kez ben açıyorum ve bu bana kısmet oldu. Hamd olsun. Allah diledi.
Hızır 18 74’te Ahmet’i öldürdü fakat bunun açıklamasını ise 18 81’ de yaptı. Bunu da şöyle izah edeyim.
Kur’an’da,
18. sure 74. Ayette Hızır bir çocuk öldürür ve,
18. sure 81. Ayette Hızır çocuğu neden öldürdüğü izah eder.
Şimdi sıkı durun, Hızır öldürdüğü çocuğun yerine 18. Sure 81. ayette “kutlu bir çocuğun” doğum müjdesini de verir. Sayısal görüntü ise 1881 dir. Kitapta anlatılan bunlar iken,
Tarihte görünende tıpkı aynısıdır!
1874 senesinde Mustafa’nın abisi Ahmet difteri sebebi ile ölür.
1881 senesinde ölen Ahmet’in kardeşi olarak Mustafa diye bir çocuk doğar.
O yazının linki: https://www.kuran19.org/2016/11/kur-an-da-dogumu-mujdelenen-insan-ataturk/
Vay canına bu yazı 19 bin kez okunmuş. Okuyanlara teşekkür ederim inananlara iki kez teşekkür ederim.
Evet saygıdeğer efendim. Bu yazıları anlamam “9” sene sürdü. Dokuz sene evvel yazdığım yazıların bir gün böyle bir gerçeği ile yüzleşeceğimi bilmiyordum.
Konu Musa ile başladı Mustafa ile bitti. Fakat Akadlı büyük Sargon hep aramızda.
Efendilerim ne size doyum olur ne de Allah’ın sözlerini yazarak bitiremeyiz.
-Yani diyorsun ki sohbet bitti. Zaten anlayana sivri sinek saz, anlamayanın kafasına asayla vursan da az.
+Efendibaba bu çok şairane oldu. Sizde cuk diye oturttunuz. Bu sohbete bir ayet ekleyeyim. Sure 45 Ayet 6: İşte bunlar, sana hakikat üzerine okuduğumuz Allah’ın ayetleridir. Buna rağmen sizler Allah’tan ve O’nun ayetlerinden başka sözlere mi inanacaksınız? “
-Bende şu ayeti eklemek isterim.
Sure 10 ayet 11: Gerçekten elçilerin kıssalarında üstün akıllılar için bir ibret vardır. Bu Kur’an uydurulmuş herhangi bir söz değildir. Kendisinden önce gelen kitapları tasdik eden, her şeyin ayrıntılı biçimde açıklanması ile iman edecek bir topluma hidayet ve rahmettir.
Bende Fussilet Suresinin 53. ayeti ile bitireyim:
İleride bir zaman onun (Kur’an’ın) gerçek olduğu kendilerine açıkça belli oluncaya kadar hem seyrettireceğiz hem de kendi benliklerinde ayetlerimizi onlara ispat edeceğiz. Rabbinin her şeyin üzerinde tanık olması yetmez mi?
Efendilerim ellerinizden öperim saygılarımı sunarım. İyi varsınız ve hep var olacaksınız.
“Kur’an, tarih, coğrafya ve matematik”
Şüphesiz Kur’an en doğru yola iletir. Bu kitap size yeter.
Başarılar…
Yazar: “Erdoğan Metin”
Bu konu tamamıyla kuran19.org’ a aittir.