PARA OYUNU BOZAR!

Bismillahirrahmanirrahim.

Besleyen ve koruyan Allah’ın adı ile.

Ne o yoksa sen mağara arkadaşlarını ve onların hikayesinin şaşılacak bir şey olmadığınımı düşünüyorsun?

Otur sana onların hikayesini anlatayım.

Gençler doğruyu söyledi ve dışlandı. Çünkü doğruyu söyleyenler dokuz köyden kovulurmuş. Mağaraya sığındılar fakat bunu isteyerek yapmadılar. Mecbur kaldıkları için yaptılar. Şu an yanlarında olan kâğıtlar “eski banknot ve hüviyet cüzdanıdır.” Ve onlar şu anda mağaranın geniş bir alanında uyurgezer haldeler. Kendilerine belirlenen 309 senelik sürenin dolması için kukla gibi bir sağa, bir kuzeye yürütülerek bekletilmektedir.

Gençlerin içinde bulunduğu mağara Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde. Bunu garanti ediyorum. Şunu da garanti ediyorum. Mağara henüz ortaya çıkarılmış değil. Çünkü onların hikayesi geçmişin değil geleceğin hikayesidir.

Ashab-ı Kehf diye bildiğiniz tüm mağaralar dümdüz düzmecedir.

20- Derken böylece onları birbirlerine sorsunlar diye uyandırırız. İçlerinden biri, “Ne zamandır buradayız?” diye sorar. Kimisi, “Bir gün veya bir günden daha az olabilir.” derken. Kimisi de “Ne kadar kaldığımızı yaratan daha iyi bilir. Şimdi içimizden biri bu “banknotları” alsın ve şehre gitsin hangi yemek güzelse ondan bize erzak getirsin. Ayrıca dikkatli davransın da bizi kimseye açık etmesin” der.

Banknot mu? Ashab-ı Kehf gençleri bu ayette alışveriş için gümüş ve sikke gibi “madeni para” kullanmıyor muydu? Hem bu nasıl bir çeviri çok değişik?

Madeni para yerine kâğıt para da nereden çıktı? Demeyin! 19. ayette gençler uyandıkları zaman, erzak getirmesi için çarşıya içlerinden birini yollar. Alışveriş için şehire gidecek olan arkadaşlarına ise (bawraq) yani “kâğıt” verirler. Çeviriler ise gelecek zaman dilidir. Anlatayım…

Arapça wrḳ kökünden gelen waraḳ (ورق) “yaprak, altın veya gümüş veya kâğıt yaprağı/sayfası” anlamlarına gelir.

Bizim için madeni gümüş para, öğrenilmiş çaresizliğimizdir. Kâğıt ise olması gereken gerçeğimizdir.

Bu sözcük tüm geçmişi ve tüm geleceği değiştirebilir.

Kâğıt ama ne kâğıdı? Banknot kâğıdı mı, nüfuz kâğıdı mı? Yoksa ikisi birden mi?

Neden meallerde kâğıt değil de “gümüş” yahut “madeni para” gibi anlamlar verilmiş diye düşünüyorsanız, şöyle izah edeyim. Tamamen hayalcilik. O tür çevirilerin sahipleri ayetlerin zaman dilimini hiç anlayamamış. Anlayamadıkları bir şeye de mana verememiş. Mana veremediği bir şeye de hiç saygı göstermemiş.

Ayetlere sadakat yerine, ayetleri kendi zaman anlayışlarına uygun düşecek halde çeviri yapanlar, geçmişi ve geleceği yanlış yorumlamaya sebep oldular.  

Meallerdeki gümüş vb. madeni paralar çevirisi Kur’an’ın orijinal ifadesi olan “kâğıt” sözcüğünü hiç bağlamaz.

Kur’an orijinal sözcükleri doğru olandır ve olduğu yerde olduğu gibi durandır.

Araştırmalarım esnasında kâğıt sözcüğü üzerine geçmiş zamanda yapılan bazı bilgiler okudum. Özetle şöyle;

Birileri “Allah ‘kâğıdınızla’ demiş, o halde bizde ‘kâğıt’ olarak yazmalıyız” demiş.

Başka birileri “Biz buna gümüş, sikke vb. anlamlar verelim.” Demiş.  Ve anlaşılıyor ki bu görüş üstün gelmiş. Ve işte bu büyük bir anlam kayması yaşatmış.

Biz de tam da bu sebeple meallerde “kâğıt” ifadesi yerine gümüş, sikke vb. sözler okuyoruz. Fakat dediğimiz gibi bu keyfi çeviriler Kur’an’ın saf gerçeğini değiştirmez.

Kur’an’ın orijinal sözleri ilk günkü tazeliğiyle durmakta.

Mealler ve tefsirler ise müfessirlerin hayalleriyle dolmakta.

Bu kıssa sadece kâğıt gerçeğini değil farklı birçok sözcüğü de bünyesinde tutmaktadır. “Ashab-ı Kehf”, halk deyimiyle “yedi uyurlar” kıssası enteresan sözcüklerle doludur. Ve onların anlatım dili ise bizi seneler öncesine değil, seneler sonrasına yönlendirmektedir.

Ayetlerin bizi en sonunda getirdiği noktada konu, kıyamet saatiyle ilişkilendirilmiştir. Bu son derece önemli bir ifadedir! Kâğıt sözcüğü bizi modern döneme taşırken kıyamet ifadesi ise bizi, en son ana götürür.

Lütfen araştırın. Dünya çapında neredeyse tüm kültürlerde yerini almış yedi uyurlar hikâyesi vardır. Her ülkenin sakinleri doğru mağaranın kendi ülkelerinde olduğunu savunuyor.

Gerçek şu ki ne onlar ne de bizimkiler, ilan edilen yerlerin Allah’ın işaret ettiği doğru mağara olduğunu ispat edemez. Bu anlamda herkes dümdüz yalancıdır.

Hadi buyurun Türkiye’deki yedi uyurlar mağaralarına gidin ve gözlemleyin. İsimlerinin mağara olması dışında ayetlere uyumlu hiçbir şey göremeyeceksiniz. Aksine, ibret alacağınız enteresan bir şey de göremeyeceksiniz. Diğer milletlerin mağaraları için de durum farklı değildir. Önlerine kayadan yontulmuş belli belirsiz bir köpek heykeli koyup, yedi adet temsili mezar yeri belirleyip işte o mağara bu mağaradır demek doğru değildir.

Bunlar Ashab-ı Kehf gençlerinin köpeklerini görse kendilerinden utanırdı.

Hem ayetler gençlerin sayısını vermez! Peki, bunlar neye istinaden mezar yeri belirlemişler?

Hikâyeye bakın! Bu yedi genç kendini ele verdiğinde ve insanlar onları bulduğunda, Allah gençlere yeniden derin bir uyku vermiş ve onların gözü önünde bu yedi genci uyutmuş. Sonra onlar böylece oradaki insanların gözü önünde derin bir uykuya dalarak ölmüşler… Demek öyle…

Peki, ayetlerde sayısı belirtilmeyen bu gençlere yedi mezar kazanlar, Allah ayetlerde o gençleri öldürdüğünü hiç söylemiş mi?   

Onlar o halkın içinde ömürlerinden geri kalanı yaşamak üzere hayatlarına popüler olarak devam edecekler. Ama bizimkilere kalsa onlar hemen öldüler…

Hani onlar insanlığa ibret olacaktı?

Dünya genelinde otuz üçten fazla içinde Ashab-ı Kehf arkadaşlarının yaşadığına inanılan mağara bulunmaktadır. Bunların beş tanesi Türkiye’dedir. Şaşırmayın, bu gerçek. Anlaşılan kıskançlık böyle bir şey, onlarda var da bizde neden yok diye “O mağarayı biz bulduk, gerçek mağara bu!” diyorlar. Oh ne güzel, sayılar artıyor yüzler gülüyor. Ziyaret bilmem kaç para…

Kendinize gelin! Hani o mağara bir taneydi?

Ashab-ı Kehf olayı sadece Müslüman âleminde değil, Hristiyan ve Hindu inanç sisteminde de yer alır. Çünkü bu hikâye sanıldığından çok daha eskidir.

Yalnız, çok eski hikâye olması eskiden yaşanmış bir hadise olduğunu gösterir mi?

Bu hikâye Kur’an’dan önceki ilahi kitaplarda da anlatılan, anlatılan ama “gelecek zaman” üzerine kurgulu olan bir konudur. Çünkü teması kıyamettir. Bu hususta tıpkı bizimkilerin yaptığı gibi eski medeniyetler de kendi toplumlarına katakulli yapmışlar. Ziyaret bilmem kaç para… 

Şimdiye kadar öğrendiğiniz ve inandığınız mağaralardan hiçbiri ayetteki o mağara olamaz. Günümüzde Ashab-ı Kehf’e atfedilen mağaralar, kendi zamanının politik ve siyasi hamleleridir. Din adamlarıyla el birlik Allah ile aldatıp kandıran kandırana…  Ziyaret bilmem kaç para…

Allah böyle bir karmaşaya izin vermez! Azıcık bile aklı olan biri buna inanamaz!

Allah’ın bahsini ettiği mağara, çok farklı özelliklere sahiptir.

Bu kıssanın kıyamet ile ilişkilendirilmiş olması demek; bırakın gümüşü sikkeyi, kâğıt paranın dahi hükmünün bittiği bir gelecek zaman dilimi için düzenlenmiş olması demektir.

Öyleyse bu kıssa geçmiş zaman için olamayacağı kadar şimdiki zaman için de olamaz!

Günümüzde bu kadar karmaşaya sebep olan etken, “kâğıt” yazmak yerine “gümüş” yazmaktır. Hemen şunu da belirteyim! Kâğıt demek doğrudur fakat kâğıt denmesi, o gençlerin uyandığı çağda kâğıdın resmiyette olduğunu da göstermez!

Ayetlere göre bu gençler “kıyamete yakın” bir zamanda ibreti âlem olması için açığa çıkacaktır. O ibret ise insanlara, ölümden sonra yaşamın mümkün olduğunu defalarca belirten Kur’an’a farklı bir yaklaşım sergilenmesiyle anlamını bulacaktır. Bu olay gerçekleştiği vakit, Kur’an’ın Allah kelamı olduğu gerçeği afakta ve ufukta net biçimde sergilenecektir. Amaç da budur.

Gençler ve mağara hadisesi, Dünya ile ahiret yaşantısı iddiasının bir “ön gösterimi” niteliğindedir. Dikkat ederseniz bir günden az kaldıklarını söyledikleri vakit aradan geçen zaman tam 309 senedir. Oysa onlar 309 seneyi, bir günden daha kısaymış gibi algılar. Aynı dili kıyametten sonra gerçekleşecek olan anlatılarda da görürüz. İnsanlar kıyamet sonrası yeniden yaşama atıldığında, Dünya’da bir gün ya da bir günden daha az kaldıklarını düşüneceklerdir.

Gençlerin kıyamet öncesi o gösterimi, ahiret filminin galasıdır.

O galada inançsız insanların bile etkilenmesi icap etmelidir.

Geçen bir video izledim, tuhaf aksanlı bir adam Afşin’de (Kahramanmaraş) bulunan bir mağaranın bu kıssada geçen mağara olduğunu iddia ediyordu. Ayetlerden mağaranın koordinatlarını bulduğunu söyledi. Doğru mağara olduğunu grafikler üzerinden bilimsel yöntemlerle izah ediyordu. Anlattı anlattı sonunda ne dese beğenirsiniz?

Dedi ki: “Ama mağaranın yönü ayetteki gibi kuzey yönüne değil batıya bakıyor.” Kendisine “Niye batıya bakıyor?” diye sorulunca aksanlı adam dedi ki: “Depremler mağaranın yönünü değiştirmiş.”

Resmen hayal kırıklığı…

İşte böyle düşüncesizce yapılan çıkışlar Kur’an’a şaibe sokmaktadır. Bırakın birinin bu iddiadan ibret almasını, tam aksine mevcut durumu daha da kötü hale sokmaktadır. Oysa gerçek Allah inancı şudur. Allah “kâğıt” demişse, sen gümüş diye çeviremezsin. Hz. Muhammet gibi yapmalısın. Yani olduğu gibi aktarmalısın. Ve Allah, Kur’an’da mağarayı tanımlarken yön olarak “kuzey yönlerini” işaret etmişse, sen batıya kaymış diyemezsin.

Aksi takdirde Allah’ı kendi kitabında yalancı çıkartmakla eşdeğer hata yapmış olursun.

Allah hiç yanılır mı? Allah o mağara için kuzeyi işaret etmişse mağara batıya dönebilir mi? Asla.

Allah gençlerin sayısını açıklamamış iken, Afşin mağarası ve diğerleri konusunda Allah yanılmış olabilir mi? Asla.

Allah “kâğıt” demişse o para hiç gümüş olabilir mi? Yine asla! Peki, Allah kâğıt demişse bu ne anlama gelir?

Kâğıt sözcüğünün ayetlere yüklediği anlam, ileriye dönük bir zaman atlamasına sebep olur.

Çünkü kâğıt, Dünya genelinde 1800’lere ve sonrasına damga vurmuş bir kolaylıktır. O çağlarda hüviyet cüzdanları kâğıttır, dergiler kâğıttır, gazeteler kâğıttır, devlet dairelerinde kâğıt kullanılır. Telgraflar, mektuplar kâğıttır. Para kâğıttır. Banknot, senet, tahvil, bono, tapu vb. kâğıttır.

Öyleyse o gençler tam da öyle bir zamanda, kâğıdın Dünya genelinde geçerli olduğu bir dönemde (1850-60) gibi yaşamış olmalıdır. Mağara hayatına mahkûm olduklarında ise yanlarında hem alışveriş için eski tip banknot hem de kendilerini tanımlayacak bir hüviyet kâğıdı olmalıdır. Peki, bu ne anlama gelir?

Bu şu anlama gelir! Gençler MS. 1850-60 gibi ortadan kaybolmuşlar.

Bu ise günümüzden ortalama 175 sene evvel mağaraya girdikleri anlamına gelir.

O mağara şu anda yine kuzeye bakmakta ve o gençler bugün hâlâ o mağaradadır!

Evet, yanlış okumadınız. Şu an yanlarında olan kâğıtlar eski (Osmanlı) banknot ve hüviyet cüzdanıdır ve onlar mağaranın geniş bir alanında “uyurgezer halde, kendilerine belirlenen 309 senelik sürenin dolması için kukla gibi bir sağa bir kuzeye yürütülerek, bekletilmektedir.

Yoksa nasıl ibreti âlem olacaklar? Bu kısmı gerçekçi düşünün. Ayetteki şu ifade mühimdir: “Onların sayısı hakkında tahmin yürütecek olanlar diyecekler ki” Buradaki “tahmin ve diyecekler ki” ifadesi bu olayın henüz netlik kazanmamış olduğunun kesin kanıtıdır. Çünkü bu dil, bilinmeyen bir hadise için konuşulan dildir. Bu ise Ashab-ı Kehf mağaralarının tamamen uydurma olduğunu net biçimde gösterir.

Aksi takdirde nasıl insanların gönlünde bir uyanışa sebep olabilirler? Bugün yedi uyurlar mağarası olduğu iddia edilen yere gitsek, Kur’an’a uygun görmemiz gereken şartlar şunlardır.

1- Mağara kesinlikle kuzey yönüne bakmalı.

2- Mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış köpekleri olmalı.

3- Mağaranın geniş bir alanı olmalı.

4- Gençlere ait onları tanımlayacak eşyalar olmalı.

5- İçinde kesinlikle mezar olma-malı!

Sürpriz! O mağarada şart olan hiçbir şey yokken, aksine şart olmayan her şey var.

Mağaraların yönü Kur’an’a uygun değildir. Kimi mağaranın geniş bir alanı yoktur, kimisinin köpeği yoktur, köpeği olan ama köpeğe benzemez, kimisinin ayakları vardır ama uzatmamıştır.   

Durum buyken orada bize gösterilen figürlerin normal bir şehir mezarlığından ne farkı var? Şehir mezarlıkları bile en azından gerçek. Buna rağmen oradan ibret alabilen biri şehir mezarlıklarından daha çok ibret alabilir. Öyleyse yedi uyurlar mağaralarının önemi nerede? Orada o gençlerin bizi etkilemesi için sergilenmiş hatırası nerede? Yahu ne hatırası! Gençlerin kendisi nerede kendisi?

Peki; o mağaralarda o gençlere ait, onların falanca vatandaşlar olduğuna dair bir eşya, kimlik kartı, bir portre falan var mıdır? Hayır mı?

İşte demek istediğim de aynen bu. Dünya genelinde Ashab-ı Kehf gençlerine ait 33 tane mağara var. Fakat hiçbirinde bizi aydınlatacak Kur’an gerçeği yok.

Sizce bu işte bir alengir yok mu? Aksine tam 33 tane alengir var.

Bir insan bunlara nasıl inansın? Hatta bir insan buna neden inansın?

Hani bir ayet vardır. “Hak geldi batılın beynini darmadağın etti” der. O ayet zamanı geldiğinde tüm o sahte mağaraları ve onları insanlığa doğru diye yutturanları darmadağın edecektir.

Bu kısmı iyice kavrayabiliyor muyuz?

Dünya genelinde tam 33 tane mağara var! Ziyaret bilmem kaç para…

Hani bir tane olması gerekiyordu?

Şimdi şu ayete bakınız!

21.ayette “Böylece Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu ve kıyamet gününün gerçekleşmesinde hiçbir şüphe bulunmadığını görsünler diye vakti geldiğinde onları açık ederiz…”

Ayetin iddiası kıyamet gününün gerçekleşmesinde hiçbir şüpheye yer bırakmayacak olmasıdır. Dikkat ediniz bunu “Allah” iddia ediyor.

Şimdi eldeki mağaralara bakıyoruz ve bunun yanında günümüz inancına bakıyoruz. Ayetin iddia ettiği sonuç nerede? 

Demektir ki bu kıssadaki gençler ve ayetteki o mağara henüz bilinmeyen bir mağaradır. Bu kıssanın muhatapları geçmişin insanları değil şimdiki zamanın insanı da değil, o muhataplar gelecek zamanın insanlarıdır.

Çünkü gerçekleşecek olan Ashab-ı Kehf hadisesi, “kıyamete yakın” bir zaman aralığını etkilemesi için Kur’an’ın ileri tarihli gerçekleşeceğini vaat ettiği bir olaydır.

 “Kâğıt” sözcüğü, gelecek zaman dilimini ifade etmesi için Allah tarafından 19. ayete böyle bir plan gereği koyulmuştur.

Ayetlere göre onlar ortaya çıktığında kâğıt nakit para ya da eski tip kâğıt nüfuz cüzdanı dönemi çoktan ortadan kalkıp, unutulmaya yüz tutmuş olmalıdır. Elinde o kâğıtlar ile şehire (çarşıya) çıkan genç, başından geçecek malum hadiseler sonrası böylelikle ortaya çıkmaktadır.

Ayrıca o mağaranın şehir hayatına uzak olmadığı hissi çok kuvvetlidir. Bazı şeyler göz önündeyken daha görünmez olabilirler. Hani gözlük gözünüzdedir tam da burnunuzun üstündedir ama her yerde gözlük arıyorsunuzdur. Taaki aklınız başına gelene kadar…

Şimdi o anı canlandıralım.

Kendi kendine konuşuyor…

Keşke yanımıza yiyecek bir şeyler alsaydık, şimdi bir de bununla uğraşmak zorunda kalmazdım. Gerçi fırsat mı oldu ki… Karnım da nasıl acıkmış böyle, sanki yüz yıldır bir şey yememiş gibiyim. Ne alsam acaba, neyse buluruz bir şeyler. Çevrede bir şeyler gözüme tuhaf geliyor ama ne olduğunu anlayamadım, Galiba açlıktan bazı şeyleri tuhaf görüyorum. Ziya emmi gilin evini ne zaman geçtim? Ayşe’yi görseydim keşke… Belki dönüşte görürüm. Bu beton yolu ne zaman dökmüşler, çok güzel olmuş. Şu tuhaf binalar ne zaman yapılmış, Allah Allah hayal mi görüyorum burası başka bir yer mi? Burada bir tuhaflık var… Annem babam kim bilir nasıl da merak etmiştir. Onlara durumu daha sonra açıklarım.

Neyse şuradan bir şeyler alayım dönüp hemen gördüklerimi arkadaşlara anlatmalıyım. O adamın elindeki şey de ne be? İçinde resimler oynuyor.

Emmi o elindeki ne?

– Telefon?

Anlayamadım?

-Telefon işte.

Keşke arkadaşlar da gelseydi. Bana inanmazlar şimdi. Neyse… Şunları alayım şunları da alayım. Ooo ekmekler ne harika görünüyor, mis gibi de kokuyor. Adam başı kaç ekmek yeriz acaba? Neyse eksik olmasın fazla alayım. Hepsi ne kadar abi?

-Dıt zırt pırt tırt. 342 lira. Ödeme kartla mı sanal mı?

Anlayamadım?

-Kart ya da sanal, hangisiyle ödeme yapacaksınız?

Ağabey ben ne dediğini yine anlamadım. Ben şöyle nakit vereyim.

-Bu ne birader?

Para?

-Para mı? Sen benimle kafa mı buluyorsun? Zaten bir tuhafsın kafanda fes, üstün başın eski moda! Kimsin sen nerelisin? Dur dur anladım kesin yine Mert Yiğit’in bir şakası olmalı.

Ağabeyciğim ben buralıyım, hep buralıydım, ismi güzelmiş ama Mert Yiğit’i tanımam sana da şaka yapmıyorum. Parası neyse söyle ödeyeyim de yoluma gideyim.

– Para mı? Sen hangi çağda yaşıyorsun birader?

1863, sen hangi çağda yaşıyorsun ki?

-Kafa bulma benimle, işim gücüm var benim.

Ağabey ne kafa bulması… Ben, ben… Hiç iyi değilim. Lütfen biraz su verir misin?

-Bu ne yaa çattık valla. Tabi al buyur iç bakalım.

Sağ ol ağabey Allah razı olsun, bir an bayılacağım sandım.

-İyi olduysan anlat bakalım kimsin nesin, neyin nesisin? Bu elindeki para dediğin kâğıt eski zaman parası mı? Bunlardan daha önce hiç görmemiştim. Yoksa kaçakçı falan mısın? Kılık kıyafetin de bi tuhaf, sende bi tuhaflık var birader.

Ağabey ben anlamıyorum burada neler oluyor hiç bilmiyorum, sanki korkunç bir rüyada gibiyim, her şey değişik, hiçbir şey bu sabah olduğu gibi değil, kafam çok karışık, anlayamıyorum…

-Sabahki gibi değil mi? Anlaşıldı sen iyi değilsin. En iyisi bir yardım çağıralım. 112…

-Ah çok iyi çabuk geldiniz! Burada kendini iyi hissetmeyen biri var. Rengi benzi atmış.

+Tamam beyefendi biz hemen ilgileneceğiz.  Merhaba ben Dr. Derin, neyiniz var sıkıntınız nedir? Kolunuzu uzatır mısınız?

Bir şeyim yok iyiyim ben, bırakın gideyim iyiyim iyiyim…

-Ama hiç iyi görünmüyorsunuz!

Bırakın beni, bırak dedim bırak!

-Öyle olmaz bayım, bırakamayız. Aaa bak bayıldın bile… Sedyeye alalım…

(Hastane yolu…)

-Acil hasta çekilin lütfen, hastane polisini bilgilendirin kaydı alınsın. Kimdir kimin nesidir ailesine haber edilsin ve Sinem hanım gence serum bağlansın…

(Polis gelir.)

+Selam birader geçmiş olsun ben memur Hüseyin, kendini iyi hissediyorsan bir iki sorum olacak.

Teşekkür ederim. Biraz başım dönüyor ama şimdi daha iyiyim.

– Oh oh maşallah, adın soyadın ne kardeşim, kimsin nesin anlat bakalım. Ailene haber edelim. Neyin var genç adam? Hadi konuşsana, konuş korkma sorun yok sana zarar verilmeyecek.

Adım falanca 1845 doğumluyum. Baba adı falanca, ana adı falanca.

-Pardon anlamadım? Nece nece? Sen bi kimliğini versene bana, kimliğin nerede?

Kim nerede anlamadım?

– Kafa kâğıdı diyorum. Hüviyet kartı,

Ha o burada kepimin içinde, buyurun.

– Bu ne şimdi şaka falan mı?

Yok ağabey ne şakası? İstedin bende bu var. Hem nesi var ki? İşte doğum tarihim, işte adım, işte ana baba adım, göz rengim vs. Sen ne istemiştin?

-Bak böyle, bundan var mı?

Ben böyle bir şey hiç görmedim.

-Çattık yeminle, sen hangi çağda yaşıyorsun kardeşim?

Allah Allah herkeste böyle diyor. Ağabey en iyisi ben sana hikâyeyi bi anlatayım mı? Biz bir grup arkadaş dün bir görüş beyan ettik ve çok büyük tepki aldık. Karşı görüş sahipleri bizi hedef gösterdi ve bizim gerici olduğumuzu söyleyip toplumun inancını tenkit ettiğimiz için linç edilmeyi hak ettiğimizi yayınladı. Bizim örümcek kafalı olduğumuzu, mağaralarda yaşamaya hakkımız olduğunu yazdılar. Halk ayaklandı ve toplum tarafından dışlandık. Biz de ertesi gün erkenden linçe uğramamak için apar topar gizlice dehlize girdik. Hiç zaman yoktu o sebeple erzak alamadan girdik. Biraz zaman geçirdik o kısmı hiç anımsamıyorum fakat hiç yiyeceğimiz olmadığı için ben akşam olmadan çarşıya geri geldim. Erzak alıp geri dönecektim ama şimdi böyle tuhaf hallerin ve acayip şeylerin içinde karşınızdayım.

-Sen iyi değilsin kardeşim, sen bir kendine gel, hikâyene karakolda devam edersin.

Evet, durumlar böyle şaka yollu gelişmeyebilir fakat ileriki zaman/çağ aralığı kesinlikle doğrudur.

Bir VHS kasetçalar bugün onu hiç görmemiş birine ne anlam ifade ediyorsa, nakit para ve eski tip kimlik kartları da gelecek zaman dilimi insanlarına benzer şeyler ifade etmelidir.

Nakit paranın kalkması demek, Dünya’da dijital düzenin hâkim olması demektir.

Bu olay geçmişte gümüş para zamanında yaşanmış olsa, bana sana ne anlam ifade edebilir? Örnek böyle bir olay geçmişte Efes’te (İzmir Selçuk) gerçekten yaşanmış olsaydı, Kars’ta bulunan insanların bu olaydan haberi dahi olmazdı.

Daha kendi ülkemizde olan bitenden haberdar olamadığımız öyle bir geçmiş zamanda “tüm Dünya insanlarını” göz önüne alırsak, bundan nasıl haberdar olacaklardı?

Hem Allah Kur’an’ın kendi katından olduğunu sadece yazıda ve sayıda mı bırakacaktı? Biz Kur’an ile doğup inançlı bir ailede büyüdüğümüz için Kur’an’a inanıyor olabiliriz. Peki inanmayanlar? Kur’an kitabı hakkında kötü konuşanlar ya da hiç umursamayanlara bir ders verilmeyecek mi? Allah demiyor mu “Kur’an’ın Allah katından olduğu hem kendi öz benliklerinde hem de görünürde onlara açıkça belli oluncaya kadar her ayetimizi sergileyeceğiz” diye? Peki, Ashab-ı Kehf gençlerinin kendisi ve eşyaları (kağıtları) sergilenmesi gereken bir Kur’an ayeti değil mi?

Bu kıssada ayetlerin muhtevasını oluşturan sözcüklerin bizi götürdüğü yer geçmiş zaman olamaz!

Buyurun aksini iddia eden varsa -ki bu bin yıldır varmış- hadi şimdi yine “kâğıt” sözcüğünü geçmiş zaman dilimine uygun halde izah edip ayetleri açıklasın. Bu sohbetin geçmiş zaman kayıtlarına baktım. Buna onlar da anlam verememiş. Ama sadakat olsaydı, Allah’a ve sözlerine güvenseydiler kendilerinden sonra bu kıssayı okuyanlar çok daha iyi anlam verecekti.  

Allah kıssanın son ayetinde boşuna demiyor! 27- “Ve yaratanın kitabından sana bildirildiği gibi oku. Onun kelimelerini değiştirecek kimse yoktur ve O’ndan başka bir sığınak da bulamazsın.” Allah’ın bildirdiği gibi demek, orijinal sözcükleri kendi gözlerinizle okumak ve üzerinde düşünmek demektir.

Kehf gençleri konusunda garipsenecek olan ben ve benim gibi düşünenler değildir. Asıl garipsenecek olanlar bizden öncekilerin düşüncesizliğidir. Çünkü onların dayattığı bilgiler hepimizi çıkmaza sürüklemiştir. Gençler 309 sene mağarada kalacaklar ama bizler bin senedir müfessirlerin labirentindeymişiz. Gümüş para yerine kâğıt para yazsaydılar tarihin seyri değişirdi. 

Arapların bu konudaki görüşlerini merak ettim ve sayfa sayfa araştırdım. Bazı Arap düşünürler bu kıssanın kesinlikle gelecek zaman diliminin gerçeği olabileceğine inanıyor. Ashab-ı Kehf gençlerinin henüz ortaya çıkmadığını onların kıyamet zamanına yakın ortaya çıkacağını söyleyenler var. Demek onlarda da geleneksel düşünceye karşı çıkanlar varmış. Bu güzel.

Öte yandan dijital çağda böyle bir hadisenin haberi etki bakımından tam anlamını bulacaktır.

Peki, doğru mağara neresi? Bu mağara Dünya’nın hangi ülkesinde ve neresinde?

Gençlerin içinde bulunduğu mağara Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde. Bunu garanti ediyorum. Sayıları ise bakın nasıl izah edeceğim. Onlar 3 kişi değiller, 4.leri köpekleri değil. 5 kişi değiller, 6.ları köpekleri değil. 7 kişi değiller, 8.leri köpekleri değil. Doğru sayıyı bilince insan daha başka düşünebiliyormuş. Ve cahiller gibi tahmin yürütmenin de komik olduğu çok net anlaşılıyor.

O mağara ve gençler öyle bir yerde ki onlar orada enteresan bir görünmezlik kalkanı altındalar. Gerçekten Allah işini çok iyi bilmekte. Belki sizlerden birileri bile oraya gitmiştir. Belki bu yazıyı okuyan bir kardeşimiz orada onlara yakın bir yerlerde yaşıyordur. Fakat farkında değil.

Zamanı geldiğinde öyle bir yerden çıkacaklar ki bu durum büyük ses getirecek.

Bu anlattıklarım gerçekleştiğinde ne ben ne siz onların mağaradan çıkışını ve medyaya düşüşünü göremeyeceğiz.

“Sana neden inanalım?” diyebilirsiniz. Ben buna saygı duyacağım. Fakat yine de şu açıklamayı yapayım.

“Ben ayetin emrettiği gibi, önü açık bir savunma yapıyorum. Bu savuma da iddiam onların geçmiş zamanda değil, kesinlikle gelecek zamanda ortaya çıkacağını söylüyor olmamdır.  İnanacaksanız şayet, onca açıklama zaten bir ispattır. Hem şunu düşünün, inançlı kimselerseniz bu konuda neden konuşmamam gerektiğini bilmelisiniz. Farz edin ki bu gizli kalan bölümleri sizden biri daha biliyor olsun. Ve bir şekilde birbirimizden haberdar olup tanıştık diyelim. Ne ben ona açıklama yaparım ne de o bana açıklama yapar. Çünkü ayetlerdeki tembih gereği şartlar bunu gerektirir.”

Çok eskiden -daha gençken- yazdığım bir yazıda Ashab-ı Kehf gençleri için onların Türk asıllı olabileceğini bizim de onlardan biri olduğumuzu yazmıştım. Bu görüşümde beni haklı çıkartan Yaratıcıma şükürler olsun. 

Kıssanın sayısal mimarisini merak edenler için o yazının linki:

https://www.kuran19.org/2016/11/buyuk-sir-ashab-i-kehf/

 

Türkiye topraklarında 350 yaşlarında ortaya çıkacak olan gençler, Osmanlı Devleti nüfus kâğıtları ile medyaya servis edildiği zaman, tüm Dünya’da büyük yankı uyandıracaklar. Tüm dikkatleri üzerlerine çekecekler ve bu hadisenin Kur’an’ın vaadi olduğunu öğrenecekler. Kur’an’ın mucizesi insanları nasıl cezbedecek bir düşünün. Allah işini bilir öyle değil mi?

Onlar ellerindeki belgelerle dijital çağa damga vuracaklar.

Öyleyse?

Böyle bir sözcük ile yani “kâğıt” ile Allah, âlim sandığımız birçok kimsenin âlim olmadığını bize göstermiştir. Allah bir kâğıtla kendilerini büyük zat sandığımız milyon alimin evliyanın ayıplarını, icat ettirdiği kâğıt ile yüzlerine vurmuştur.

Ve yine bu sözcükle Allah; bize Hz. Muhammet’in ayetlere ne kadarda sadık olduğunu, “Acaba kim ne der?” endişesi içinde kalmadan, kendi zamanında garipsenecek sözcükleri dahi aynen Allah’ın bildirdiği gibi aktardığını da herkese ispat etmektedir. “Yoksa onu kendisi mi uydurdu diyorlar?” ayetinin beyinleri nasıl da yakacağını hayal edin. Bu açıdan Kur’an, şu kıssada dahi aklı olanlara Kur’an’ı Muhammet’in uydurmadığını kitabın Allah katından bir kitap olduğunu zaten ispat etmektedir.

Allah bir kâğıt sözcüğü ile hem kâğıdın hâkimiyetini hem banknot gerçeğini hem de dijital çağın haberini 1400 küsür sene evvel Kur’an’da bu kıssada bulundurmuştur.

Bu kıssa üzerine bir tarih bilgisi okudum. Bu kıssa Hz. Muhammet’e nazil olduğu zaman ağzını açıp tek kelime etmemiş. Bu kıssa hakkında hiç kimseye ne o vakit ne sonraki zamanlar tek kelime etmemiş. Bu çok garip değil mi?

Her konuda peygamber şöyle dedi diyen hadis uydurucular bu kıssa hakkında tamamen cahil pozisyonundalar. Bunun da sebebinin 9. ayetteki “raqim” sözcüğü ile 19. ayetteki “bawraq” sözcüğün etkili olduğu ortada. Çünkü kâğıt ile alış veriş sözcüğüne anlam veremeyen geçmiş zaman insanlarının “raqim” sözcüğünün üzerinde de ortak bir fikre sahip olmadıklarını tarih kaydetmiştir. 

Hz. Muhammet dahi tek kelime etmemiş. Sebebi? Çünkü bu kıssada sözü geçen ifadeler öğrenilmiş ve bilinen ifadeler değildi. Tam aksine bu kıssa gelecek zamanda ortaya çıkacak sözcükler ve anlamlar barındırıyordu.

Şimdi ayetleri okuyalım.

Not: Kıssada akışı bağlamak için ayetlerin numaralarını değiştirmeden yerlerini değiştirdim.

Ayetler:

9- Yoksa sen mağara arkadaşlarını ve derleyip yayınladıklarını bizim şaşılacak ayetlerimizden olmadığını mı sanıyorsun?

“Derleyip yayınladıkları” Bu sözcüğün orijinali “er Raqim” dir. Sözcüğün birden fazla anlamı bulunmaktadır. İçinde kullanıldığı cümleye göre mana kazanan Raqim sözcüğünün genel anlamları şunlardır. Divit, kitabe, kitap, gazete, dergi, broşür, levha, yazıt, vb. ve karşımıza üstteki gibi çıkmakta.  

Kıssanın tamamının içeriğinden anlaşıldığı üzere gençler, belirli bir mercii hedef gösterip onları tenkit etmektedir. Öyleyse bu tebliğ niteliğinde yapılan tenkit, nasıl yapılmaktadır? İşte burada çok eskiden beri doğru dürüst anlam verilemeyen “Raqim” sözcüğünü biraz daha incelemeliyiz.

Mesela Osmanlı İmparatorluğunda Hariciye Kaleminde çalışan birine “Raqim Efendi” denirmiş. Yine bu hakikat ile kesin ki Raqim sözcüğü, belli bir vakıf ya da kurumda belli bir görev sahibine getirilen tanımlamadır. Tesadüf oki o Rakim efendi denen zat, kağıt haffaflığı yapmaktaymış. Hiçbir şey tesadüf değildir.

 “Raqim” sözcüğünün geldiği anlamları şöyle bir sıralayacak olursak;

1- Raqim: Divit

2- Raqim: Yazıtın

3- Raqim: Nakışlamak

4- Raqim: Kitabe

5- Raqim: Gazete

6- Raqim: Kayıt

7- Raqim: Dergi/mecmua

Birbirine yakın anlamlar ile böyle gidiyor.

Dikkatinizi çekmek isterim! Ayetlerde bizim muhataplarımız gençtir. Bu durumda Raqim sözcüğüne dair az evvelki tanımlar üzerine akla gelen ilk şey, muhataplarımızın ya bir öğrenci grubu olduğudur ya da bir vakıf çalışanları olması ihtimalidir. Hatırlayınız! Ayetlerde onlar için “grup” olduğu belirtilir. Öyleyse bunlar belli bir merkezin belli sayıdaki fertleridir.

Şimdi bazı şeyleri yerli yerine koyalım.

Alışveriş için ceplerinde olan nesne kâğıttı.

Ceplerinde olan kâğıt demek kâğıt paranın icat olmuş olması demektir. Kâğıdın icat olması demek, gazete, broşür, dergi, makale vb. kendi zamansal gerçekleri demektir. Durum buyken, bildiri yaptıkları zaman seslerini duyurdukları nesne ya bir “dergi” ya bir “gazete” ya da bir “broşür” olabilir.

Kâğıdın Dünya çapındaki serüveni 1800’lü senelerdir. Kâğıdın küresel çapta paraya dönüşme serüveni ise 1860’lı senelerdir. Ceplerinde olan kâğıt yani banknot, onların cebine 1860’lı senelerde girmiş olmalıdır. Öyleyse Raqim gurubu dediğimiz bu gençlerin ceplerinde bir de nüfus kâğıdı olmalıdır. Bu açıdan neredeyse bizimle çağdaş sayılan bu gençler bizden hem büyükler hem de küçükler.

Kıyamete yakın zamanda ortaya çıkacaklarını göz önünde bulundurduğumuz bu gençler, kendilerini işte böyle olasılıklar üzerine ispat edebileceklerdir. Şimdi kim o gençleri geçmiş zaman içine hapsetmek ister?

Bu bakış açısıyla alttaki ayetleri okuduğumuz vakit her şey daha anlamlı olmaktadır.

13- Biz sana onların hikâyelerini gerçek olarak aktarıyoruz. Doğrusu onlar, yaratıcılarına sadık gençlerdir. Biz onların farkındalığını artırdık.

14- Ve biz onların kalplerini de kuvvetlendirdik. Sonra onlar halkın önüne çıkıp dediler ki; “Bizim yaratıcımız göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Biz O’ndan başkasına tanrı diye seslenmeyeceğiz. Aksi takdirde çok saçma konuşmuş oluruz.

15- İşte şu falancalar, O’nun dışında tanrıçalar edinen milletimizdir. Peki, onlar için apaçık bir delil göstermeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?”

16- “Demek öyle… Siz kendinizi onlardan soyutladınız ve Allah’tan başka taptıkları şeylerden uzak olmak istiyorsunuz? O zaman mağaraya girin. Yaratıcınız size rahmet etsin ve işinizde size kolaylık versin.”

10- O gençler mağaraya sığındıkları zaman, “Ey yaratıcımız! Bize katından bir iyilik ver ve bu işimizden bizi haklı olarak çıkart.” dediler.

11- Biz de mağarada senelerce onların iç kulağını kapatıp uyuttuk.

18- Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar uyurgezerdir. Çünkü biz onları bir sağa bir kuzeye çeviririz, köpekleri de girişte ön ayaklarını uzatmış vaziyettedir. Şayet onlarla karşılaşsan onların bu görünüşlerinden için korkuyla dolar ve hemen uzaklaşırdın.

17- Görmek istiyorsan! Güneş doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına meyleder, battığında ise sol taraftan onları sıyırıp geçer. Onlar ise onun geniş bir alanındadır. İşte Allah’ın işaretleri bunlardır. Allah kime rehberlik ederse, işte o doğru yolu bulmuştur; kimi de saptırırsa, artık ona doğru yolu gösterecek hiç kimse yoktur.

12- Sonra onlara tekrar şuur veririz -ki iki taraftan hangisinin- orada kaldıkları süreyi daha iyi hesaplayacağını deneyelim.

19- Derken böylece onları birbirlerine sorsunlar diye uyandırırız. İçlerinden biri, “Ne zamandır buradayız?” der. Kimisi, “Bir gün veya bir günden daha az olabilir.” derken. Kimisi de “Ne kadar kaldığımızı en iyi yaratan bilir. Şimdi içimizden biri bu “banknotları” alsın ve şehre gitsin hangi yemek güzelse ondan bize erzak getirsin. Ve dikkatli davransın da yerimizi kimseye açık etmesin.

20- Çünkü onlar bizi ele geçirirlerse ya kendi dinlerine inanmaya zorlar ya da taşlarlar. İşte o zaman asla kurtulamayız. Derler.

21- Böylece Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu ve kıyamet gününün gerçekleşmesinde de hiçbir şüphe bulunmadığı bilinsin diye vakti geldiğinde onları açık ederiz. Nihâyetinde onlar hakkında ne yapacaklarına karar vermek için oturum yapanlar derler ki; “Onlara, kendilerine ait bir bina inşa edilsin. Onları en iyi yaratan bilir.” Onların durumuna hâkim olanlar ise; “En iyisi onların adına bir ziyaret merkezi yapalım” diyecektir.

22- Şimdi, bilmeyenler tahmin yürütüp diyecekler ki: “Üç kişilerdir dördüncü köpekleridir.” “Beş kişilerdir altıncı köpekledir.” “Yedi kişilerdir sekizinci köpekleridir.” De ki “Onların sayısını yaratan çok iyi bilir ve buna çok az kimse vakıftır. O halde onlar hakkında ancak önü açık bir savunma yap. Ve bu konuda onlardan hiç kimseye akıl danışma!” / öyleyse danışmanlık da yapılamaz.

23- Ve hiçbir şey için, “Yarın bunu yapacağım” da deme.

24- Doğrusu, “Allah dilerse” demelisin. Unuttuğun zaman ise Yaratanı an ve de ki: “Umarım yaratanım beni bundan daha iyi bir sonuca iletir.”

25- Onlar mağarada üç yüz yıl bekler ve buna dokuz yıl daha ekler.

26- Allah onların ne süre kaldıklarını en iyi bilendir. Göklerin ve yerin gizemleri O’na aittir. O, görür ve işitir. O gençlerin O’ndan başka bir koruyucusu yoktur ve O, hükümranlığında hiç kimseyi ortak etmez.

27- Ve yaratanın kitabından sana bildirildiği gibi oku. Onun kelimelerini değiştirecek kimse yoktur ve O’ndan başka bir sığınak da bulamazsın.

*

Şimdi gençlerin içinde kaldığı durumu anlamaya çalışalım. Neden mağaraya girmek gibi bir seçenek içinde bırakıldılar? Oysa memleket değiştirebilirlerdi? Bu hususta önleri şu ayetle açıktı. “Allah’ın arzı geniştir.” Önlerinde böyle bir kolaylık varken neden mağaraya girdiler? Bunun tek açıklaması can korkusudur. Çünkü eşkâlleri nereye gitse bilenecek bir çağda yaşıyorlardı. 

Gençlerin ağzından bize aktarılan konuşmalarda, kendilerinin eğitimli oldukları anlaşılmaktadır. Bu eğitimli gençlerin içinde kaldıkları çıkmazın hayat memat meselesi olduğunu yine onların ağzından 20. ayette şöyle duyarız. “onlar bizi ele geçirirlerse ya kendi dinlerine inanmaya zorlar ya da taşlarlar. İşte o zaman asla kurtulamayız.”

“Asla kurtulamayız” ifadesi o anda başka seçenekleri olmadığının belirtilmesidir. Ayrıca gidecekleri başka bir yerde de barınamayacaklarını gösterir.

Toplumdan böylesine tırsmak ve umutsuz bir çıkmazda kalmak? Demek ki gençler öldürülmemek için son çare mağaraya sığındılar.

15. ayette “İşte şunlar tanrıçalar edinen milletimizdir.” cümlesinde, net biçimde anlaşılan hakikat toplumsal bir inanç kayması yaşandığının anlatılmasıdır. Gençler o toplumu hedef aldığı için kendileri hedef durumuna düşmüştür. 1800 lü senelere damga vuran nedir diye baktığımızda, Dünya genelinde Feminizm hareketleri yaşandığını görürüz. Feminizm yanlıları, eril tanrıyı ret edip dişil tanrıyı yani “Lilith’i” ilahlaştırmıştır. Lilith ismi Türkiye’ deki Kybele’nin Avrupa görmüşüdür. Kur’an’daki karşılığı ise “İblisa” dır. Ayetteki tanrıça sözünün geçmesinin temeli budur. Anlaşılan gençler bu akıma gerekli tepkiyle karşı çıkmış ve feminizm akıncıları tarafından tehdit edilmiş olmalıdır.

Ve bu hedef olma durumu onları böyle bir çıkmaza sürüklemiştir. O tutumlarına karşı hedef gösterildikleri için can korkusuyla mağaraya girmek zorunda kalan gençler, mağaraya senelerce uyumak üzere bilinçli olarak girmedi can korkusuyla girdi. Fakat onların son sözleri kendilerini Ashab-ı Kehf gençliği olmaya sürükledi.

Mağaraya sığındıklarında, “Ey yaratıcımız! Bize katından bir iyilik ver ve bu işimizden bizi haklı olarak çıkart.” dediler.

Kur’an bunu kendilerinden binlerce sene evvel vaat ettiği için zaten ellerinden zaten bir şey gelemezdi. Bu onların kaderiydi.

İçinde bulundukları toplum onları dışladıysa ve o sebeple mağaraya girdilerse şu ayet sanki o anın hemen öncesini anlatmaktadır. 16- “(içlerinden biri şöyle dedi) ‘Demek öyle… Kendinizi onlardan soyutladınız ve Allah’tan başka taptıkları şeylerden uzak olmak istiyorsunuz, o zaman mağaraya girin. Yaratıcınız size rahmet etsin ve size işlerinizde kolaylık versin.’”

Bu kıssayı bir mealden okurken neden (içlerinden biri şöyle dedi) diye ekleme yaparlar? Ayetin orijinal metninde böyle bir cümle yoktur. Peki, ya onlara mağaraya sığının diyen kişi “içlerinden biri” değil de karşıt tarafı savunan biriyse nasıl olacak?

Hani günümüzde bizimle aynı inancı, aynı kültürü paylaşmayan birilerine belli başlı tepkiler veririz. “Örümcek kafalı bunlar gitsin mağarada yaşasınlar.” gibi laflar ederiz.

Ya o gençlere tutumlarından ötürü çok sert bir tepkiyle “Siz mağaraya gidin, yoksa sizi duman ederiz.” denildiyse? Ve onlar da hedefe konulduğunda can korkusuyla mağaraya girdilerse? Evet, böyle bir şey de söz konusudur. Kim olmadığını iddia edebilir? Gelişen sürecin arka planında böyle bir gerçek olması daha ağır basmaktadır. Çünkü onları hedef gösteren zihniyet onlara yaşam hakkı için mağarayı göstermektedir.

Mağaraya sığınmak! Acaba mağaraya sığınmak durumu toplumdan kaçmak mı yoksa o toplumun, kendi içinden dışladığı birilerine tercih hakkı olarak mağaralara mahkûm etmesi midir? Çünkü ayette Sonra onlara tekrar şuur verdik -ki iki taraftan hangisinin- orada kaldıkları süreyi daha iyi hesaplayacağını deneyelim. Denir.

Burada “iki gruptan” söz edilir. Bize göre gençler zaten tek gruptur. Fakat ayetlerde iki gruptan söz edilir. Öyleyse mağarada kendilerinden önce var olan bir grup daha olmalıdır. Bu diğer grupta şanssız şanlılardan olsa gerek.

Başka bir mesele ise şu ayettedir. 14- “Ve biz onların kalplerini de kuvvetlendirdik. Sonra onlar ‘halkın önüne çıkıp’ dediler ki;”

Ayetin bu cümlesindeki bulunan “halkın önüne çıkmak” sözcüğü meallerde “ayağa kalktılar” olarak verilir. Evet, bu doğru bir ifade olabilir fakat o çeviride eksik olan şey, bu gençlerin belli bir mercie belli bir kanal ile bildiri yaptığı kısmıdır. Orijinal sözcük şöyle geçer. “qamu/kamu/halk çünkü/bu yüzden/bu sebeple” anlamlarına gelir. Şimdi ayeti yeniden çevirelim,

“Sonra onlar kamuoyuna şöyle bildiri yaptılar.” Cümlesi ortaya çıkar. Ve bu ifade eski çağların değil yeniçağların ifadesidir.

Özet: Gençler 1863 senesinde sadece Allah’a duyulacak saygıyı başka bir varlığa yakıştıranlara karşı çıktılar ve bundan ötürü büyük tepki aldılar. Aldıkları tepki can korkusuna dönüştü ve bu korkuyla aynı sene mağaraya girdiler. Ve orada Allah’tan yardım dileyip kendilerini haklı çıkarmasını dilediler. Allah’ta onları haklı çıkartmak üzere ve ayrıca insanlığa örnek olması adına 309 sene mağarada uyurgezer durumuna soktu. Ve öyle inanıyorum ki onları, dijital çağın 2172 senesinde ortaya çıkaracak. Mağaradaki diğer grupta bu gençlerin kendi yanlarına az evvel geldiğini onları tanımadıklarını söyleyecek. Aradan geçen zaman 309 sene olmasına rağmen…

Bu iddialarım bilinen Ashab-I Kehf kıssasına nazaran deli saçması gibi görünebilir. İnanın bunun gerçekten farkındayım. Ama işte kitap işte sonuç. Ben böyle inanacağım.

Yaptığım bazı hesaplar sonrası gençlerin ortaya çıkacağı zamanı şöyle ön görüyorum. 1863 (kayboluş) + 309 = 2172. Bu tarih ortaya çıkış seneleridir. Bu tarihin onların ortaya çıkarılış tarihi olduğuna tam olarak inanıyorum. Bunun sağlamasını kıyamet saati ile doğrulayacağım. Kıyamet tarihini daha önceki birçok yazımda hesaplı biçimde defalarca belgeledim. Kıyamet tarihinin 2280 senesi olduğunu okuyanlar bilirler.

Şimdi kıyamet tarihi olan 2280 sayısından elde ettiğimiz 2172 sayısını çıkartalım ve 2172 tarihinin ne kadar doğru olabileceğini görelim.

2280 – 2172= 108; 108 sayısı bize, Kehf Suresinin Kur’an’daki sıra numarası olan “18” sayısını verir. 108 sayısı 18 sayısının hem çarpılanıdır hem bölünenidir.

Ayrıca! Kıssanın mevcut ayetleri toplanırsa, toplanan sonuç yine,

9+1+0+1+1+1+2+1+3+1+4+1+5+1+6+1+7+1+8+1+9+2+0+2+1+2+2+2+3+2+4+2+5+2+6+2+7= 108’ dir.

Başka bir 108 hesabı ise şurada görünür. Kıssada “mağara” sözcüğü 6 ayette geçer. 6 sayısını Surenin 18 sayısıyla çarparsak sonuç yine, 6×18= 108’dir.

1863 senesini kafama göre belirlemedim. Kıssanın içindeki kilit sözcükler ve sayısal veriler, tarihin içinde ne zaman gerçekleşmiş ve neyle örtüşmüş olduğunu görerek, tarihi hakikatler üzerine temel aldım. Ben doğruyu temel alınca Kur’an sayıları ve tarihi damgalar böyle bir ahenk içinde örtüştü. Çünkü! 1863 senesinin toplananı da 18’dir. 1+8+6+3= “18” Tüm sonuçlar birbiriyle örtüşüp denklem oluşturur.

Kitabı bize numaralandırarak veren Allah, tarihinde tasarımcısıdır.

Kur’an kitabı görsel hayatın senaryosudur. Tarih ise bu senaryonun sahnesidir.

Allah her şeyi sayı ile hesaplamıştır. Allah her şeyi çok iyi bilendir.

Para oyunu bozar.

Not: Ashab’ı Kehf gençleri bir zaman yolcusu değildir. Onlar zamanın alıkonulmuş misafirleridir.

Yazan ve sunan; “Erdoğan Metin”

Editör; “Miraç B. Metin”

kuran19.org.