Merhaba ben Erdoğan Metin.
Bu kitapta bizden saklanan çok önemli gerçekleri göreceğiz.
Söyleşi üzerine kurgulu bu kitap, Kur’an ayetleri öncülüğünde tarihi olaylara ve o olayların yaşandığı coğrafik konumlara dayalı gerçekler üzerinedir. Sohbet konuğum hakkında en çok fikir üretilen, tarihi birçok kralla özdeşleştirilen, İslam dininin tek kaynağı olan Kur’an kitabının 18. Kehf süresinde şöhreti anılarak onurlandırılan, “Kral Zülkarneyn” dir.
Sohbet içeriğimiz,
Zülkarneyn bir Kur’an masalı mıdır yoksa tarihi şahsiyetler içinde hüküm sürmüş gerçek bir Kral mıdır? Tarihte hüküm sürmüş krallardan biriyse hangi çağda yaşamıştır ve hangi medeniyetin kralıdır?
Kendi krallığından sefere çıktığında batıda ve doğuda hangi ülkelere gitmiştir?
Güneşi kara balçığa batarken gerçekten izlemiş midir yoksa Kur’an’daki o cümle çarpıtılmış mıdır?
Zülkarneyn “Resul” müdür? Yecüc ve Mecüc adlı toplumlar ile nasıl ve neden savaşmıştır? “Yecüc ve Mecüc” nasıl bir varlıktır? Biz onlardan korkmalımıyız? Yoksa onları gördüğümüzde dona kalıp şaşırmalımıyız?
Bir dağı demirle nasıl kaplamıştır ve bu kaç sene sürmüştür? Kendileriyle karşılaştığında anlaşmakta zorluk çektiği millet hangi millettir? Uçan bir bineği var mıdır onunla hiç poz vermiş midir?
Baş döndürücü. “Bir dakika, bu da ne şimdi?” dedirtecek kadar dikkat çekici, birçok bilinmezi ortaya çıkartacak kadar bilgi dolu, akıl zorlayacak kadar hesap dolu, sayfayı başa aldıracak kadar çarpıcı, düşündürücü ve bir o kadar da neşeli geçecek.
Kral bize ilk etapta Kur’an kitabı üzerinden Zülkarneyn kimliği ile seslenecektir. Şayet kendisini, Kur’an’ın vereceği net tarih-ler ile bildiğimiz mevcut tarihin zaman damgaları eşliğinde, tarihi krallardan herhangi biriyle, tarih ve coğrafya üzerinde eşleyip delil-ler üzere ispat edebilirsem, Kur’an huzurunda kendisinden tarihte yaşamış o kişi olduğunu doğrulamasını isteyeceğim.
Zülkarneyn doğrulama sonrası tarihi kimliğini onaylayacak ve perde kalkacaktır. Kendisi ile size harika bir sohbet yaşatacağız. Bu çok keyifli bir serüven olacak söz veriyoruz.
Sohbetimiz başlıyor…
*
Merhaba efendim hoş geldiniz. Nasılsınız?
_ Merhaba oğul, teşekkür ederim iyiyim sen nasılsın?
Teveccüh ettiniz teşekkür ederim efendim ben de iyiyim.
Efendim röportaj yapma isteğimi geri çevirmeyip davetimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.
_ Davet ettiğin için ben de sana teşekkür ederim. O laf anlamaz millet uçan bineğimi dağın içine tıkmış, Süreyya yıldızına bağladığım atımı gidip alamıyorum. Şikâyetçiyim, söyleyeceklerim kayda alınsın.
Efendim bu harika bir girizgâhtı; Aynı zamanda bu girizgah bana hoş bir repliği hatırlattı.
“Tarih efsaneye dönüştü, efsaneler masal oldu. Ve unutulmaması icap eden şeyler yitip gitti.” (The lord of tihe ring)
her şey kayda alınıyor efendim, sizi dinliyoruz.
_ Herkese merhaba, ben “tüm zamanların gerçek kralı” Zülkarneyn.
Hakkımda dinleyip okuduğunuz bir sürü uydurma hikâye olduğunu biliyorum. Bu uydurmalar binlerce sene evvel benim çağımda başladı fakat sizin çağınızda o kadar abartıldı ki sonunda “yörüngeden” çıktı. Uydurulan masallar sebebiyle ellerimizle inşa ettiğimiz gerçekler unutulmuş da yerini yalanlara bırakmış.
Tüm bu bilgi kirliliğine karşı gerçeklerin eksiksiz ve tam anlamıyla ortaya konulmasını, “kuran19.org adına Erdoğan Metin” üstlenecektir.
Hakkımda uydurulan yalanlardan birçoğunu peşinen yalanlamak istiyorum. Adını bile duymadığım “sababan” adlı uçan bir bineğim hiç olmadı. Göklerde binlerce yıldır uçan binekler hep vardı. Fakat nasıl ki o binekler sizin için de değilse bizim için de değildi. Uçan bineğim yoktu yalnız çok hızlı sert atlarım oldu fakat onlardan hiçbirini Süreyya yıldızına bağlamadım. Bir at yıldıza nasıl bağlanır bilmiyorum.
Karadeliğin yuttuğu bir güneşi hiç izlemedim! Yalnız kapkara bir çukurun içine binlerce yabaniyi gerçekten tıka basa doldurdum.
Bana azmimden ve şöhretimden ötürü doğaüstü tanımlar getirdiler. Melek diyenler oldu, değilim, cin diyenler oldu, değilim, Hızır diyenler oldu, değilim. Hızır’ın teyzesin oğlu da değilim kendisini de tanımam.
Dün ki çocuk Büyük İskender (Alexander) diyenler oldu, değilim. Yine öyle 2. Kiros diyenler oldu, değilim. Yemen kralı diyenler oldu, değilim. Nemrut diyenler oldu, değilim. Benden çok uzun zaman önce yaşamış atam İbrahim ile Arapların kabesini hiç tavaf etmedik. Zaman yolcusu dediler, değilim. Fakat hem kendi zamanımın insanlarını hem de sizleri büyük bir sorundan senelerce, gece gündüz savaşarak kurtardım. Çünkü ben, geçmiş ve gelecek tüm insanlığın gerçek kralıyım.
Şahsım ve Erdoğan Metin arasında geçecek olan bu röportajda perde kalkana kadar hepinizin bildiği ismimle, Zülkarneyn kimliğimle konuşacağım. Bu oğul tarihi şahsiyetimi tespit ettiğini iddia ediyor. İddiaları ne kadar güçlü olursa olsun, inkâr edilmesi imkânsız biçimde gerçek bir delil göstermesini şart koşuyorum. Ben tüm zamanların gerçek kralı unvanıyla onu sınayacağım. Bu hususta gerçek anlamda başarılı olursa, perde kalkacak ve tarihi kimliğim gözler önüne gelecek. Bundan ben de mutluluk duyarım. Hoş bir sohbet olsun.
Açıklamalarınız için teşekkür ederim efendim.
Güzel bir sohbet olacağına inanıyorum ve iddialarım ile sizi etkileyeceğime eminim.
_ Öyleyse şaşırt beni.
Öyleyse izninizle,
Kur’an’da şahsınızın başından geçen birtakım olayların anlatısı, Zülkarneyn kıssası olarak tanımladığımız olaylar zinciridir.
Kur’an kitabı bu kıssayı 18. Kehf suresinde 83. ayette başlatır 100. ayette bitirir. Kıssayı 98. ayette bitirenlerde vardır. Bu kısmen doğru olsa da 98. ayette Zülkarneyn’ in konuşması bitmektedir. Kıssanız, sizin eseriniz ile Yecüc ve Mecüc ’ün akıbetinin ne olacağı hususunda bilgiyi tamamlaması üzerine, 100. ayete kadar devam etmektedir.
Kıssanın 100. Ayette bitmesi şahsi bir iddia değildir. Bu bizzat Kur’an kitabının kendi sayısal mimari düzeninin gerçekliğidir. Bunun doğruluğunu görüp anlamak üzere ayetlerin sayısal mimarisine bakalım.
18. Surede adınıza düzenlenmiş ayetler, 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 olmak üzere toplamda 18 ayettir.
_ Kur’an kitabında 18 ayette anılmak benim için en büyük onurdur.
Çok şanslısınız efendim…
Kıssanız bize 18. surede 18 ayette anlatılmaktadır. Bu kıssanın sayısal bir mimari üzerine bina edilmiş olduğunu görüyorum. 18’ de 18. Bu sayıların toplamının Kehf suresinin sıra numarası olan 18 sayısını vermesi de 100. ayette bittiğini doğruluyor. 1+8+1+8 = 18
Bunu ayetlerin sırasıyla toplanması üzerine ekstra doğruluk sağlaması yapacak olursam yine,
18+83+84+85+86+87+88+89+90+91+92+93+94+95+96+97+98+99+100= 1.665 1+6+6+5= 18’ dir.
83. Ayet: 9 sözcükten oluşur.
84. Ayet: 10 sözcükten oluşur.
85. Ayet: 2 sözcükten oluşur.
86. Ayet 25 sözcükten oluşur.
87. Ayet 13 sözcükten oluşur.
88. Ayet 13 sözcükten oluşur.
89. Ayet 3 sözcükten oluşur.
90. Ayet 12 sözcükten oluşur.
91. Ayet 6 sözcükten oluşur.
92. Ayet 3 sözcükten oluşur.
93. Ayet 13 sözcükten oluşur.
94. Ayet 20 sözcükten oluşur.
95. Ayet 12 sözcükten oluşur.
96. Ayet 19 sözcükten oluşur.
97. Ayet 8 sözcükten oluşur.
98. Ayet 15 sözcükten oluşur.
99. Ayet 11 sözcükten oluşur.
100. Ayet 5 sözcükten oluşur.
Sözcük sayılarının toplananı 199 dur. 1+9+9= 19 _ Üzerinde 19 vardır. Bu da demektir ki, kıssanız 83 te başlayıp 98 de bitmez! 83 te başlar ve 100 de biter. 98 de bitirenler kendilerini düzeltsinler.
Acaba Kur’an kitabı bize bu konuda 19 sayısıyla destek verip destek olacakmıdır?
Yecüc ve Mecüc adı, 21. Enbiya Suresi 96. ayette 1 kez daha geçer. Sonuç 18+1 = 19’ olur. Enteresandır ki Enbiya suresi ve ayetinin toplamı ise yine 2+1+9+6= 18’ dir. Enbiya 96 ayetinin bize anlattıkları;
1- Kendi içindeki 18 toplamıyla 18. Sureyi işaret ederek ‘Aradığınız Zülkarneyn Yecüc Mecüc senaryosu, Kehf suresindedir’ der.
2- Konuyu “Üzerinde 19 vardır” diyerek doğruluk terazisinde tutar.
Böylelikle Kur’an kitabı, Zülkarneyn kıssasını bize taşıyan 18’de 18 sayısının doğruluğunu onayladıktan sonra 19 sayısıyla doğruluk etiketi vurmuş olur.
Bu ise bize, doğru sonuca ulaşmak için doğru başlangıç yaptığımızı gösterir. Şimdi! Bu serüvende yola çıkarken elimize verilen ölçüler, 1- odak sayısı olarak 18 sayısıdır. 2- doğruluk sayısı olarak ise ölçümüz 19 sayısıdır. Sonuçların toplaması ise yine, 1+8+1+9 = 19’dur. Üzerinde 19 vardır.
_ Çok enteresan! Bu sayısal düzen çok etkileyici.
Kur’an’ı bir insan olan Hz. Muhammed’in uydurduğuna inananlar var.
_ Cahilliklerine ver.
Bu doğru.
_ Bana Hz. Muhammed dediğin kişi hakkında bilgi verirmisin?
Hz. Muhammed son din olan İslam dininin duyurucusu ve davetçisidir. Kur’an kitabı bu kutlu insan üzerinden insanlığa bildirilmiştir. Allah tarafından kendisine kitap indirilen nadir kişilerden biridir ve kitap getirenlerin sonuncusudur. Hakkında kişisel detaylara girmeyeceğim fakat ne kadar önemli biri olduğunu sohbetimizin ileriki aşamalarında hesaplı biçimde göstereceğim.
_ Anlatıklarına bakılırsa Hz. Muhammed benim büyük babam gibi kendisine Allah tarafından kitap verilen bir adam. Tamam hakkında anlatacaklarını merakla bekliyorum. Konuya devam edebiliriz.
Konuya dönecek olursak,
Kıssanızın tamamı on sekizinci surede on sekiz ayette anlatılır. Böylelikle Kur’an kitabı bu kıssa için biz okuyuculara, sizi araştırmamız esnasında dikkat etmemiz gereken odak sayısının “18” sayısı olduğunu göstermektedir. “19” sayısı ile yapılacak olan şey ise, ortaya konacak olan çalışmanın tüm hesaplarında doğruluk ölçüsü olarak kullanılmasıdır.
Bunu şu örnekle tanımlayayım. Nasıl ki üstte Kur’an bize 18 sayısını 19 etiketiyle doğrulayıp örneklediyse, bende bu çalışmada ortaya çıkacak olan “18” sayılı hesapları “19” sayısıyla teraziye alıp doğrulatacağım.
Ortaya koyacağım çalışmada,
1-Uygunluk -> Ahenk ve düzen olacak,
2-Tutarlılık -> Çelişmeyecek, şüphe bırakmayacak.
3-Tümellik -> Doğrusal iki denklem üzerine olacak.
4-Apaçık -> Gizliyi saklıyı ortaya koyacak.
5-Yarar -> Faydalı sonuç olacak.
Efendim, Kur’an’da her şeyi sayı ile hesaplayıp ölçülendirdiğini belirten Allah’ın, sizin kıssanızı 18 sayısına odaklamasına ve 19 sayısıyla doğruluk ölçüsü istemesindeki mana nedir? Rica etsem siz de bize bundan ne anladığınızı söyler misiniz?
_ 18’ de 18, toplamı da 18… bundan çıkarttığım anlam şudur, anlatılan konu üzerine mevcudun içinde bir iz sürülecekse, o izi sürerken dikkat edilmesi gereken sayının 18 sayısı olduğudur. 19 sayısı ile de konuyu aydınlatıp belgelemen gerekiyor. 18 ve 19 sayılarından nasıl tarih elde edeceksin?
Doğru yorum için çok teşekkür ederim. Ortaya çıkacak olan tarihi gördüğünüz vakit çok şaşıracağınıza eminim. Bu benzersiz bir çalışma olacağı için kendime has bir yöntemim olacak.
İnanın tepkinizin ne olacağını şimdiden çok merak ediyorum.
_ Evet, bunu bende çok merak ediyorum. Acaba seni kovacak mıyım yoksa ödüllendirecek miyim? Göreceğiz…
Tespit sayınız 18’ dir demek, tarihi şahsınızı bulmak için kullanacağımız başlangıç sayısı demektir. 19 sayısı ise sizin o kişi olduğunuzu doğrulayacak olan anahtar sayı anlamındadır. Uzatmayayım, 18 sayısı sizi tespit içindir. 19 sayısı ise sizi fişleyip etiketleyecek olan sayı demektir.
Sizden bir şey rica edeceğim. 18 + 18 = 36 sayısını not alır mısınız?
_ Peki tamam. Not aldım.
Efendim siz hakkında en fazla yalan uydurulan kişisiniz. Geçmişten bu güne binlerce tarihçi ve milyonlarca müfessir sizin adınıza mutlaka ya bir yalana inanmıştır, ya da bir yalan uydurmuştur. Bize özet bir cümle ile şu an en çok istediğiniz şey nedir diye sorsam nasıl cevaplarsınız?
_Cümleye gerek yok tek sözcükle belirteyim. Hakikat.
Efendim sizce “hakikat” ne demektir bunu nasıl tanımlarsınız?
_ Hakikat gerçekliğin en saf haliyle bilinmesidir. Misal ikimiz birkaç aydır karşılıklı sohbet ediyoruz. Sen bir müddet sonra bu söyleyişi gündem yapacaksın. Bu gerçekleştiği zaman benim sözlerimi ya olduğu gibi aktarmış olacaksın ya da eklemeler çıkartmalar yapıp saptıracaksın. Böylelikle sen ya doğru bilgiyi taşıyacaksın ya da ben yalanlar rekorunu kırmaya devam edeceğim.
Ben de buna benzer bir şey duymak istiyordum. Efendim bu sebeple sohbetimizin bir kopyasını size de vereceğim. Bu sizin adınıza uyduracağım her şeye karşı-
_ Sözü nereye getireceğini anlıyorum. Benim tarihi şahsiyetim üzerine bir ispat vesikam zaten var. Bu düşündüğünü ben senden binlerce sene evvel düşündüm. Ama gel gör ki taş gibi belgem olduğu halde görünmüyor. Tam aksine şaşkınlık ve iftirada haddi aşıyorlar.
Biliyorum efendim ve sizi çok iyi anlıyorum. O tarihi gerçeği ben tam da olduğu gibi gördüm. Benden önce de görenler oldu. Bir kısım sadece teoride bıraktı, bir kısmı fikrinden geri döndü. Birkaç kişi Kur’an’ın “sözleriyle” kitaplaştırdı. Büyük çoğunluk ise sizin dediğiniz gibi, şaşkınlık ve iftirada haddi aşmış durumdalar.
Benim diğer herkesten farkım şu olacak. Ben şahsınız ile ilgili olan her şeyi sayısal olarak belgeleyeceğim. Kur’an’dan dünya zamanı üzerine sizinle ilgili “3 tarih” çıkartacağım. Birincisi kral oluşunuzun net tarihi. İkincisi Yecüc Mecüc ile yaptığınız savaşın net tarihi. Üçüncüsü kral tahtını bıraktığınızın net tarih olmak üzere, üç ayrı tarih çıkartacağım. Böylelikle sizi yer çekimi etkisiyle uzaydan indireceğim. Ben farklıyım, bunu göreceksiniz.
Efendim sizce Yaratıcımız Kur’an’da neden her şeyi sayılar ile kodladığını belirtmiştir? Allah’ın yaratıcı sıfatıyla sayılara dikkat çekmesi, yaratılan kaç kişi tarafından dikkate alınmaktadır? Her şeyi sayı ile hesapladığını belirtmesi kendisini ispatlamak için midir? Yoksa yarattığı biz akıllı varlıklara hayatı ve içindekileri tanımlasınlar diye ilahi bir tavsiye midir? Neden inançlı insanlar Yaratıcının sayısal düzenine neredeyse hiç kafa yormaz?
_ Yaratıcımız kendi sözlerini sayısal olarak kodlamıştır. Bunun sebebi, Kendisinin sözleri ile O’nun adına uydurulan sahte sözleri birbirinden ayırt etmemiz içindir. İstisnalar hariç büyük çoğunluk sayıların İlahi dilinden anlamaz. O’nun sözlerini sayılar ile eşleyip hakikati olduğu gibi gören biri, Allah’ın yüceliğine bir şey katmış olamaz fakat O’nun yüceliğine tanık olmuş olur. Yaratıcı zekâya tanık olan kimseler dosdoğru denilen yolu bulur ve Yaratıcısına olan bağlılığını arttırır.
Çok iyi izah ettiniz efendim. Allah’ın sözlerinin onaylanması O’nun yüceliğine bir şey katmaz. Gerçekliğe O’nun ihtiyacı yoktur bizim vardır. Allah’ın sayısal dile defalarca dikkat çekmesi Kendisinin işlerini anlamaya çalışan “gerçekçi” kişilere yöneliktir. Böyle kişiler cahiller gibi hüsnü zanda bulunmaz. Onlar doğruluk ilkesine bağlı kalarak hesaplıca sunum yapar.
Allah Kur’an’da tüm mevcudu sayı ile ölçülendirdiğini belirtmiştir. Buna karşı Kur’an’ı da sayı ile kodladığını aynı surede iki kere tekrarlamıştır. Aslında bu ne kadarda manalı değil mi?
Peki, eskiden hüküm sürmüş ya da günümüzde hüküm süren kaç kişi Yaratıcının sayılar üzerine basa basa söylediği bu sözlerini dikkate almıştır ya da almaktadır?
Allah her şeyi, görseli, tarihi, tarihi olayları, karakterleri, bu karakterlerin başından geçen olayları, kısacası varoluşu sayı ile hesapladığını söyler. Buna karşı Kur’an kitabı için “O rakamlanmış kitaptır” demektedir.
Görseli sayı ile hesaplamış, onun karşılığı olarak da kitabı sayılar ile numaralandırmış. Bu nasılda dikkat çekici değil mi? Bunları Yaratıcı söylediği halde kaç kişi önem vermektedir?
_ Evet, bu kesinlikle dikkat edilmesi gereken bir kelam. Bu söze sağır ve kör kalmak Yaratıcıyı umursamamak demektir. Yaratıcı böyle demiş, hem de öyle bir demiş ki, üstüne basa basa belirtmiş. Böyle diyerek bana ne anlatmak istemektedir? Diye düşünmeli!
Ben Yaratıcıyı hafife almam.
Madem O her şeyi sayı ile hesaplamış, buna mukabil kitabı üst üste iki kez rakamladım demiş, bak ben bu sözü nasıl yorumluyorum. Benim için bu söz şu anlama gelir. “Kur’an içinde hesaplıca anlatılanların görsel hayatta da karşılığı hesaplıca vardır. Kitapta merak ettiğiniz karakterlerin tarihte kimler olduğu, kitabın içinde detaylı biçimde tarihi damgası ile mevcuttur.” Madem O öyle demiş ben de böyle anlam yüklerim, daha azıyla Yaratıcıyı hafife mi alayım?
Evet, evet efendim ben de böyle inanıyorum.
Kur’an’da bu tür birçok konuya uyarlanacak kilit bir ayet var. Bakara S.27: Allah’ın tüzüğüne tanık olduktan sonra bozanlar, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği birşeyi koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar işte onlar hüsrana uğrayanlardır.
Efendim birileri “tarih ile Kur’an’ı” birbirine eşleyip bağlamak yerine tam tersine bu ikisinin bağlantısını kesmektedir. İslam bilginleri sizin için aynen şu cümleyi kullanıyor; Kur’an’da yer alan Zülkarneyn kıssasıyla ilgili ifadeler oldukça kısa ve belirsizdir. Bu durum kıssayla ilgili tarihî bir çerçeve belirlemeyi zorlaştırmaktadır.
Bu kimseler Yaratıcının sayılara olan atfını hiç anlamamışlar. İslam dininin bilgeleri sıfatında olan kütüphane yüklü bu tipler, Yaratıcıya rağmen böyle düşündükleri için aslında cehaletin acınası doruğunda olduklarını itiraf etmektedir.
Oysa günümüzde matematik harika işler çıkartmaktadır. Mesela günlük hayat için matematiğe getirilen tanımlama; ‘marketlerde, mağazalarda, bankalarda, hesaplamalarda, okuldaki derslerde, meteorolojide, elektrik ve elektronik işlerde, saat hesaplamalarında ve daha nice alanlarda hayatımızın her alanını kapsamaktadır diye tanımlanır.
Tanım budur fakat altını çizdiğim bu son cümlede matematik, dinler tarihi araştırmaları esnasında umursanmaz.
Sayısal hesaplar dinler tarihi araştırmacıları için alışveriş hesaplarında işe yarar ama iman ettiğini söyledikleri kitabın içine işlenmiş sayısal kodlar, onlar için bir prensip olarak benimsenmez. Çünkü onlara göre matematik hesabı ile Kur’an’da tarihi bir şey ispatlamak imkânsızdır.
_ Gerçekten böyle mi düşünüyorlar?
Evet, efendim kesinlikle abartmıyorum olduğu gibi aktarıyorum. Az önce bunun örneğini de vermiştim.
Onlara göre Kur’an içinde anılan geçmiş devletler ve kralların hangi tarihte yaşadığı belirtilmez. Sadece ibret olsun diye anlatılan cümleler bütünüdür.
_ Bu çok büyük bir ayıp. Yaratıcı her şeyi sayı ile hesapladığını ve kitabı sayı ile numaralandırdığını net biçimde belirtmişken, onlar açık açık Allah’ımı yalanladılar? Acaba yaptıkları ayıbın farkındalar mı? Öyleyse sen de onları yalanlamalısın. Bunun için Kur’an’da bir örnek ayet mutlaka vardır.
Olmaz mı efendim hem de harika bir ayet var!
Nahl Suresi 125; Rabbinin yoluna hikmet ile güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin, yolundan sapanı en iyi bilendir, doğru yolda olanları da en iyi bilen O’dur.
_Gerçekten harika bir ayet! En güzel biçimde mücadele etmek, ispatlar üzere belgelemek demektir. Başarılar dilerim.
Teşekkür ederim. İspat etmek ortaya açıkça koymak demektir. Ve ben onların aksine sizin hangi tarihte yaşadığınızın Kur’an’da net olarak verildiğini biliyorum. Bu çalışma ile bunu eksiksiz ve tam anlaşılır biçimde ortaya koyacağım. Böylelikle Kur’an kitabına yeni bir bakış açısı kazandıracağım.
_ Anladığım kadarıyla din adamlarınız, Yaratıcıyı ve işlerini bilinen kayıtlı tarihin içinde bulamıyor. Bu sebeple gerçek tarihten kopup, tarihi kendi hayalleri ile yorumluyor. Hayaller âleminin hayal âlimleri. İlginç…
Bunlara göre Zülkarneyn var ama tarihte Zülkarneyn’i temsil edecek kimse yok. Ellerinin arasında Kur’an gibi yüce bir kitap olduğu halde sudan çıkmış balık gibiler.
“Hayaller âleminin hayal âlimleri” bu uygun bir benzetme oldu efendim. Öyle sanıyorum ki dini deyimler sözlüğüne yeni bir deyim kazandırdınız.
Kur’an’da sayısal olarak tarih bilgisi yok diyenlerin, Yaratıcısı da ancak bir hayal ürünüdür. Bunun aksini nasıl ispat edebilirler?
Matematiğin genel tanımına bakınız: “Matematik, temeli mantığa dayanan bir sistemdir ve zihni geliştiren bir araç olarak kişiye rasyonel bakış açısı kazandırır. Kişiye özgür ve ön yargısız bir düşünce ortamı yaratır. İnsanın sistemli, mantıklı, tutarlı düşünmesini sağlar.”
Bu tanımlama esaslı bir tanımlamadır. Fakat dini bilgelerimiz hayaller âleminden feyz aldığı için mevcuda rasyonel bakamıyor. Oysa Yaratıcının sözlerinin doğruluğunu araştırmanın Yaratıcıya değil, kendilerine faydası dokunacaklarını düşünmeleri gerekirdi. Tüm bu tiplerden sebep efendim, teknoloji çağının realist gençliği kitaptan ve Yaratıcısından soğumuştur.
“Artık utanın da Yaratıcı adına konuşmayı bırakın.” Çünkü sözle yapılan güzel mücadelenin bir de zorlu olanı vardır. O kısım ise Bakara Suresi 193’ te geçer. Sözlü mücadele işe yaramazsa Allah’ın sopası çalışır. Bunu “Ziya Paşa’nın” şu sözüyle tamamlayalım. Nush ile uslanmayanın hakkı tekrir, tekrir ile uslanmayanın hakkı kötektir.
_ Bu sözü çok sevdim. Mükemmel!
Efendim yüzlerce sene evvel Kur’an’a tam zıt bir tarih yazıldı adına da dinler tarihi denildi. Durum o kadar korkunç ki yazılan bu yalan tarihte Kur’an’da adı geçen karakterlerin yaşadıkları coğrafyayı dahi değiştirdiler. Yazdıkları bu yalan tarih ile Kur’an arasında tam anlamıyla zıtlık var. Üç beş gün kadar önce onlardan biriyle tartıştım. Hemen yanımda “on bir” yaşında bir çocuğa namaz dua vs. bir şeyler anlatıyordu. Bana dönüp haksız mıyım? Dedi. “Çocuğa tebliğ mi yapılır” dedim, O “Hz. Efendimiz 3 yaşında başlanacak” demiştir dedi. “Kur’an’da var mı bu” dedim, O ise “Kur’an’ı boş ver” dedi. Tek kelime dahi abartmadım. Kur’an’a inanmadıklarını da biliyorum. Müslüman olmadıklarına da yemin ederim.
Kendilerini Kur’an’ın üzerinde ispatlayamayan milyonlarca din adamı yok hükmündedir. İnsanlar onlardan duydukları sözlerde feyz var sanıyor. Masallar diyarında mutlu bir çoğunluk.
_ Bilmiyor musun? Cehalet mutluluktur.
Çok doğruymuş efendim. Çok doğruymuş…
Örnek sizden bir milyon borç alsam, fakat ödeme zamanı geldiğinde size bunu ödemesem ve siz de beni mahkemeye verseniz, ben mahkemede “bir milyon değildi, yüz bindi” desem nasıl ispat edersiniz? Sadece elinizde belge varsa bunu ispat edebilirsiniz. Doğru rakamı o an kaydı tutulmuş bir belgeyle ispat edersiniz, doğrumu?
_ Evet, çok doğru. Ama benden borç alıp geri vermemeni hiç tavsiye etmem!
Tamam, tavsiyeniz dikkate alındı. Şu anda aramızda geçen röportaj ve belki bir alış veriş mevzusu da ancak, ilgili insanlara doğru bilgiyi yansıtan gerçek bir kayıt ile mümkündür. Belgeniz varsa hak talep edersiniz aksi takdirde haklı da olsanız, şüpheli durumunda kalırsınız. Kur’an tüm şüpheleri yok etmek için indirilmiştir.
Allah’ın izniyle ben Kur’an adına yalan tarih yazanlarla, gerçek tarihi Kur’an ile izah edenlerin arasındaki farkı göstereceğim. Size ve bu kitabı okuma nezaketini gösteren herkese “bakmak ile görmek” arasındaki gerçek farkı iliklerine kadar hissettireceğim.
_Çok iddialı sözler kullanıyorsun, umarım hakkını verirsin.
Efendim sözcükler istenilen yöne çekilip değiştirilebilir ve insanlar sözcüklerin büyüsü ile yanıltılabilir. Bunu en mağdurlardan biri olarak siz daha iyi bilirsiniz. Hakkınızda milyonlarca söz yazılmıştır, isimler hariç belki de hepsi çarpıtılmıştır. Hakkınızda sayısız yalan kitap, sayısız yalan makale, sayısız program düzenleyen kimselerin yanlışlarını ortaya çıkartacak bir alan var. O alan matematiktir.
Sayılar eğilip bükülemez efendim, işte bu sebeple sözler değil sayılar evrensel dildir.
Yaratıcının kendi kitabı için bir iddiası var. Diyor ki! “Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”
Ya demek öyle? Demek kitapta hiçbir şey eksik bırakılmamış. Bakalım Yaratıcımız kendi kitabı Kur’an için söylediği bu sözünde ne kadar iddialı?
Öyle ya efendim! Sizin de dediğiniz gibi, madem Allah böyle demiş ben de bunun ne kadar esaslı olduğunu görmek istiyorum. Efendim ben bu iddiayı denetleyeceğim. Ne cüret değil mi?
Bu iddiayı en zor en üst çıta olan şu mantıkla denetleyeceğim.
“Kur’an kitabı senaryodur, tarih ise o senaryonun sahnesidir.”
_ Buyur sahne senin, seni dinliyoruz cüretkâr çocuk…
Size krallığınızda baskın yapacağım efendim. Kur’an senaryosunda net tarih-ler bulacağım ve size baskın yapmak için hayat sahnesinin o tarihine gideceğim. Kabul ederseniz misafiriniz olmak isterim.
_ Baskın deyince bana savaş açacak bir yiğit çıktı sandım. Tamamdır, krallığımda buluşalım. Adına eğlence düzenleyeceğim.
Teşekkür ederim efendim onur duyarım.
_ Sohbetimiz güzel geçecek gibi. Konuya başlamadan önce bana 19 sayısını kısaca izah etmeni istiyorum. 19 sayısı hakkında ne kadar bilgiye sahipsiniz?
Efendim “hakkında ne kadar bilgiye sahipsiniz” dediniz. 19’ u siz de mi biliyorsunuz?
_ Biz Nümerolojiye inanır ve gayet iyi kullanırdık. Ondan çok istifade ettik. Sayıların her şeyi kapsadığını, sayılar ile tüm zamanlara mesaj yollanabileceğini bilirdik. 19 sayısına olan bakışımızı araştırman esnasında bulmuş olacağını umuyorum.
Evet efendim hepsini eksiksiz olarak dosyaladım. Bizlerin 19 sayısı farkındalığı, 1974 senesinde biyokimyager “Dr. Rshad Khalifa” adlı bir bilim adamının Kur’an kitabının sayısal mimariye sahip olduğunu keşfetmesiyle başladı. Kur’an’ın 74. Müddessir Suresinde 19 harften oluşan 30. Ayeti şöyle bir ifadeye sahiptir. عليها تسعة عشر (ealayha tiseat eashar) Üzerinde 19 vardır, der.
Dr. R. Khalifa bu keşfin tüm Kur’an’ı kapsadığını fark etti ve birçok çalışmasıyla bunu ortaya koyarak tüm dikkatleri Kur’an’a çekti.
Dr. R. Khalifa Kur’an’ın sarsılmaz sayısal bir mimariye sahip olduğunu mecmua, kitap, program, makale vb. alanlarda çok kez ispatladı.
19 sayısı, 1974 senesi, nasıl da denk gelmiş! 19 sayısının 74. Surede bulunması ve 19 sayısal düzenin 1974 senesinde ortaya çıkmış olması İlahi bir gerçek değilse nedir?
_Demek ileri tarihli bir Yaratıcı kodlaması yaşanmış.
Çok iyi yakaladınız. Bu güzel tespit için teşekkür ederim.
_ Sonra?
Dinde sadece Kur’an kitabı yeter farkındalığının oluşmasında başrol oyuncusu bizzat kendisidir. Benim üzerimde 19 sayısı, birçok alanda bakış açıma yön verip fikir edindirirken, çöplüğe dönmüş tarih sayfalarında neyin doğru neyin yanlış olabileceği hususunda şahsıma ışık tutmaktadır.
Şöyle söyleyeyim efendim. 19 sayısı, tüm zamanların gerçek kralı unvanına sahip olan şahsınızla şu an röportaj yapmamı sağlıyor. 19 sayısı ile tarihi kimliğinizi ortaya çıkartmak için sadece Kur’an kitabını rehber edineceğim. Bakınız bu ifademin altını çizerek yeniden belirtiyorum çok dikkat ediniz!
Sadece Kur’an kitabını rehber edineceğim.
İşte bu gerçekleştiği zaman, sizi bulmak için milyon tane hadisin, milyon tane kitabın, milyon tane cahil âlimin, milyon tane araştırmacının yapamadığını, sadece Kur’an kitabı ile mümkün kılacağım. Böylelikle, “Dinde sadece Kur’an kitabı yeter” sözünü yeniden hatırlatıp destekleyeceğim.
Ben de Kur’an gibi bir kitap yazarım diyen cesur kimseler! Yazarken, bir yandan o kitaba uygun yaşanmış gerçek bir tarih de inşa etmeye başlayın. O ayette sizlere ne demek istendiğini öğreneceksiniz.
_ Tamam, 19 sayısı üzerine bu açıklama yeterli. 19 sayısı senin için bir ispat vesikası ve bir çeşit belge niteliği taşıyor.
Senin de kendinden böylesine emin kibirli biri olmanı sağlıyor. Peki, Zülkarneyn’in 19 ile bağıntısı var mı?
Evet, var efendim. Zülkarneyn ismi aynı kıssanın üç ayetinde geçer. Onlar, 83 86 ve 94 ayetleridir. Bu sayıların toplamı 8+3+8+6+9+4=38’ dir. 2×19 Zülkarneyn ‘in de Üzerinde 19 vardır.
_ Çok sevindim. Demek 19 sayısı ile gösterilenler arasındayım. Bundan kıvanç duydum bu çok büyük onur.
Efendim ben tarih sayfalarında Zülkarneyn olmasına uygun bir aday kral ararken çok ilgi çekici bir krala denk geldim. Hakkında anlatılanları okuyup dinleyince, “Bu nasıl kralmış böyle?” dedim. Orada sizi tabiri caizse kibirli bir kral olarak nitelemişlerdi. Fakat benim gördüğüm kral muhteşemdi! Ne gözüm gördüğünü yalanladı ne de aklım size ait olan şöhreti başkasına yakıştırdı. Onun hakkında konuşma yetkisini elinde bulunduran tarihçiler el birlik, bu kralı son derece kibirli ve zalim biri olarak tanıtmışlardı.
Onların bu sözlerinde bir mesaj olabileceğini düşündüm ve dedim ki, düşmanımın düşmanı dostum olabilir mi? Belki de işaret bu olmalı diyerek, bu krala farklı bir açıdan baktım. Onun hayatı odak sayımız 18 sayısı ve 19 sayısı üzerine denklemler kurup resmen beni sayı bombardımanına tuttu.
_ Biraz kibirli olmanın kime ne zararı var canım. O da ne kralmış öyle…
Efendim latife yaptığınızı anlıyorum. Kibirli değiliz efendim, sadece başkalarının bilmediği şeyleri biliyoruz. Bildiğimiz şeyler üzerindeki tavrımız da bizi karşı tarafın gözünde söz anlamaz, dediğim dedik bir tip şekline sokuyor.
Kibirli değiliz efendim sadece bilgi açısından onlarla aramızda uzaklık var. Onların aksine biz, bildiğimiz şeyleri izah edebiliyoruz. Fakat onlar kendilerini dahi izah edemiyorlar. Çünkü onlar hala “Yahudi ‘miyiz Müslüman ‘mıyız” kimlik karmaşası içindeler.
Cemil Meriç yazmış ki,
Onlar sürü yavrum. Zincirlerinden başka kaybedecek neleri var?
Karanlıktan geldiler, karanlığa gidiyorlar.
Ummandaki dalgalar gibi sayısız. Tarihi yok bu sürünün. Macerası yok.
Yıldızlara tırmanan merdivenden habersiz. Yürüyen, esneyen ve tepinen,
Öğrendiği şeyleri tekrarlayan uzviyet, kafanın vecdinden habersiz.
Bu sarhoş karnaval alayını yıldızlar, yüzbinlerce yıldız, kayıtsız bakışlarıyla seyrediyor.
*
_ Çok iyi yazmış. İşe yaramaz insanları en güzel biçimde özetlemiş.
Evet efendim işte böyle yığın yığın insanlar arasında çok değerli, çok farklı, yıldız gibi ışıl ışıl parlayan birini buldum. Siz olduğunuzu bildiğim o kralın, hüküm suresi 18 sayısına bina edilmişken, hayatındaki en önemli tarihi belgesinin ise 19 sayısıyla hesaplı olduğunu gördüm.
Hem hayatınızın 18’ i hem tarihi belgenizin 19’ u hem Kehf suresinin 18’ i hem Zülkarneyn’ in 19 sayısıyla tarihteki siz, birbirinizin aynadaki yansımasısınız. Siz yerli yerine konulması istenen yapboz parçaları gibisiniz.
_ Güzel. Anlıyorum ki hem kıssa, hem Zülkarneyn hem de tarihte Zülkarneyn olduğuna inandığın bir şahsın üzerinde bu sayısal ölçüler ile denklemler örgüsü var. Bu kadar tesadüf olamaz diyorsun ve bu senin açından derinlemesine araştırılması gereken bir konu. Ve kaynağın ise sadece Kur’an.
Neden başkaları Kur’an’dan böyle istifade edemiyor, senin özelliğin ne? Milyonlarca inançlı insan ve binlerce eğitimli kimseniz Kur’an okumuyor mu? Onların göremediğini sen nasıl görüyorsun?
Efendim ben gerçekçi biriyim. Benim Kur’an’a bakışımla milyonlarca insanın bakışı aynı değil. Bunun nedeni benim farklı olmam da değil. Onların büyük çoğunluğunun okudukları Mushafları ilk orijinal dildeki Kur’an olduğunu sanmalarıdır.
Günümüzdeki Mushaflar bir çeşit süsleme ile üstü örtülüp karartılmış bir kitaptır. Milyonlarca kişi Arapça sanarak okudukları kitabın Arapça olmadığının farkında değiller. Günümüzdeki Mushaflara Kur’an demek gerçeğini yansıtmaz! Benimle onların arasındaki fark çok büyüktür.
Diğer önemli farkımız ise, ben Kur’an’dan başka bir kaynak kullanmam. Kur’an beni nereye yönlendirirse ben onun ışığıyla oraya yürürüm. Onlar ise Kur’an’dan ayrı Hz. Muhammed adına uydurulmuş sözlerle yol alır. Hadis denen sözlerle yola çıkanlar asla doğru sonuca varamayacaklar.
Hadis denen sözlere itibar edilmemesi gerektiğini Kur’an kitabı, Ali İmran Suresi 79 ayetinde açıklar. Derki:
Öyle bir kimse yok ki, Allah’tan kitabı hükmü ve makamı alsın da, “Önce Allah’ın emirlerini yerine getirin, sonra da benim emrettiğimi yerine getirin” desin. Böyle hiç kimse olmadı. Aksine! “Kendinizi adamış olduğunuz Yaratıcınızın, öğretip ders verdiği kitabına uyun” der.
Allah nübüvvet makamı verdiği kimselerin asla böyle bir işe kalkışmadığını tam aksine onların >Yaratıcınızın, öğretip ders verdiği kitabına uyun< dediklerini belirtir. Hz. Muhammed hadis yazanlara sert çıkmış bunu yapmayın demiştir. Buna da bir yalan uydurdular ve dediler ki; “Hz. Muhammed daha sonra yazılmasına izin verdi.” Böylelikle hem ayetleri yalanlamış oldular hem de Hz. Muhammed’i yalancı çıkartılar. Bu kimseler okudukları Kur’an’ın, o hadis denen sözleri uyduran tayfalar tarafından geçmiş zamanda üstünün karartıldığını da bilmezler. Umursamıyorlar da…
Demiştiniz, cehalet mutluluktur.
_ Kitap üzerinde yapılan bu karartma olayını aydınlatmalısın. Böyle söyleyerek ne kast ediyorsun bilinmeli.
Efendim bunu ayetli bir örnekle göstereyim.
Araf S. 162. ayeti
فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلًا غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزًا مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ۟ // bu örnekte Kur’an sözlerine, “Nebi” Muhammed’in vefatından sonra süslemeler ile noktalama işaretleri eklendiğini görüyoruz.
Bu müdahale ile orijin sözcüklerin üstüne, altına, sağına ve soluna eklemeler yapılarak karartma yapılmıştır. 150 karakter vardır.
Aynı ayete bir de saf haliyle bakalım.
فبدل الذين ظلموا منهم قولا غير الذي قيل لهم فارسلنا عليهم رجزا من السماء بما كانوا يظلمون // bu örnekte Kur’an’a herhangi bir müdahale yapılmamış, noktasız saf halini görüyoruz. 90 karakter vardır.
Meali ise şudur ve anlatmaya çalıştığım meseleye uygun düşmüştür. “Sonra içlerindeki zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlere çevirdiler. Biz de zalimlikleri sebebiyle üzerlerine gökten bir azap gönderdik.”
İlk örnek 150 karakterlidir, ikinci örnek saf hali ise 90 karakterlidir. Kur’an kitabı Yaratıcının sözlerine yapılan müdahaleyi izah ederken, izah ettiği aynı ayetin kendi içinde paradoks yaratarak, bir takım kimselerin neler yaptığını böyle resmeder.
Bu ayeti okuyan kimseler bu ayetin sadece Yahudilere atfedildiğine inanıyor. Oysa Yahudilerin yaptıklarının bir benzeri ile karşı karşıya bırakıldıklarını göremiyorlar. Buna lades olmak denir.
Ayetlerin üstüne altına sağına soluna eklenen noktalamalar, Arapça olarak söylenmiş sözleri başka dillere eğrilttiği için anlam ve manasını değiştiriyor. Bu tehlikeyi birçok kimse dile getiriyor, ben ilk değilim.
Bu eklemeler tarihte de skandal olarak nitelenmişti. Maalesef gücü elinde bulunduran bir takım kimseler tarafından “zorla” kabul ettirildi. Öyle ki buna karşı çıkanlardan öldürülenler oldu.
Meallere de itibar etmem. Neden? Kütüphanemde onlarca meale sahibim üstüne ek internet sayfalarında yüzlerce meale ayrı ayrı bakarım. Bir sure belirleyip ona getirilen çevirileri incelediğimde görüyorum ki her biri diğerinden farklı. Gerçi bunu kendileri de kabul ediyor. Hepsi onu çeviren kişinin aklında beliren kendi yorumudur. Bu açıdan mealler Kur’an’ın çevirisi değil kişinin kendi yorumudur. Asla Kur’an’ı temsil edemezler!
Oysa iki dil arasında karşılıklı sözcükler üzerine bir çeviri yapılmış olsa doğruluk oranı %100 dür. Buna da bir kulp buldular. Diyorlar ki Arapçanın karşılığı başka dillerde mevcut olmayabiliyor. Bu düşünce ile yine Yaratıcılarını yalancı çıkartıyorlar. Sanki Kur’an’ı Arapça tasarlayan Allah, kendi sözcüklerinin başka dillere olan çevirilerini hesap etmemiş gibi konuşmaktalar. Allah’ı hiç tanımadıklarına yemin edebilerim.
_ Bu çok korkunç değil mi? Yaratıcının sözlerini değiştiremediler fakat üzerine eklemeler yaparak başka dillere eğrilttiler. Bunu yaparak anlam ve manasına saldırı yapılmış oldu. Bu Yaratıcıya karşı en büyük saygısızlıktır. İnsanlara ise yapılmış en büyük kandırmacadır. Allah’ın sözleri tüm insanlığa indirilmişse -ki öyledir- O’nun sözlerinin her dilde kesin karşılığı bulunmalıdır! Bu dil isterse hiyeroglif olsun fark etmez!
Evet efendim gerçek budur. Bir de şu var! Ben Kur’an’ı bir mani, bir şiir gibi asla okumam.
Onlardan bir kesimde var ki Kur’an’ı mani, şiir gibi okumaktalar. Pardon ama Kur’an’ı böyle okumak suretiyle sığındığınız sevap (ödül) sözcüğünün karşılığını almayı nasıl bekliyorsunuz?
_ İçeriğini bilmedikleri bir şeyin ödülünü nasıl almayı umut ediyorlar?
Diyorlar ki “biz Allah’a güvendik.” Siz Allah’a güvendiyseniz biz kime güvendik? Güya Hz. Muhammed demiş ki: “Kur’an’ı seslerinizle süslendirin. Çünkü güzel nağmeli ses ile Kur’an’ın güzelliği daha da artar.” (Kenzu’l-Ummal, h.no: 2767)
Hadis denen bu sözü yalanlamak üzere bir ayetle cevap vereyim. Yasin S. 69: Biz ona şiir öğretmedik zaten yakışmazdı. Bu Kur’an apaçık bir hatırlatmadır. Ayete göre Kur’an mani gibi okunmamalı ve o bir hatırlatmadır. Fakat günümüzde Kur’an okunduğu zaman bırakın bir hatırlatma üzerine şaşkınlık içinde kalmayı, insanlar esnemekten çeneleri kopacak gibi oluyor da bazıları oracıkta uyuya kalıyor.
Melodik olarak seslendirilen Kur’an, bir annenin bebeğini kafiyeli ninnilerle uyutması gibi, dinleyicileri uyku moduna sokuyor. Ödülünüz uyumaktır. İyi uykular…
İnsanları Kur’an’ın anlam ve öneminden uzaklaştırmak için her şeyi yapmışlar. Kur’an her alanda onları yalanlamakta olduğu halde hatalar üzerinde ısrarcı olmak gönüllerine hoş geliyor olmalı…
Allah Kur’an’ı insanları uyarmak suretiyle uyandırmak için gönderdiğini söyler fakat insanlar Kur’an’ı uyumak için dinler. Uyarması ve düşüncelere sevk etmesi gereken Kur’an, bir araştırma kitabı gibi okunmalıdır.
Günümüzde Kur’an melodik olarak en güzel kim seslendirir yarışmalarında, en güzel sesli hafızların şiir kitabı oldu. Kur’an’a yapılan bu saygısızlıklar Araf Suresi 162 ayetinde belirttiği gibi, belki de bir azabı davet eder. Kur’an’ın yasakladığı Kur’an’a uygunsuz ne tür aksilik varsa inadına yapılmaktadır.
_ Madalyonun bir de öbür yüzü var. Yanlış başlangıç yanlış sonuçla biter. Aksi düşünülemez…
Çok uzatmadan şunu da belirteyim. Kur’an kendisinin Arapça indirildiğini belirtiyor. Günümüz Mushafları ise noktalamalar sebebiyle başka dillere eğriliyor.
Kur’an’dan doğru bilgiyi almak isteyen birinin yapması gereken ilk şey, Kur’an üzerindeki gölgelemeler dediğimiz noktalama işaretlerini kaldırması olmalıdır. Saf haliyle gördüğü ayetler üzerinde yoğunlaşarak bilgi çıkartmak olmalıdır.
Sözcükleri ilk haliyle en saf biçimde, Yaratıcının sesinden ilk döküldüğü haliyle okumaya, üzerinde yoğunlaşmaya, düşünmeye ve anlamaya çalışmalıdır. Böyle bir hal içinde, Kur’an’a nasıl bakılması gerektiği hususunda bu çalışma umarım bir örnek olur.
Efendim Kur’an’ın bünyesinde neler gizli neler… Mesela “DNA” sözcüğü gibi.
“Nükleik asit” (deoksiribonükleik asit) ifadesinin, “DNA” olarak tanımlanması MS 20. yüzyılda ortaya çıkmış bir sözcüktür diye bilinir. Öylemi? Bakınız “DNA” sözcüğü ilkin nerede kullanılmıştır.
Bakara S. 87 Ve Andolsun Musa’ya o kitabı verdik ve arkasından birtakım elçiler ile de teyit ettik. Meryem oğlu İsa’ya ise apaçık mucizeler verdik. Üstelik onu dna’ ya yaşam veren kutsal nefes ile destekledik. Siz, arzularınıza göre hareket etmeyen her Elçiye kafa mı tutacaksınız? Onurunuza dokunduğu için onların bir kısmına yalancı diyecek bir kısmını da katledeceksiniz öyle mi?
Arapçasında وايدناه بروح القدس olarak geçen fonetik olarak ‘vaydnâhu birûh alguds’ olarak seslendirilen sözcükler, dikkatli bakıldığında şaşırtıcıdır. Sözcükler hece hece incelendiğinde “ey-dna-hu” ifadesini seslendirdiği görülmektedir. “DNA” ya nüfuz eden seslenme anlamına gelen bu anlatımın, Hz. İsa’nın ölüleri diriltme esnasında söylendiğini görüyoruz.
Evet, biz modern insana göre dna sözcüğü MS 20. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Oysa bu söz ilkin Kur’an’da seslendirilmiştir. Üstelik Hz. Muhammed’ ten çok önceleri yaşayan Hz. İsa zamanında, “İsa’nın ölüleri diriltmesi” mucizesinde geçer. Bakara Suresi 87 ayeti tıp bilimi ile ele alınması gereken İlahi bir öğreti içeriyor! 19 hertz ya da katlarının, örnek 38, 57, 76 vb. ses frekansı ile DNA’ya müdahale edilebileceğinin sırrı bu ayette veriliyor olabilir.
Para sermayesinin guguk kuşu olmuş sahte tarihçiler ve onların yemlediği bazı yakasız gömlekliler, Kur’an’daki mevzuların üzerini kapatmak için çok ciddi çaba harcamaktadır. Siz de üzeri kapatılmak istenen gerçek örneklerden birisiniz. Hakkınızda yapılan tüm o kara propagandalar, birtakım hakikatleri gizlemeye çalışmaktan başka bir şey değildir.
Tarihteki size onlarca Tanrı bile isnat ettiler. Sizin her birine ayrı ayrı tapındığınız onlarca tanrınız varmış.
Tarihteki sizin kâfir olduğunuza inananlar, Kur’an’daki size tek tanrıcı olarak inanıyor.
_ Bu çok komik.
İşte bunun sebebi, Kur’an’ın yol göstericiliği yerine uydurulmuş sözleri tercih etmek sebep olmaktadır. Birilerine “Hadis diye bir şey yoktur, zaten olamaz!” dediğimiz zaman diyorlar ki; “Hadisler olmazsa Kur’an’ı nasıl anlayacaksınız?” Bu soruya,
Ali İmran Suresi 79 ayetine ek yine başka bir ayetle cevap veriyorum; Enam Suresi 114; “Allah size açıklanmış bir şekilde Kitap indirmişken O’ndan hariç başkasının hakemliğini mi isteyeceğim!” Kendilerine Kitap vermiş olduklarımız onun Rabbin tarafından hakikatler üzere indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma!
Benim şüphem yok.
Ayet budur. Şimdi ben alacağım kararlarda Kur’an gibi açıklanmış bir kitap varken, karar merci olarak Allah’tan başka kimin sözüne inanabilirim?
_ Hiç kimsenin!
Az evvelki Enam S. 114. ayet, 114 sureden oluşan Kur’an’ı anlama çalışmasında kendisinden başka hiçbir kaynağın kabul edilmeyeceğini 114 sayısı ile işaretleyerek tartışmaya dahi açık bırakmaz! 6×19=114
Hep dikkat etmişimdir. İnsanlara Ayet ve hadis arasında seçim sunulduğunda ekseriyeti hadisleri yani Hz. Muhammed’i tercih ediyor. Onlara göre Allah kesinlikle Hz. Muhammed’den sonra gelir. Bu ispatlıdır.
_ Demek benim için öyle düşünüyorlar. Dilin kemiği yok ki kırasın… Tanrılar mevzusu açılırsa bir iki açıklama yaparız. Takdir edilesi bir mücadeleye girişmişsin. Çok dikkatli ve titizsin.
Peki, bu röportaj da senin maceran olsun. Yaratıcıya doğru soruyu sorarsan doğru cevap alırsın. Meşakkatli bir çalışma olacak.
Bilmelisin ki bilginin anahtarı doğru soruyu sormaktır. Hadi devam et görelim…
Kıssanızı bize taşıyan 18 ayeti buraya alacağım ve Zülkarneyn’i, kara deliğe çekilmekten kurtarıp tarihteki ismi ile yeryüzünde gezdireceğim. Artık başlayalım.
***
Sahteliklerden Allah’a sığındım.
Besleyen Koruyan Allah’ın Adıyla.
Kehf 83: Sana Zülkarneyn’i soruyorlar. De ki: Oturun da size ondan bir kesit okuyayım.
_ Görüyorsun şöhret böyle bir şey, şahsımı merak edenler binlerce senedir varlar. Peki, sana beni soranlar oldu mu?
Evet oldu.
_ Güzel, demek ki anlatma sırası sende, bakalım ne farkın varmış…
*Kehf 84: Biz onu, yeryüzünde herkesçe bilinen bir mekânı yamatmak için iz peşinde yürütüp sorunlar çözdürdük.
_ Çok enteresan bir çeviri, daha önce hiç duyulmayan bir seslenme bu! Lütfen devam et.
Ayet sizin göklerde uzayda değil! Henüz kıssa başlar başlamaz yeryüzünde olduğunuzu açıkça seslendirir.
Ayete rağmen ben sizi yeryüzünden alıp göklerde nasıl uçurayım? Allah bana böyle bir yanlışın hesabını sormaz diye ümit mi edeyim?
Ayet yeryüzü coğrafyasında bulunan bir mekânın kaplamasını size yaptırmak için “bir şeyin” izini sürdürdüğünüzü belirtiyor. O işi yapabilmek için bir şeye belki bir eşyaya ihtiyacınız olduğunu düşünüyordunuz. Efendim neyin izini sürüyordunuz?
_ Merak mı ettin? Benim için çok önemli olduğunu düşündüğüm bir şeyin izini sürdüm. Muhtemelen biliyorsundur.
Çok iyi tahmindi efendim. İzini sürdüğünüz şeyin ardında bıraktığı hatırasını o an gideceğiniz yerde görmeyi umut ediyordunuz. Aradığınız nesne sizden çok önceleri yaşanmış bir olaya karışmıştı ve siz de o şeyin geride bıraktığı oluşumun bulunduğu yeri arıyordunuz. O yeri bulursanız aradığınız şeye bir adım daha yaklaşmış olacaktınız. Bunun yanında ayetten bir takım olaylarla yüzleşeceğinizi anlıyoruz.
Efendim anlaşılan gerçekten çok etkili bir kralmışsınız. Öyle olduğunuz için Allah sizi bir amaç uğrunda koşturarak yeryüzünde farklı sorunları da hallettirmiş. Macerayı sever miydiniz?
_ Hayır, ben maceraperest değilim. Öyle karanlık bir zamandan geçiyorduk ki krallık büyük bir değişimin içindeydi. Senelerimi krallığı kurtarmak için oradan oraya koşturarak harcadım. Halkımı huzurda tutmak için elimden geleni yaptım. Sen bunu konular aydınlandıkça göreceksin. Dikkatli olmaya devam et ve asla hayal kurma. Saf bilginin dışına çıkma! Sen uçarsan ben de uçarım ve uçurulmaktan yoruldum.
Zaman makinesi meselesi mi?
_ Süreyya yıldızına bağlanan at meselesi de var… Karadelik uzmanlığının yanında Dünya’nın etrafında atmosfer oluşturmak var. Ah unutuyordum! Dünya çekirdeğine girip reaktör çalıştırmak ta var.
Size yükledikleri bu özellikler ile sizi Allah ile kıyasladıklarının farkında mısınız? Akıl alır gibi değil… Oysa ayete göre Zülkarneyn, göksel bir taşıta binip galaksiler arası yolculuk yapan, karadeliğe çekilen güneşi izlerken, tehlikede olan gezegenin halklarından sorumlu değilmiş.
Ayette kendisine biçilen kumaş, yeryüzüdür. Misyonu ise yeryüzünde bir mekânın üzerine yama yapacak olmasıdır. Göklerde uçuşuyor olsaydı, “Biz onu göklerde ve yeryüzünde etkili kıldık” derdi.
_ Biliyorsun, şeyh uçmaz mürit uçururmuş. Şayet üzerimden yaptığın bu çalışmada Yaratıcının anlattıklarını aynen olduğu gibi yansıtabilirsen gerçek uçuş o olacak! Mutluluktan uçmak denir buna…
Allah’ın izniyle bunu başarabileceğime inancım tam ve evet efendim, o söz çok doğruymuş, şeyh uçmaz mürit uçururmuş. Kitapta net olarak belirtilmiştir ki, “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”
Eksik olmayacağına göre, ayete gökler ve gemi ifadesi koyulmamış demektir.
_ Nihayet ayaklarım yere bastı. Fakat biraz hamlamış gibiyim, sanırım bir tür uzay yorgunluğu…
Çok şakacısınız efendim. Ayaklarınız yere bastığına göre biz de sizi adım adım takip edelim. Yolculuk başlıyor…
*Kehf 85: O da bu sebep üzere iz sürmeye başladı.
Zülkarneyn’ in varmak istediği yere ulaşmak üzere yola çıktığını anlıyoruz. Yola çıktığı güzergâh, güneşin son ışıklarının görüldüğü batı yönüdür.
_ Batı mı?
Evet efendim batı,
_ Asya kıtası halkına göre mi? Amerika kıtası halkına göre mi? İngiltere halkına göre mi yoksa Avustralya halkına göre mi? Kime göre batı ve burası yeryüzünün neresi?
Buna dikkat çekmeniz çok yerinde oldu. Batı ama kime göre batı? Ya Kur’an ilk önce Amerika kıtasında indirilseydi fakat siz bu serüveni Asya kıtasında yaşamış olsaydınız? Ya da tam tersi siz bu serüveni Amerika kıtasında yaşamış olsaydınız fakat Kur’an Asya topraklarında inmiş olsaydı?
Amerika’dakiler neye göre, Asya’dakiler neye göre bu ayete yorum getirecekti? Doğal olarak kendi kıtalarında gelişen bir hadise sanıp öyle yorum getirirlerdi. Bu ise Nasreddin Hoca fıkrası gibi “ya tutarsa” mantığıdır. Bizim âlimler de aynen öyle yapmışlar.
Benim izlediğim yöntem öyle değil! Bir alttaki ayette sizin o anda hangi kıtanın batısına gittiğinizi, ülkesi de dâhil olmak üzere göstereceğim.
_ Hangi ülke olduğunu nasıl bilebildin ve bunu bize nasıl ispatlayacaksın?
Efendim şu ayeti ara sıra hatırlatacağım; “Biz kitapta hiçbir şey eksik bırakmadık.” Benim bu ayetten anladığım şey; ayakkabının hangi ayakla giyileceği değil, yemeği hangi elinle yemenin de değil. Kitabın bu ayetteki hedef kitlesi, yemeği temiz ellerle yenmesi gerektiğini bilenlerdir. Ayakkabılarını temiz olarak giyilmesi gerektiğini bilenlerdir.
Kur’an akıllı kişilere diyor ki; “Merak ettiğiniz bilginin kaydı Kur’an kitabında detaylıca mevcuttur.” Kur’an saygılı olan zeki kimselere sesleniyor.
Ve evet efendim, Kur’an’da Zülkarneyn’ in hangi ülkeye gittiğinin bilgisi net olarak verilmektedir. İzninizle göstereyim.
_ İnan bu çok tuhaf hissettiriyor. Neyse hadi izah et bakalım…
*Kehf 86: Nihayet günbatımında ulaştı ve orada çamura batmakta olan bulanık bir göz keşfetti. Ve hemen oradaki milleti buldu. Dedik ki; Ey Zülkarneyn onları ister affet istersen cezalandır.
Efendim işte bu ayet tüm kıssanızın seyrini değiştiren ayettir. 86. Ayetin Kur’an’ı yorumlama çalışmaları esnasında bir grup tarafından lobi yapılarak bilinçli şekil de yanlış çevrildiğine inanıyorum. Bu inancımın ne denli doğru olduğuna herkesi tanık edeceğim!
Bu sizin 1. seferinizdi. Bundan önce kim bilir nerelerde neler yaşadınız? Hayatınızın o bölümünü görebilmek için Kur’an’ın bize sizin hüküm sürdüğünüz tarihi göstermesini bekleyeceğiz. O tarih ortaya çıktığında burada anlatılanlardan önce başınızdan geçenleri de Kur’an’da anlatılanlar ile birleştireceğim.
Günümüzde televizyon ve sosyal medya programlarında, kendinden emin halde yorum yapan yorumcuların hayaller kurarak masallar diyarında gezmesine sebep olan bu ayettir. Sizi uçan kaçan bir bineğe bindirmelerinin sebebi de bu yanıltmayla başlar.
Efendim neden bu ayetin bilinçli olarak yanlış çevrildiğini bilmek istermisiniz? Gerçi hepsi yanlış çevrilmiştir fakat kilit ayet budur.
_ Tabi isterim ve bu sadece benimle ilgili de değil, herkesin meselesidir.
Efendim kendilerini tüm insanların efendisi ilan eden bir millet var. Bunlar ve bunlara bağlı bazı sözde tarihçiler, Kur’an’ın tarih bildirisini el birlik kararttılar. Kur’an’a ve Allah’a karşı açıktan savaş halinde olan bu milletin “bir kesimi” şeytanın bizzat kendisidir.
Bazı şeylere çok dikkat ederim. Mesela sosyal medyada vb. platformlarda hakarete uğrayan tek kitap Kur’an kitabıdır. Kur’an’a akıl almaz derecede yapılan saldırılar Tevrat’a ve İncil’e yapılmaz. Bu çok dikkat çekicidir. Durum böyle olunca aklıma bir soru geliyor!
_ Diğer kitaplara yapılmayan saldırı Kur’an’a yapılıyorsa bu işin arkasında mutlaka o kitapların savunucuları vardır. Birde geri zekâlılar var tabi…
Evet efendim aynen öyle. Ve böyle düşünmek için sağlam bir gerekçem var ve gerçekçi olmak budur. İşte bu şeytani yapılanma, Kur’an’ın tarih kaydını gizlice karartmaktadır. Kendi elamanlarını bazı sosyal medya sayfalarında ve video içerikler yüklenen platformlarda para ile çalıştırmaktadır.
Milletimiz kendisiyle nasıl dalga geçildiğinin kesinlikle farkında değildir. Kur’an’a saldırının arkasında olan bu altın ve petrol sermayesinin patronları, sizin dünya üzerinde gezmiş olduğunuz toprakları, senelerce gece gündüz mücadele ederek inşa ettiğiniz emeklerinizi yüzyıllar içerisinde kararttılar. Tabi ki bu yetmezdi. Sizi de görünmez ve bilinmez yapmak lazımdı. Bunun için bin sene evvel çarpıtılmış ayetler zaten hazırdı. Mesele bu zokayı Türklere kimim yedireceğiydi. Meğer onlar da hazırmış…
Türkçe konuşan bu kimselerin programlarını izlerken iki gözüm iki çeşme sizin yörünge dışına çıkışınızı dinledik… Ve siz bu halde uzaya doğru seyrederken onlar dediler ki; “Bu aslında eski bir öğreti, bunları biz uydurmadık, biz sadece modern bir bakış açısıyla yeniden yorumluyoruz.” Tombala…
Kur’an’daki Zülkarneyn’ i tarihte karartanlar, Türklerin diliyle onu uzaya gönderdi ve Zülkarneyn bir daha geri gelemedi.
Meydanı böyle bir hile ile boşaltan düzenbazlar, tarihte kendilerini koruyup kollayan bir kralı Zülkarneyn ilan ederek Zülkarneyn şöhretiyle onu onure ettiler.
Hem size atfedilen şöhreti çaldılar hem Kur’an’ın tarih bildirisini kararttılar bizi de Zülkarneyn’ siz bıraktılar.
_ İşte buna çok kızdım! Bir şansım daha olursa onlara azap edeceğim. Lütfen devam et.
Efendim merak etmeyin azap etme hakkınız size verilecek. Üzerinde 19 olan ateşin muhafızları…
Sizi araştırma çabasında Kur’an’a uyduğunu sanan fakat Kur’an’dan fersah fersah uzakta olan Müslüman görünümlü üç tip var.
Bunlardan ilki ve en cahil olanları gerçekten biz Türkleriz. Türkler sizi karadelik uzmanı olarak uzaya gönderince meydan boşaldı. Meydan hiç yiğit siz kalır mı? Hop bir baktık ikinci ve üçüncü tipler meydana adamlarını çıkarttı.
Bunlardan bir kısmı Zülkarneyn Büyük İskender’dir dedi. Böylelikle Hristiyanların Zülkarneyn’i var oldu.
Diğerleri ise “olmaz öyle saçma şey” Zülkarneyn 2. Kiros’ tur dediler ve Yahudilerin Zülkarneyn’i var oldu.
_ Her üç grup da kullanıldığının farkında olmayabilir. Sebebi ayetin bilinçli olarak yanlış çevrilmesi olamaz mı?
Evet efendim içlerinde gerçekten kullanıldıklarını bilmeyen vardır. Fakat hiç nazik olmayacağım. Kullanılıyor olmaları onları masum yapmaz. Ellerinde hiç kimsede olmayan eşsiz bir rehber varken birilerine alet olmaları onları daha da suçlu yapar. Hiç nazik olmayacağım, çünkü onlar bana ait Zülkarneyn’ i el birlik yok etme çalışmasına ortak oldular. Böylelikle diğerleri bu boşluğu fırsata çevirip başkalarını Zülkarneyn ilan etti. Sözde masum bu Müslümanlar, ekranlarda hilecilerin dili olup onlara yardımcı oldu. Masum değiller efendim hepsi suçludur.
_ Neden “bana ait olan Zülkarneyn” dedin?
Efendim siz Kur’an’daki Zülkarneyn’ siniz. Neden böyle dediğimi zamanı gelince ben demeden siz anlayacaksınız. Sizi onların zehirli dillerinden sakınırım. Bakınız onların yalanlarını boğazlarından içeriye nasıl da geri tıkayacağım.
Ayette; حمئة (Çamura) تغرب (batan) عين حمئة (bulanık bir göz) ifadeleri net olarak verilmiştir. Ayet üzerine yapılan güncel söyleşileri dinledim ve en eski kayıtlara kadar taradım. Kabul gören çeviri, Güneş’i kara balçıklı bir gözeye batırmak olmuş. Böyle saçma cümle mi olur diye düşünmeyen günümüz âlimleri, ayeti ilkin yanlış çevirenlere sadakat gösterircesine yanlış tercüme etmeye devam ettiler.
_ Ve böylece yanlış başlangıcın yanlış sonuç getirmesi kaçınılmaz olmuş.
Evet. Sonra buna mukabil herkes kafasına göre, güneşi karadeliğin yuttuğunu, Zülkarneyn’ in karadeliğe sürüklenen gezegendeki halkı kurtardığını, tayyi zaman tayyi mekân yaptığını, bir çeşit zaman ayarlı gemi kullandığını, zaman gezgini olduğunu vb. bir sürü saçma sapan yörüngeden fırlamış hayali sohbetler dinliyoruz. Milyon takipçi listeleri olan kelli felli kimselerin, sizin için programlarına attığı birkaç başlığı sizinle paylaşmak isterim.
_Tabi neden olmasın. Neymiş o tanıtım başlıkları?
“Zülkarneyn aslında kimdi?”
_ Kimmiş peki?
Zülkarneyn aslında bir zaman yolcusuymuş.
_ Hiç şaşırmadım. Başka?
“Zülkarneyn aslında kimdi?”
_ Bu başlık ilkinden daha etkili gibi, kimmiş peki?
Zülkarneyn aslında başka bir galaksiden Dünya’daki görev yerine gelmiş bir uzaylıdır.
_ Yine şaşırmadım. Başka?
“Zülkarneyn aslında kimdi?”
_Yine mi aynı başlık?
Evet, ben de buna hiç şaşırmadım.
_ Ee onlar ne dedi?
Aslında Zülkarneyn ile Hızır birer zaman yolcusudur ve ikisi de aynı sistemin adamıdır. Zülkarneyn liderdir Hızır da onun emirlerini uygulayan kişidir. Hızır’la siz görevden göreve atlama yaparken, bu arkadaş öyle sanıyorum ki sizin haritacınızdı.
“Zülkarneyn aslında kimdi?”
_ Ah ciddi olamazsın! Kimmiş peki?
Zülkarneyn Büyük İskender’miş, Yecüc Mecüc ise onun iki kötü yanıymış.
_ Sanki bu en saçma olanıydı.
“Zülkarneyn aslında kimdi?”
_ Ben hariç herkes olabilir.
Bunu hiç beklemiyordum efendim. Güldürdünüz…
_ Onlar ne dedi?
Aslında Zülkarneyn 2. Kiros’ muş.
Hepsi birbirinden saçma efendim. Meseleyi nereye getirmek istediğimi açıklayayım. Hristiyanların (Batının) Zülkarneyn’ i Büyük İskender oldu. Sami Irkını oluşturan Yahudilerin ve Arapların Zülkarneyn’i ise 2. Kiros oldu. Müslüman Türklerin Zülkarneyn’ i, aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. O şimdi uzay askeri.
Bakın efendim gördünüz mü? Her iki grubun Zülkarneyn’i var. Ama bizim için siz yoksunuz. Asla ispat edemeyeceğimiz bir uzaylısınız ve siz hiç kimsesiniz.
Benim olan sizi yok ettiler efendim. Dikkat ettiniz mi? Birtakım kimseler sizi yok ederken, birtakım kimseler yerinize birilerini atadılar. Yokluğunuzda Büyük İskender ve 2. Kiros tahtınızı paylaşıyor.
Zülkarneyn kimliğini aralarında bölüştüler. Her ikisinin de boynuzları olan hatıraları var fakat boynuzlar boğa boynuzu değil koçboynuzu.
Böyle işte. Bir varmış bir yokmuş, aslında şuymuş buymuş, koç gibi adammış, koç gibi vuruşuyormuş,
Bu sebeple Zülkarneyn Büyük İskender’ miş. Sizi gidi söz cambazları. Allah’ın anlattığı o adam Büyük İskender mi yani?
Kur’an kitabı Alexander adlı bu kişiyi mi anlatıyor?
Büyük İskender. Küçük Koç…
2. Kiros daha çok koyun gibi.
Ayetleri bile isteye çarpıttılar. Kur’an kitabı için denir ki “biz kitabı kolay anlaşılır biçimde tasarladık” böyle dediği halde, neden Kur’an insanlara yardımcı olmuyor? İslam âlemi neden ilerleyemiyor? Çünkü Allah’ın değil sahtekârların yönlendirmesini tercih ediyorlar. O sebeple şeytanın (sahtekârların) çarpmış olduğu gibi kalkıyorlar…
Birileri Kur’an anlaşılmasın diye öyle çırpınıyor ki bu uğurda öyle bir sermaye harcıyor ki akıllara zarar.
Zülkarneyn Büyük İskender’miş. Yersen,
Zülkarneyn 2. Kiros’ muş. Yersen, yemezler!
Kur’an’ın tarih bildirisine çekilen örtüyü kaldıralım.
_ Peki, sen nasıl yorumladın ayeti ve bu bulanık göz nedir?
Efendim ayeti onlar gibi çevirince Zülkarneyn asla bir yere varamazdı. Sizin de belirttiğiniz gibi, kime göre batı ve burası yeryüzünün neresi?
Ayette “güneşin battığı yer” demez! “Günbatımı” der. Daha ilk ayetlerde görmüştük ki Zülkarneyn, göklerde uzayda falan değil, yeryüzünde hâkimiyet verilmiş birisidir ki öbür türlüsü aklın almayacağı dünyanın etrafında bir dönme dolaptır.
_Güneş kaç Zülkarneyn yakala.
Gerçek böyle olunca Güneş’in kara balçığa batması da oldukça manasız bir cümle olarak kalır. Ayette, Zülkarneyn’ in gittiği yerde güneş kara balçığa batmıyor! Ayet sizin vardığınız yere günbatımında, akşam üzere vardığınızı söylüyor.
_ Güzel, peki ilk seferim nereye idi?
Bahsi geçen yer, Afrika kıtasının batısında kalan “Moritanya” ülkesidir.
_ Dur, ne? Bir daha söyler misin neresi dedin?
Efendim ilk sefere çıktığınız vakit gittiğiniz ülke, Afrika kıtasının batısında kalan Moritanya ülkesidir. İlk durağınız Moritanya idi.
_ Tamam tamam, bir an tansiyonum oynadı şaşkınlığa uğradım. Demek Moritanya, neye dayanarak orası diyorsun?
Efendim çünkü tüm yeryüzünde sadece Afrika kıtasının batısında yer alan Moritanya ülkesine ait son derece gizemli, son derece özel ve gerçekten güzel bir şey vardır. Batı yönünde Atlas okyanusuna kıyısı olan Moritanya’ ya günbatımında ulaştınız ve aradığınız yeri bulmuştunuz.
Günün son ışıkları kaybolmadan önce tam gözün üzerindeki tepeden gördüğünüz şey gerçekten büyüleyiciydi. Siz o anda hâkim yerden “Sahranın Gözü” adlı gizemli oluşumu izliyordunuz.
_ Kur’an’da Sahranın Gözünün mevcut bulanık haliyle detaylı olarak anılması muazzam bir tarif. Bu tespitin gerçekten muhteşem. Kur’an’ın onu böyle olduğu gibi detaylı vermesi çok etkileyici, biraz heyecan yaptım fakat benim için onun önemini bilsen hak verirdin. Demek Kur’an’da olduğu gibi, bulanık bir göz olarak geçiyor…
Neden bu kadar heyecan yaptığınızı biliyorum.
_ Bu muhteşemdi gerçekten etkilendim. Kur’an’ın onu böyle olduğu gibi belirtmesi beni adım adım takip edip bulman için olabilir mi?
Bu doğru. Sizi bulabilmek için adım adım takip etmem gereken bu adımlar, babalarına kavuşmak isteyen “Hansel ve Gretel” in zorlu hikâyesi gibidir.
Tüm zorluklara rağmen, tüm sahtekârların söz birliğine rağmen ve tüm karartmalara rağmen emin adımlarla size yaklaşıyorum.
Bu adımlar sizin tarihte nerelere gittiğinizi bulup anlatmam, yeryüzünde bir mekâna nasıl kaplama yaptığınızı görüp anlatmam, isminizi ölümsüzler listesine nasıl yazdırdığınızı gösterebilmem ve tarihi karakterinizi bulup ispat etmem için Kur’an’ın bana açtığı tarih kayıtlarıdır.
Sahranın Gözünü ilk fark ettiğimde yaşadığım o güzel duyguyu, Sahranın Gözünü gördüğünüz o anda sizin de yaşadığınızı düşünüyorum. Şunu söyleyebilir miyiz?
Nasıl ki ben sizi ararken önce Sahranın Gözünü bulmam gerekiyorsa, Zülkarneyn’ in de aradığı şeyi bulabilmesi için Sahranın Gözünü bulması gerekiyordu.
Aradığınız şeyin Sahra Çölünde bıraktığı izi olduğu gibi buldunuz fakat siz oraya sadece bunun için gitmediniz. Aynı zamanda başka bir sorunu halletmek gibi bir planınız da vardı. Çünkü size Moritanya’dan bir nota verilmişti, başları dertteydi. Böylece kendi krallığınızdan tam teşekküllü bir orduyla yola çıktınız. Siz oraya Kralların Kralı unvanıyla yargı dağıtmaya gitmiştiniz. Böyle olduğu bir alttaki ayette size yargı hakkı verilmesinden anlaşılıyor.
_ Bu tespitler gayet başarılı. Peki, oraya neden gittiğimi neyi aradığımı söyler misin? Önce bize Sahranın Gözünü göster. Sonra cevaplarsın.
Tabi bu orijinal görüntüsü.
Bunlar da renklendirilmiş görüntüler.
_ Büyüleyici değil mi?
Evet, insanı şaşırttığına hiç şüphe yok.
_ Sence neden bu kadar muntazam bir kaş ve göz yapısı oluştu? Tabi ki bazı açıklamalar yapanlar vardır. Onları boş verin. Fakat şunu hissedin! Neden bu kadar muntazam halde bir kaşa ve göze benziyor? Sebebi ne? Bunun manası nedir? Bu oluşum hakkında bir fikrin var mı?
Var efendim. Fakat bu fikrim kayıt dışı olsun. Ben onun rast gele bu şekli aldığını düşünmüyorum. Hadi göz oluştu diyelim, kaşa uygun bir yerde yuvalanıp oluşması nasıl açıklanabilir? hadi oda oldu diyelim, nasıl bu kadar muazzam uygun düşebilir? Herkesin aklına uzaylılar gelecektir. Temin ederim uzaylıların yaptığı bir şey değil.
Efendim o göz, darbe etkili çok güçlü bir hadise ile bilinçli halde meydana gelmiş olmalı. Çok büyük bir kuvvetin denetiminde o coğrafyanın toprağında bırakılan bir eser olduğuna inanıyorum.
Onun bize bir göz şekli ile görünmesi bir planın parçasıdır. Kısmet olursa onunda dosyasını hazırlıyorum. Filmlere konu olacak bir izlenim… “Her şeyi gören kapaksız tek göz” Aradığınız şeyin gücünü tarif etmeye çalıştım.
_ Fikrin için teşekkür ederim ve tamam bu kayıt dışı. Ama şimdilik… Konuya dönecek olursak, Moritanya’nın doğru yer olduğunu gösterdin ama nasıl ispatlayabilirsin? Anlattığın şeyler daha önce hiç duyulmamış bilgilerdir. Ciddiyetin farkındasın değil mi?
İspat, inkâr edilmesini anlamsız kılan delil demektir. Hani şu alış veriş meselesinde verdiğin örnek gibi. Aksi takdirde biri kalkıp “Bu senin hayal ürünün, buna neden inanayım?” derse ona ne diyebilirsin?
Bize Kur’an’ın sözlü olarak anlattığını, sayısal olarak da doğrula. Yaratıcının sözlerinin sayısal olarak nasıl kodlandığını, sözlerinin sayı ile nasıl ispatlanacağını göster.
Tabi ki efendim. Yalnız bu kadar bilgi bile birileri için son derece yeterli olabilir. Böylece de inanabiliriz hiç mahsuru yok ve doğru söze inanmış oluruz. Fakat dosdoğru olan o türlüsü değildir!
“Doğru” sözcüğü her mesele için üç kısımda toplanır.
Bir şeyin doğru olduğunu zannedenler vardır. ß İspatı olmayanlar, şüpheliler.
Bir şeyin doğru olduğuna ikna olanlar vardır. ß İspatı yeterli görenler, inananlar.
Bir şeyin dosdoğru olduğunu bilenler vardır. ß Ellerinde belgesi olanlar, bilenler.
Bilenlerin ne şüphe ile nede inanç ile hiç bir ilişiği kalmaz! Onlar artık bilmektedir.
Dosdoğru olan geliyor.
Efendim sizin o anda bulunduğunuz coğrafi bölgenin koordinatları, 18. Kehf suresinin Zülkarneyn kıssasından ortaya çıkan 18 ve 19 sayılarına kodludur. Ayetler sizin o anda nerede olduğunuzu “GPS” gibi belirtirken, Moritanya toprakları da sizin orada bulunduğunuzu kabul etmektedir. Kitabın bilgisi ve görselin varlığı bir elmanın iki yarısı gibidir. Buyurun Moritanya’nın koordinatları.
Moritanya’nın koordinatları: 18°09′K 15°58′B dır.
1+8+9= 18 _ 1+5+5+8= 19
1+8+1+9= 19 Üzerinde 19 vardır.
Koordinatları üst üste toplarsam yine; 1809+1558= 3.367 3+3+6+7 = 19’ dur. Üzerinde 19 vardır.
Odak sayımız olan 18, tespit ettiğimiz ülkenin 18’i ile denklemini verip 19 sayısı ile ölçülendirip onaylamıştır. İlk durağınızın Moritanya olduğu hem sözlü, hem görsel, hem de sayısal olarak dosdoğru belgelenmiştir. BU TESPİT 1
Efendim sizin durumunuzu bir çeşit yapboza benzetiyorum. Allah yapmış ve Kur’an’da toplamış, kullar ise bozmuş. Yapbozun ilk parçasını yerli yerine koyduk…
_Güzel benzetmeydi. Umulur ki tüm parçalar doğru yerlerine gelsin. Moritanya’nın ilk durak olduğu hususunda Sahranın Gözünü bulman yetmiyormuş gibi, Moritanya’nın koordinatları da iddianın doğruluğunu teyit etmektedir. Çok etkilendim, iddianı doğruladın. Moritanya ilk duraktı. Yaratıcı çok enteresan bir zekâ…
Evet efendim Yaratıcı gerçek matematikçi ve muhteşem bir senarist. O muhteşem senaryoda daha neler neler çıkacak göreceksiniz. Kur’an’da 72. surenin 28. Ayetinde derki: “O her şeyi sayıyla hesap etmiştir”.
Allah’ın her şeyi sayıyla hesaplamıştır sözünü test etmeye devam edeceğiz. Sonraki durakta buluşalım.
_Her şeyin sayı ile hesaplanması… Bir Yaratıcının ellerinde nasıl da etkili duruyor… Sure ve Ayet numarasına dikkat ettin mi?
_ 7+2+2+8= 19 çok ilginç değil mi? O ayeti dahi 19 sayısıyla kodlamış. Ayetin numaralandırması ile 19 sayısının önemine vurgu yapıyor. Bu vesile ile her şeyi sayıyla hesap etmiştir sözünün hesaplı gerçeğini örneklendiriyor. Sonra?
*Kehf 87: O da dedi ki: Haksızlık yapanlar herkimse onları cezalandıracağız. Sonra Yaratıcısına geri dönecek ve O da onu daha şiddetli bir azapla cezalandıracaktır.
Adalet anlayışınız takdire şayan efendim. Allah sizin adalet anlayışınıza binaen sizi oraya bir sebep üzere yola çıkarttı. Bu ayetten anladığım diğer şey sizin ileri tarihli bir söylem kullanmış olmanızdır. O haksızlık yapanlar her kimse o anda orada hazırda değiller. Sözlerinizden sizin onları arayıp bulacağınızı ve öyle cezalandıracağınız belli edilmekte. Sanıyorum o andan itibaren düşmanları bir dalga gibi temizleyerek ilerliyor olmalısınız.
_ Oğul, sana mana âleminin bir gerçeğini öğreteyim.
Bunu çok isterim efendim sizi dinliyorum.
_ Bil ki Allah mecbur edicidir.
Efendim bu çok bilgece bir söz. Benim için çok öğretici oldu bunu aklımdan hiç çıkartmayacağım. Teşekkür ederim. Birkaç ayette bu yaşadıklarınız şöyle tarif edilir. Allah insanların bir kısmıyla diğer kısmını def etmeseydi yeryüzünde düzen bozulurdu gibi,
Sizler bu uğurda Allah tarafından o anda kullanılıyordunuz. Şu an daha iyi anlıyorum efendim. Allah sizi çok büyük önemli bir şeye böyle hazırlıyordu. Buna mukabil size, eşsiz bir eser yaptırıp adınızı ölümsüzler listesine aldıracak.
Devam ediyorum,
*Kehf 88: Güven içinde olanlar haksızlık yapmayanlardır iyilikle ödüllendirilecektir. Biz onların sıkıntılarını buyruğumuzla hemen çözeriz.
Burada iyilikle ödüllendirilecektir sözünüzü onlara zarar vermemek olarak alıyorum. Bu da onlara iyiliğin kralı sayılır.
_ Gerçek liderlerin sinirleri çelik gibi olmalı. Kötülüğe karşılığı ile cevap verilir. İyilerin ise istedikleri adaleti sağlarsın ihtiyaçlarını karşılayıp işine bakarsın. Buyruğum haktır ve yerine getirilmesi gereken eylemlerle doludur. Sonra,
*Kehf 89: Bunun üzerine iz sürmeye devam etti.
*Kehf 90: Nihayet böylece gündoğumuna yetişti ve orada güneşe karşı kendilerine örtü yapmadığımız milleti buldu.
_ Bu 2. duraktı ve çok ilginçti. Bakalım burayı nasıl bulacaksın…
Gündoğumunda vardığınız bu yere Moritanya’da baş göstermiş sorunları çöze çöze geldiğinizi anlıyorum. Çünkü Zülkarneyn haksızlık yapanları cezalandırma ifadesinde, gelecek bir zaman dili kullanmıştı, “cezalandıra-cağız” demişti. Böylelikle siz vura vura ilerlediniz. Afrika ülkeleri arasında bir saldırganlık baş göstermiş olmalı.
Seferine bu halde devam eden Zülkarneyn’in belli bir güzergâh üzerinde ilerlediği ayetlerin ifadesinden anlaşılıyor. Kasırga gibi vura vura geldiği son ülke Güneş ile haşır neşir olan bir çöl toplumu olmalı ve tam burada savaşmaya bir son verdiniz.
Kehf 90 ayeti için yapılan çevirilerin geneli aynen şöyledir. Nihayet güneşin doğduğu yere varınca, kendilerini güneşten koruyacak hiçbir örtü yapmadığımız bir kavmin üzerine doğduğunu görmüştü.
Ayeti böyle tercüme ettikleri için, Zülkarneyn Asya Kıtasının doğusuna ilerlemiş gibi görünüyor. Fakat Asya kıtasının doğusu iki mantık hatası verir.
1- Burada coğrafi yapı çöl değildir aksine ormanlık dağlar vardır.
2- Orada soğuklardan ötürü çıplaklık söz konusu dahi edilemez.
Bunu fark eden birkaç kişi durumu kurtarmaya çalışmak üzere şöyle yorumluyor.
“O kadar doğuya değil, şimdiki Uygur Özerk Bölgesi civarlarına kadardır. Sebebi ise orası çöl arazisidir. Çünkü- Orada insanları güneşten koruyacak ormanlık dağlık arazi olmadığı gibi, vakti zamanında insanlar orada örtüsüz çıplak yaşardı,” diyorlar. Böyle bir yorum getirerek nasıl bu kadar rahat oluyorlar anlamak gerçekten zor. Nasıl bildi, nasıl hüküm verdi, acaba onlarla mı yaşadı?
_ Bu bakış açısı ilkinden daha büyük mantık hatası verir. Bu bakış açısı ayeti sizin gününüzden neshetmek demektir. Biliniz ki Yaratıcının sözü, şu anda kendisini okuyan her insan için, her an bilinebilecek bir şeyi anlatmalıdır ki Yaratıcı kendi ile çelişmesin.
Evet efendim çok doğru söylediniz. Yaratıcının sözüne bakarken tam anlamıyla gerçekçi olarak algılamalı. Ayete göre Zülkarneyn güneşin doğduğu yere değil, “gün doğumunda” bir yere vardığı belirtilir. Tıpkı Sahranın Gözü gerçeğindeki “gün batımı” ifadesi gibi.
Nasıl ki Sahranın gözüne varmak için geçirdiği günlerin sonunda akşam vaktiyse, bu ayette günler sonra vardığı ülkede ise gündoğumu vaktidir.
_ Bundan daha iyi bir izahı ancak at sırtında oraları seyahat edenler yapar. Ayetteki o çıplaklık hali günbegün, bugün dahi yaşanıyor olmalı. Hadi bakalım nereye gittiğimi nasıl bulacaksın…
Üstte ortaya çıkan gerçekler ışığında Zülkarneyn o anda Asya topraklarına gitmedi. Bu durumda Zülkarneyn o vakitler yine Afrika kıtasında ve o kıtanın başka bir ülkesine doğru yol aldı. Moritanya’dan ordusuyla yola çıkan Zülkarneyn, Afrika kıtasında halen yargı dağıtmaktaydı.
_ Hem detaycısın hem bütüncüsün. Tüm resme bakarken detayları da görmeye çalışıyorsun, bunu sevdim.
Teşekkür ederim efendim beğendiğinize sevindim. Moritanya’dan ayrılan Zülkarneyn’in günler sonra vardığı yer, ayete göre doğu gibi soğuk bir bölge olamaz! Ayete göre Zülkarneyn daha sıcak bir yere gitmiş olmalı.
Afrika’da ayetin tanımladığı gibi anadan üryan bir kavim olsa olsa daha sıcak bir bölgede yaşam süren millettir. Zülkarneyn Afrika kıtasının daha aşağısına inmiş olmalı.
_ Neden orası, orada ayetin kıstasını karşılayacak kimler var?
Afrika’nın güneyinde “Namibya” ülkesinde anadan doğma gezen bir halk var. Günümüzde Namibya’nın Himba halkı, tüm sene anadan doğma çıplak gezer ve bu olağan karşılanır. Ayetin kıstasını aynen olduğu gibi yansıtırlar. Zülkarneyn de onları aynen oldukları gibi görmüştür.
Ülkenin batısında bulunan ve ülkeye ismini veren Namib Çölünün yanı sıra doğu bölümünde Kalahari Çölü bulunmaktadır. Ülke genel olarak sıcak ve kuru bir iklime sahiptir. Subtropikal iklime sahip olan Namibya’nın çöl bölgelerinde sıcaklık yıl boyu hâkimdir. Orada bulunan yerli halkın adı Himba’ dır. Himbalar binlerce senedir Kuzey Namibya’da Kunene yöresinde yaşarlar ve çıplak gezerler.
Bu durum ise ayetle tam olarak örtüşmektedir.
_ Güneş altında anadan doğma geziyorlar. Kendi hayat görüşleri, biz onlara karışmadık. Haksızlık yapmadığı sürece hiç kimseye karışamazsın!
18. surenin 90. ayetinde anlatılan Himba halkı için bu bilgi yeterli mi?
_ Tabi ki değil,
Efendim hem orada olduğunuzu kabul ediyorsunuz hem de ispat et diyorsunuz.
_ Yaratıcının her şeyi sayı ile hesaplayıp tasarladığını ispatlamalısın.
Çok doğru.
Namibya koordinatlar: 23°G 18.4°D
2+3+1+8+4= 18’ dir. Bu doğru tespit bize, Kehf Suresinin odak sayısı olan 18 sayısına denklem verir.
Sizi binlerce senedir Asya’nın doğusuna sürgüne gönderdiler.
_ Uzaya gönderenlere nazaran bunlar daha mantıklıymış.
Oysa tam tersi siz halen batı topraklarındasınız ve Afrika kıtasında Moritanya ülkesinin daha güneyine inmişsiniz.
Bir atasözümüz var ama söylesem mi, saygısızlık olur mu bilemedim.
_ Atalar demişse doğru sözdür olduğu gibi söylemelisin.
Demişler ki; Kılavuzu karga olanın burnu leşten çıkmazmış.
_ Ciddi misin? Bu bizim de atalarımızın sözü! E sonra 19 ölçün nerede?
Koordinatları temsil eden sayıları olduğu gibi yan yana getirip tespit sayısı 18’ e bölersem sonuç,
23184/18= 1.288 dir. On sekizin kalansız bölünenidir. Toplananı ise ölçü sayımız olan 1+2+8+8 = 19’ dur. Üzerinde 19 vardır. Bu yapbozun 2. parçasıdır.
Namibya ülke sınır koordinatları: 1+1+1+6+4+2+5+8+2+9+6 = 45’ tir. Şayet ülke sınırlarından doğan 45 sayısına enlem ve boylamı koyarsam, 45+23+18+4= 90’ dır. Böylece 18. Surenin 90. Ayet numarasını da olduğu gibi görürüz. Allah’ın detaycılığına hayran kalmamak elde değil…
Ayette anadan üryan gezen Himba halkı ve Afrika coğrafyasında yaşadığı topraklar, odak sayımız 18’ e ve ölçü sayımız 19’ a denklemini verip sözel, görsel ve sayısal olarak belgelenmiştir. BU TESPİT 2
_ Çok iyi gidiyorsun. Böyle tespitler yapman beni çok umutlandırdı.
Teşekkür ederim efendim.
Zülkarneyn karşılaştığı şeyleri göz önünde bulundurunca, kendisinin Afrika kökenli biri olmadığını da anlamış bulunuyoruz. Afrika kökenli biri olsaydınız bunlara aşina biri olurdunuz. Eldeki verileri böyle okuyunca, ister istemez bir soru doğuyor.
_ Aklına gelen soru, Zülkarneyn’ in Afrika Kıtasına yaptığı seferin doğru başlangıç noktası tam olarak neresi?
Evet efendim. Konunun anlatıldığı hiçbir ayette ne yüzen ne de uçan olmak üzere gemiler ifadesi geçmez. Öyleyse Amerika kıtasından ya da deniz aşırı ülkelerden gelmiş olamazsınız.
Ortaya çıkan bilgiler ışığında aradığımız kahramanın Asya kökenli olduğunu, başkaları gibi ya tutarsa mantığı ile değil, Moritanya ve Namibya ülkesinin ortaya çıkması ile dosdoğru kesinleştirmiş bulunuyoruz. Fakat ben hangi ülkeden olduğunuzun peşindeyim.
_ Bulabilecek misin?
Evet bulacağım. Ülkenizi de bulacağım kim olduğunuzu da bulacağım. Siz yürüyeceksiniz ben adım adım takip edeceğim. Baskın basanındır.
_ Bu bir tehdit miydi?
Size karşı mı? Hayal dahi edemem efendim. Benimkisi lafın gelişiydi.
Efendim senelerdir kafamı kurcalayan en önemli karaktersiniz. Çok iyi hatırlıyorum. Bir Kur’an mealini ilk kez okumaya başladığım vakitler -tam 19 yaşımdaydım- sizinle olan bölüm beni çok derinden etkilemişti. Fakat çok eksikti. Konu tamamlanmıyordu ve ben sinir oluyordum.
Hani bir film izlersiniz fakat elektrikler ara ara kesilir de sahneleri kaçırırsınız.
O duyguyu o kadar iyi hatırlıyorum ki… Ben büyük bir iştahla okurken ailemden birkaç kişi sürekli konuşuyordu. Dikkatimi toplayıp eksiğin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Fakat nasıl anlayabilirdim? Yazan eksik yazmıştı. Seneler geçti öylece aklımda kaldınız…
Üzerinize yapılan çalışmalar, yorumlar, programlar, söyleşiler; hiçbiri tatmin edici değildi, hiçbiri ikna edici değildi. Uçuk kaçık basit sözcüklerle, dinleyenleri hayaller âleminde gezdirip hoşlarına gidecek sözler sarf ediyorlardı.
Adamın biri programda sizin Büyük İskender olduğunuzu öyle bir anlatıyordu ki, sanki sizinle at sürmüş gibiydi. Bir başkası sizin uzayda geçirdiğiniz zaman zarfında karadelik ile karşılaştığınızı ve dünyanın kara deliğe sürüklenen halkına yardım ettiğinizi iddia ediyordu. Bunları öyle bir anlatıyordu ki sanki geminin yedek kaptanı oymuş gibi.
Bir başkası, iki boyuta hükmetme yeteneği olan, zamanı eğip bükme teknolojisine sahip olduğunuzu anlatıyordu. Bir başkası kutuplara gittiğinizi, insanlığın hayatını tehlikeye atacak virüslerin üzerine buzdan set çektiğinizi anlatıyordu. Bir başkası yer altı âlemlerinde ruhlar bölgelerine seyahat ettiğinizi söylüyordu. Enteresan ki hepsi kendini bilimsel olarak yorum yapmakta olduğunu söylüyordu. Pek bilimsel konuşurlarmış…
İnsan bunca karmaşanın arasında ne yapsın?
_ Vay be, ben neymişim öyle! Olsun takma kafana, bak tüm bunlar senin için saklanmış. Vardır her şeyde bir hayır unuttun mu? Böyle devam et. Konumuza dönelim, peki Asya’nın hangi bölgesi, hangi zaman dilimi, hangi medeniyet? Asya en büyük kara parçasıdır, birçok medeniyet hüküm sürmüştür. Hangi zaman, hangi devlet ve ben kimim?
Önce kim olmadığınızı belirteyim. Devletiniz kısmına geleceğiz. En yakın adaylar olarak gösterilenler arasında, sizin de en başta belirttiğiniz gibi Büyük İskender ve II. Kiros olamazsınız. Hem onların hatıra ve kayıtlarında “komple bir dağı demirle kaplayıp, Yecüc ve Mecüc adlı kimseleri -altını çizerek belirtiyorum- dağın içine hapis etme gerçeği” yoktur.
Elmalılı M. Hamdi Yazır sizi araştırma çabaları sırasında, bazı kaynaklardan derlediği bu tür görüşleri eleştirmektedir ve seddin gerçekte var olan bir “dağ veya sıra dağlar” olabileceğine inanmaktadır. Elmalılı M. Hamdi Yazır gerçekten önemli bir kişiliktir. Bakış açısı olarak içlerinde en sağlam duruşlu o olduğu için adını anarak onure etmek istedim.
Kim olduğunuz ve eseriniz üzerine yapılan araştırmalarda hiçbir şekilde hem fikir olunamamıştır.
Kısacası set diye varsayılan ve üstte anılmayan daha farklı yapılar, o zamanın krallarının kendilerini hatırlatacak basit hatıralarıdır. Oysa ayetin anlattığı hakikat bambaşkadır! Kör müsünüz?
Kıssanın tamamı sizi temsil edecek olan yapının özelliği üzerine atfı, yeryüzüne ait DEV bir parça olduğunu söylemektedir.
_ Onu keşfedebilirsen bu söylediklerinin ne kadar anlamlı olduğuna herkesi tanık edeceksin. Lütfen devam et…
Gelelim Ergenekon destanına. Biz Türk ırkına ait olan bu destan bir farkla aslına sadık kalmıştır. Destanda sizi temsil eden “Tarıkhan” adlı bir kahraman vardır, bir demir ustası vardır, bir demir dağ vardır ve demir dağı eritecek kadar da odun vardır. Ayetlerde Yecüc Mecüc dağın içine hapis edilirken, bizim efsanede Türkler demir dağı eritip içinden çıkmıştır. Bu destan sadece bizde var. Acaba dağın içinden çıkmak deyimi, dağ işinin altından başarıyla çıkmak demek miydi de sonra sonra anlam kayması yaşadı… Kim bilir belki de öyledir. Ergenekon destanında konu aynı ama sonuç ters yüzdür. Fakat sadece bize ait bir destandır. Bu önemlidir. Ateş olmayan yerden duman tütmez derler…
_ Demir dağ kıyamete kadar aşılamayacağı Kur’an diliyle kesindir. Yecüc Mecüc’ ü hapis ettiğim dağ dimdik durmakta. Aksi olsaydı bu söyleşi de olamazdı. Belki de destanınız ters yüz edilmiştir. Belki buna zamanın getirdiği bir anlayış sebep olmuştur.
Evet efendim olabilir. Settin ne olduğunu bilemedikleri için nerede olduğunu bulamayan, Yecüc Mecüc’ e anlam veremeyen bir kesim de diyor ki, “Zülkarneyn kıssası Allah’ın misalen bir anlatısıdır. Allah bu kıssayla insanlara eğitici dersler ve öğüt dolu ilahi bir kurgu yapmıştır.”
_ Bak sen, demek ilahi komedya, hiç gülesim yoktu…
Ben Kur’an’ın içeriğine tam olarak şöyle inanıyorum. Kur’an kitabı olmamış bir şeyin mecazını yapmaz! Olmayan bir şeyi de bünyesinde barındırmaz. Bu son cümle kavrana bilinirse çok ciddi bir mesaj içermektedir! Kur’an kitabı olmayan bir şeyi bünyesinde barındırmaz. Kur’an’da yoksa asla sorumlu olmayacağınız bir takım davranışları hemen terk etmeli.
_ Anlam veremedikleri için daha ötesini göremiyorlar, bu sebeple Allah’ın masalları derler.
Bu ifade Nahl suresi 24. ayette geçer “Onlara, ‘Yaratıcınızın indirdiği şey nedir?’ diye sorulduğu zaman, ‘Öncekilerin masalları’ derler”. Biz ise Nahl suresinin 30. ayetindeki gibi, hakikatin bildirildiğine inanıyoruz, Zülkarneyn’ in şahsını bulmak için anlatılanları adım adım takip edeceğim.
_ Bunun için sana lazım olan, üstteki Sahranın Gözü ve çıplak Himba halkı gerçeği gibi, herkes tarafından bilinip gözler önünde duran, Kur’an’ın anlatım ruhuna uygun gerçek yapıyı göstermektir. Ayete dönelim. Anlat…
*Kehf 91: Orada kendisine gelen haber ile onu tamamen kuşatmıştık.
Ayetin ifade biçimine bakılırsa Zülkarneyn burada hayati bir meselenin haberini almış olmalı. Abluka altına alınmanızdan söz ediliyor. Bunu şöyle anlıyorum, sizin yokluğunuzdan doğan boşluğu fırsat bilen birileri muhtemelen ülkenize baskın yaptı.
Ayetin numarası bana bu haberin çok önemli olduğunu ima ediyor.
Sure 18 Ayet 91, 1+8+9+1= 19. Ve böylelikle siz tarihe damga vuracak olan büyük eserinize doğru çekilmeye başlandınız.
Bu ablukanın tarihi kaydını ileriki sayfalarda vereceğim.
Dediğiniz gibi efendim! Allah mecbur edicidir.
Namibya ülkesine varıncaya dek 90 bin kişilik ordunuzla birkaç ülkeyi cezalandırdınız. Belirteyim 90 bin, 18’in 50 katıdır. Her şey ilahi hesaplıdır!
Aldığınız o haber üzerine Namibya’dan acil koduyla hemen yola çıktınız. Aradığınız o şeyi burada da bulamadınız. Çünkü artık o sırra kadem basmıştı.
Kehf 92: Sonra bu gerekçe üzere yola çıktı.
_ Yolculuk biter yol bitmez. Bu 3. seferimiz. Bir şey sorayım. Sormazsam olmaz… Aradığım şeyin sen nerede olduğunu biliyor musun? Onu aratmadığım yer kalmadı diyebilirim.
Efendim bunu söyleyeceğim için gerçekten üzgünüm. Onu en kuytu köşeleri dahi arasanız da bulamazdınız. Çünkü o saklı bir yerde değildi. Aslında çok iyi bildiğiniz bir yerde. O göz hizasında gözler önünde duruyordu.
_ Gözler önünde ve göz hizasında mı? Bu bir bilmece… Cevabın için teşekkür ederim.
Rica ederim efendim.
Evet, sefer sayınız bununla 3 olacak ve çok acayip olacak! Hem de öyle böyle değil…
*Kehf 93: Nihayetinde iki gölün olduğu yere ulaştı ve onların etrafında bir topluluk buldu fakat neredeyse tek kelime dahi anlaşamıyorlar.
_ Bu kısmı heyecanla bekliyordum. Bakalım nasıl çözeceksin hatta çözebilecek misin?
Efendim ben dersimi çalıştım da geldim. Bir önceki ayette Afrika kıtasından acilen çıkış yapan Zülkarneyn, bu ayette iki göllerin olduğu coğrafyaya geldi.
Afrika kıtasından çıkarken yine gemi ya da gemiler ifadesi geçmez. Öyleyse Asya topraklarına at sırtında geri dönüş yolunu kullandınız.
_ Bunu bir görsel üzerinde göster.
Tabi ki buyurun görsel bu,
_ Ordularımı Himalaya sınırlarına kadar ilerletmeni beklemiyordum. Herhalde bir bildiğin var…
Evet efendim izah edeyim. Ayette geçen السدين (alsidiyn) sözcüğünün tam karşılığı “iki baraj / iki su kütlesi / iki göl” anlamlarına gelmektedir. Bu sözcüğe “iki seddin” arasına diye yapılan çeviriler, Zülkarneyn’in sefer amacı ile varmak istediği yeri görünmez yapmaktadır. Bakınız yine görünmez oldunuz. Yine tarihten silindiniz yine Dünya coğrafyasında at sürmediniz.
Fakat işte ayetler işte sonuçlar. Demek ki sorun Kur’an’da değil, demek ki sorun bende de değil. Sorun el birlik Kur’an’ın konu edindiği yaşanmış tarih anlatısını yok etme çalışmasıdır. Bu kadar saldırı altında Kur’an, her şeye rağmen tüm ışığını yaymaya devam etmektedir. Bakınız efendim size bununla ilgili bir ayet göstereyim.
Saff Suresi 8. Ayet. Onlar >ağızlarıyla< Allah’ın aydınlığını karartmak isterler. Kâfirler hoşlanmasa da Allah ışığını sonuna kadar sürdürecektir.
El birlik saflar halinde Kur’an’a saldırı yapılıyor. Böyle yapanlara karşı şu ayet akıbetlerini bildirmektedir. Biz onlara zulmetmedik fakat onlar kendilerine zalimlik yaptılar. İnsanlar kendi elleriyle kendi dilleriyle kendi kendilerine tuzak kurmaktadır.
Bizim adım adım elde ettiğimiz gerçekler üzerine şu anda yapacağımız şey, Zülkarneyn gibi >yanyana< olan iki gölü bulmak olmalı.
_ Fakat yan yana birçok göl, baraj tarzı oluşumlar vardır. Sen doğrusunu bulduğunu nereden bileceksin?
Bu çok doğru. Bunun için efsanelere konu olmuş yan yana iki göl tarzı oluşumları taradım ve onların ayetlere uyumlu olup olmadığını kontrol ettim.
_ Kendi tarzına uygun bir yer tespiti yaptın. Akıllıca…
Dünyada böyle bir yer sadece,
_ Ben söyleyeyim! Himalaya sıra dağlarının sınırları dolaylarında bulunmaktadır. Bak yine heyecan yaptım.
Anlaşılan doğru yerdeyiz. Bu iki göl hakkında yazılanları okuyunca çok şaşırdım. Daha önce keşfettiğimiz yerlerde anlatılanlar ilginç olmakla beraber günbegün, anbean var olan bilindik yerlerdi. Bu göller de aynı özelliğe sahip mihaddır. Hem çok ilginçtir hem de bilindik bir yerdedir. Fakat içeriği, ilginçliğin en üst seviyesindedir. Gerçekten bambaşkadır!
_ Öyle mi? Aradığın göllerin bu göller olduğuna emin gibisin. Ne kadar ilginçmiş anlat bakalım.
Evet efendim eminim. Onlarda olan sırrı Kur’an üzerinden keşfettiğimde kalbim yerinden fırlayıp önüme düşecek sandım. Açıklamalarına geçmeden önce bir görsel üzerinde görmek istermisiniz?
_ Evet isterim göster bakalım.
İki göller nokta atışı ile yine Kur’an’ın tarifidir.
Görselde bunu göreceksiniz.
_ Manasarovar ve Rakshastal gölleri, bu göller efsanelere konu olan göllerdir…
Manasarovar gölü tatlı ve durgun bir yapıya sahipmiş ve bünyesinde canlılar yaşarmış. Rakshastal gölü ise tuzlu ve dalgalı olup bünyesinde ölümü barındırırmış. Bu o kadar garip ki aynı bölgede olmalarına karşın tamamen farklılar. Sanskritçede parlak kristal anlamına gelen Tibet’in Kutsal Kailaş dağının hemen yanında bulunan bu gizemli iki göl,
_ İki zıt kutup gibi değil mi?
Evet bende öyle düşünmüştüm.
Birbirlerine her ne kadar yakın mesafede olsalar da Manasarovar Gölü sakin ve durgun bir yapıya sahipken, Rakshastal Gölü rüzgârlı ve dalgalı olurmuş. Bu iki göl çeşitli dini inanışlara göre de kendilerine has ruhsal özelliklere sahipmiş. Elbette ki tüm nesnelerin tüm oluşumların kendine has bir ruhu vardır. Fakat bunlara yüklenen ruhsal anlam bambaşka!
_ Bu inanışların geçmişten gelen tertemiz bir öğreti olduğunu göreceksin. O vakit neden onların inanışlarında böyle ruhsal özelliklere inandıklarını daha iyi kavrayacaksın.
Evet efendim bu göller üzerinde beklentim oldukça yüksek ve baş döndürücü. Ayette dikkat çeken son cümleyi alalım. Son cümle, “Neredeyse tek kelime dahi anlaşamıyorlar” demektedir. Göllerin ne olduğunu, nerede bulunduğunu görene kadar bu cümledeki laf anlamaz söz dinlemez tiplerin kim olduğunu, yeryüzünde kimi temsil ettiğini, nasıl bir millet ki anlaşmak bu kadar zor olabilir diye düşünür dururdum. Şaka gibi…
Zülkarneyn’ in iki göllerin olduğu yerde karşılaşıp anlaşmaya çalıştığı millet, Kailaş Dağı ve iki gölün sınırlarına hâkim olan Çinlilerdi.
_ Bu Çin milleti ilk karşılaşmamızdı. Öyle garip dilleri var ki, sanki sürekli aynı sözcüğü tekrarlıyor gibiler. Bu topraklara benden önce büyük babam gitmiş onun anılarından dinlemiştim. Bir gün onunla da röportaj yapmalısın.
Bunu bende çok isterim ve büyükbabamızın da dosyasını hazırlıyorum. Gerçekten muhteşem, gerçekten çok kudretli bir kralmış. Şimdiden belirteyim! Onunla yapacağımız röportajda herkes ters köşe olacak. Efendim büyükbabamız sizden daha çok mücadele etmiş.
_ Evet o öyleydi, gerçekten kıskanılası yüce bir adamdır. Onun gibisi bir daha gelmez. Büyükbabamız zamanın en büyük iki medeniyetine, tarihte en zor zamanları yaşatan kraldır. Nasıl ki sen benim adımlarımı izliyorsun ben de onun adımlarını izledim. Sen böyle bir benzerliğe ne dersin?
Ben böyle bir benzerliğe efendim, “atamızın izindeyiz” derdim.
_ Bu çok iyiydi. Doğru. Atamızın izindeyiz.
Çincenin zorluğu üzerine bir araştırma yaptım. Bu öyle karmaşık bir dil ki günümüzde filmlere dahi konu oluyor. “Ethnologue” verilerine göre toplamda 298 yaşayan/aktif dil konuşulmaktaymış. Çin ülkesine dil açısından böyle bakınca birbirine benzeyen onlarca farklı milletten oluşuyor gibiler. Acaba kendi aralarında bir türlü anlaşamadıkları için mi binlerce sene hanedan savaşları yaptılar? Böyle bir şey olması çok komik olurdu.
_ 298 aktif dille anlaşmak baya zor olmalı. Evet aslında baya komik olurdu. 2+9+8=19’ dur. Bunu da ben eklemiş olayım. Üzerinde 19 vardır.
Evet efendim dikkatiniz için teşekkür ederim. Bu iki göl tatlı (yaşam) ve tuzlu (ölüm) özellikleri tüm insanlığı sarsacak bilgiler içeriyor. Bu göllere sizden evvel büyükbabamız gitmişti. Onların başından geçen olayı kabaca resmedeyim ister misiniz?
_ Tabi çok isterim.
Büyükbabamız kafasına takılan bazı soruların yanıtı almak için çok özel birini arıyordu. Bakınız o birini arıyor ve siz bir şey arıyorsunuz, ben ise hepinizi arıyorum.
Büyükbabamız o kişiyi ararken, aynı zamanda arazinin de haritasını çıkartıp keşif yapıyordu. İşte sizin şu anda bu göllerin yanında bulunma sebebiniz büyükbabamızın vakti zamanında bu keşfi yapmış olmasıdır.
Aradığı kişinin izini bulabilmek için arazide uğrak yerleri ve en ücra yerleri teker teker taradılar. Biraz yorgunluk sonrası Manasarovar gölünün kenarında dinlenme molası verdiler. Bir yandan da o esnada yemeklik için balık tutmuşlardı ve balığı da kayanın üzerine koymuşlardı.
Geceyi uykuda geçirdiler kuşluk vakti kalktılar. Kayanın üzerindeki balığı yemek için hazırlamak istediler fakat balık göle düştü ve canlanıp kaçtı. İşte balığın düştüğü o göl, buradaki yaşam gölüydü.
_ Vay canına bunlar aynen büyük babamdan aktarılan sözler, gerçekten enteresan…
Ne dersiniz biz de o balık gibi yaşam gölüne atlasak mı? Yüzebilir miyiz?
_ Hiç teklif etmeyeceksin sanmıştım bu iyiydi. Tamam atlayalım. Şu andan itibaren konumuz acayipleşecek ve sonunda işlerin vardığı noktayı gördüğünde benim gibi şaşıracaksın. Bu kısmı fark edemezsin sanıyordum.
Fark ettim efendim. Ama bu fark ediş beni bilgilendirdiği kadar da şaşırttı. O iki göl Furkan Suresi 53 ayetinde belirtilen göllerdir.
Furkan Suresi 53: Ve O, biri tatlı ve susuzluğu giderici, diğeri tuzlu ve acı iki büyük su kütlesini birbirine salandır. Fakat ikisinin karışmasını önleyip engel de koyandır.
Ayetteki البحرين (albahrayn) sözcüğünün “iki deniz” olarak tercüme edilmesi, Fatır suresinde anılan iki deniz ayeti ile bilinçli olarak karıştırılmıştır. Furkan S. 53’e ve Kehf S. 60 ayetine iki deniz çevirisi yapılan tüm mealler hatalıdır. Bu hatalı çevirilere binaen toplum içinde yaygınlaşmış “birbirine karışmayan iki deniz” inancı da yanlıştır. Bu yanlışa karşı tez olarak yayın yapanlar da bu iddiayı ortaya atanlar kadar yanlıştır. Bir taraf ezberci kafaya sahip, diğer taraf önyargılı kafaya sahiptir. Her iki tarafta bu sözün kaynağına bakıp hakikati görmeyi tercih etmediler.
_ Diyorsun ki al birini vur ötekine.
Aynen öyle efendim. Furkan Suresi 53 te geçen ( البحرين albahrayn) iki su kütlesi, iki baraj, iki göl demektir. İki deniz diye çevrilmesi gereken doğru sözcük, Fatır S. 12. ayetinde geçer ve şöyle ifade edilir. البحران (albahran)
Üstelik bu ikisini nasıl karıştırıyorlar bu da bir soru işareti. Bizim konumuzun bir parçası olan Furkan S. 53 ayetinde tuzlu olan sudan yemeklik için balık yersiniz demez! Fatır suresi 12 ayetinde her ikisinden de taze et, balık vb. deniz canlıları yersiniz der. Deniz suları karışmaktadır ki zaten Fatır S.12 ayetinde “deniz suları” için birbirine karışmaz denmez!
Bu iki gölün gerçek mahiyetini ilk keşfettiğimde inanılmaz bir heyecan yapmıştım. Avuçlarımı birbirine o kadar hızlı vurdum ki avuçlarımın içi kızardı. Zülkarneyn’ in izinden yürürken buralara varacağımı bilmiyordum. Allah sürprizlerle dolu.
Furkan suresinin 54. ayetini buraya alacağım ve herkese ne ile karşı karşıya kaldığını ayetle göstereceğim.
Furkan S. 54: Ve O, o sudan insanı ve devamını yarattı. Bilin ki Yaratıcınız çok hünerlidir.
_ Bak bu bilgiyle dinler tarihine ve insanlık tarihine imza atmış oldun! İşte insanlığın ilkin yaratılma suyu bu iki su havzası, Manasarovar Gölü ve Rakshastal Gölüdür. İnsanlık yeryüzüne buradan yayılmıştır. Devam et.
İşlerin buraya varacağını kim bilebilirdi? Bakınız efendim sadece Kur’an’a bağlı kalarak sizi adım adım takip ettiğim için ne ilginç şeylerle, nice güzel bilgilerle karşılaştım. Hadisçiler hadislere bakıp bunu yapabilir miydi?
_Kur’an’a tabi olup Zülkarneyn’ i buraya kadar adım adım takip ettin. Onun tanık olduğu şeylere aynen sen de tanık oldun. Mutlu ol ve ayrıcalığın tadını çıkart. Kur’an her alandan tamamlanmış yeterli bir kitaptır.
Öyle efendim. Ve evet tadını çıkartıyorum. “Bu bilgiler bana açılmıştır.”
Moritanya, Sahranın gözü, Namibya çıplakları, ölüm ile yaşam gölü; efendim Kur’an’ın bunları eksiksiz anlatması yetmiyormuş gibi bir de gezdiğiniz o coğrafyanın konumlarını Zülkarneyn kıssasına kodlamış.
_ Her şey kendi dengesinde kendi denklemine çekilir. Birbirlerini bulmak zorundadırlar. Bu kaçınılmazdır, sadece zaman meselesidir.
Şu ayet tam da yeri. “Yaratıcınızdan indirilene itibar edin. Ondan başka yoldaş edinmeyin. Hiç mi anlamıyorsunuz?” Yoldaş olarak Yaratıcımızın kitabına tabi olduk yolumuzu bulduk. Bu çalışma aynı zamanda hayatımın da çalışması oldu. İnsanın yaratıldığı suyu keşfetmesi olağanüstü bir şey, bunu tarif etmek zor.
_ Kime bilgelik vermişse ona çok büyük iyilik yapılmıştır. Lütfen devam et. Sonra?
O bölge insanları bu göllere çok büyük kutsiyetlik atfetmişler. Teki ölüm teki yaşam, yaşam çeşmesinden (gölünden) içenlerin sağlık sorunları kalmadığı iddia ediliyormuş. Araştırmalı…
Kailaş Dağının eteklerinde bazı kuytu deliklerde, “söylenen o ki” yüzlerce belki de binlerce yıldır lotus pozisyonunda oturanlar varmış. Bu kimselerin ölü olmadığı iddia ediliyor. Bunu yerinde görmek isterdim.
_ Kim lotus pozisyonunda yüzlerce sene oturup da yaşadığını iddia edebilir?
Çok doğru. Yaşam tatmak, görmek, koklamak, aktif olmak demektir. Ama siz lotus pozisyonunda olmadığınız halde capcanlısınız. Sanki ölümsüz gibisiniz…
_ Onlara yaşayan ölü diyebiliriz. Ben ölümsüzüm ve buna sen tanık edileceksin. Hadi yolumuza devam edelim…
Çinlilerin Zülkarneyn’ den olan beklentilerini dinleyelim. Efendim Çince sizin ikinci dilinizmiş, Çinceyi iyi bilirmişsiniz?
Kehf 94: 他們說:歌革和瑪各在這裡製造惡作劇 如果我們向您納稅以換取他們和我們之間的路障,國王,可以嗎
_ Bu iyi bir şaka oldu. Çinceyi bilmek mi? Daha kendi aralarında Çinceyi bilmiyorlar, 298 yaşayan aktif dilleri var. Anlaşmak o kadar zordu ki yaka paça bir tercüman getirttik.
Öyleyse anladığımız dilden devam edelim.
*Kehf 94: Dediler ki: “Ey Zülkarneyn, Yecüc ve Mecüc burada bozgunculuk yapıyor. Onlarla bizim aramızda bir barikat yapman karşılığında sana vergi versek olur mu?”
Burada Çinlilerin Yecüc Mecüc’e karşı Zülkarneyn’ den yardım istediklerini görüyorum. Acaba size rahat vermeyen Yecüc ve Mecüc aynı zamanda başka coğrafyada bu göllere sahip olmak için de Çinlilerle mi mücadele ediyordu?
_ Doğru bir soru sordun fakat zamanlaman biraz geç oldu. Aslında kitap sana bu sorunun cevabını Zülkarneyn iki gölün oraya vardığı 93. ayette zaten verdi. Göllerin ne denli kıymetli olduğu ortada, ayeti tekrar edelim ve cevabı bulalım.
“Nihayetinde iki göllerin olduğu yere ulaştı ve onların etrafında bir topluluk buldu…” der. Bak ayette Çinliler göllerin etrafını sarmışlar. Onların orada nöbet tutmaları düşmana karşı her daim tetikte olup savunmada olduğunu anlatır. Tabi burada işler o andan itibaren karışacak vaziyet al! O karışıklığı bulacağını da umut ediyorum.
Umarım. Belki de Yecüc Mecüc denen iki acayip ırk, yaratılmanın ilkin oradan başlandığına dair kadim bilgilere de sahipti. Muhtemelen bunun için oradaki insanlarla da savaş halindeydiler.
_ Evet düşüncen doğru. Ayrıca birilerini siper almış vaziyette görmek demek karşılarına bir karşı güç çıkıp geliyor demektir. Hangi güçler olduğunu da göreceksin.
Çinlilerin mitlerinde ve filmlerinde enteresan yaratıkların tasvirlerine denk geliyorum. Onların kadim geçmişten bugüne gelen anlatıların temelinde, Yecüc Mecüc gerçeği olmalı. Anlaşılmıştır ki Çinliler kendi başlarına savaşarak çözüm bulamadıkları bu soruna karşı Zülkarneyn’ den yardım talep ediyorlar.
Çinliler sizi ilk kez gördüğü halde bu sorunu çözebileceğinizi nereden biliyorlar?
_Neler olduğunu anlamaya yaklaştın. Sorunun cevabına, şöhretim benden önde yürüyor diyelim. Sonra,
*Kehf 95: Şöyle cevapladı: Sizin teklifiniz Yaratıcımın verdiğinden daha kıymetli değil. Sizinle onların arasına sağlam bir engel yapmamı istiyorsanız bana tüm kuvvetinizle yardım edin.
Anlaşılan Zülkarneyn kendi zamanının en büyük devlet sahibi. Öyle olmalı ki bir önceki ayette kendisine yapılan teklif vergiye bağlanmaktı. Fakat o bunu istememiş.
_ Demiştim, ben gerçek şöhret sahibiydim. Afrika’da bu istihbaratı aldığımda ordularımla birlikte ülkeme geri döndüm. Şehir garnizonu biz gelene kadar savunmalarını yapmışlardı fakat durum hiç iyi değildi. Gelip onlara katıldık. Bu yabani dağ halklarını dere tepe derken haritadaki bölgeye kadar sürdük.
Artık Yecüc Mecüc sorununu tamamen ortadan kaldırma zamanı gelmişti. Biz onları dere tepe sürerken iki gölün oraya kadar vardık. Bir baktık ki orada hazır kıta bekleyen başka bir ordu daha var!
Bu Çinlilerle ilk karşılaşmamızdı. Bir çeşit selamlamadan sonra Çinlilerle olayı enine boyunu konuştuk hepimiz ciddiyetin farkındaydık. Bana vergi teklif ettiler. Fakat bu yabani ırk sorunu hepimizin sorunuydu. Onlardan tek beklentim hiç bitmeyen Yecüc Mecüc sorununa karşı kuvvet birliğiydi. Sonra?
*Kehf 96: Ham demir molozlarını getirin dedi ve dağı üst iki yakasına kadar doldurduğunda körükleyin dedi. Nihayet o bir ateş haline gelince, eriyiğin üzerine katran dökelim dedi.
Ham demir ve eriyik demir. Çok ilginç ifadeler.
_ Anlayabileceğine inanıyorum.
Bunu anlayabilmem için duygudaşlık yapmam lazım. Orada o anda Zülkarneyn ben olsaydım, binlerce metre çapa ve binlerce metre yüksekliğe sahip tamamı ise on binlerce metreye tekâmül eden kocaman bir dağı, hazır demir bloklar ya da demir kütleler ile nasıl kaplayabilirdim?
Daha önemlisi hazır demir blokları bu coğrafyaya nereden nasıl getirecektim? Bundan da önemlisi o zamanlar hazır demir bloklar var mıydı?
Yüzbinlerce ton ağırlığında demir bloklar ve on binlerce metrelik bir ölçü? Demir blok bulmak bir yana, bulsam bile bu işi nasıl gerçekleştirebilirdim?
Bu işi çok daha kolay bir yöntemle halletmenin bir yolu olmalıydı. Bu sorunu daha az zahmetle halledebilmenin yöntemi, ayetin belirttiği gibi olmalıydı. O işlem için yapılması gereken tek şey ham demir molozlarını kullanmaktır.
Taşıması işlenmiş demire nazaran çok daha kolay olacak olan demir molozlarını, dağın eteklerinden tepesine kadar üstü üste piramit biçiminde istifleyip sonra ağaçlarla kaplayıp coşkun bir ateşle kızartmak olurdu.
Sağlamlık sorunu ise bu işlem esnasında kendi kendine gelişecekti. Ham demiri sert metale dönüştürmenin yöntemi, demirin ve karbonun karışmasıyla olur. Ham demir çok yüksek ateşte yaklaşık 1600 derece sıcaklıkta eriyik hale getirilir. Eriyen ham demir karbon ile karıştırılır. Bu karışımın homojen hale gelmesi için maddeye oksijen yüklenir.
Bu bilimsel yaklaşımlı anlatımlar ayetin içinde gelişen sürecin zaten kendisidir. Ham demiri daha sağlam bir maddeye dönüştürmek için karbona ve bol oksijene ihtiyaç vardır.
Karbon; kömür, turba gibi madenlerden çıkarılmaktadır. Ayrıca bambu, Hindistan cevizi, odun gibi malzemelerden de aktif karbon elde edilebilir.
Efendim o anda ham demiri çeliğe dönüştürmek için elinizde karbondan çok bir şey yoktu. Yanan ağaçlardan arta kalan şey karbondur. O işlem esnasında demirin sertliği için gerekli olan karbon, doğal kor halindeki demire anbean karışmaktaydı. Bol oksijen için de esintili dağ havasından istifade ettiniz ki bu demir işçiliğinde en eski yöntemdir. Bu süreci başlatmak için tek emriniz yetti. Körükleyin diyerek verdiniz coşkuyu…
_ Peki, ayeti bu mantığa göre mi çevirdin?
Efendim yoksa hayal mi kurdum?
_Hayır, bu hayal değildi tanımlama yapmaktı. Sen bu bilgiyi tanımlarken dayanağın neydi?
Efendim Ayette “ Atuni ” diye iki kere zikredilen sözcük, Kur’an’da sadece Kehf suresinde ve sadece bu ayette görünür. Atuni/Atoni demek gerilimsiz/gevşek demektir. Bu sözcüğün, sadece bu ayette demir işçiliğinin yapılması esnasında zikredilmesi çok dikkat çekicidir, çok hassas bir ifadedir.
Ayet bize atuni sözcüğü ile demirin o andaki fiziki yapısını, parça, ham, gevşek, çözülmüş, eriyik gibi manalarıyla, demir cevherini o anda olduğu gibi aktarmaktadır. Ayetler gerçekçidir. Aksi halde koca dağı demir kalıp bloklar ya da kütleler diye çevirince karşımıza akıl almaz ağırlık birimleri çıkmaktadır.
Evet yaptığım o duygudaşlık hayal değildi.
Ayetin kendi içinde verdiği atuni sözcüğünün ne anlama geldiğini, ham demir ile demir kütleler çevirisindeki farkı izah edebilmek içindi.
Hem gördük ki sizin öyle uçan kaçan teknolojik bir tarafınız da yokmuş.
_ Güzel. Duru gözün olayları olduğu gibi anlamakta. Ayetin dediği doğrudur. Peki, o dağ dediğin hangi dağdır?
Bunun için bize iki gölün olduğu yerde bulunan demir bir dağ bulmak gerekiyor. İki gölün olduğu yerde bulunan dağları taradığımızda karşımıza birçok dağ çıkmaktadır.
Fakat içlerinden sadece “KAİLAŞ” dağının aynen göller gibi efsane bir geçmişi vardır.
Kailaş dağı üzerine yüklenen manalar “vay be” dedirtecek cinstendir. Kailaş dağının üzerine uzmanların söyleşilerinde geçen ifadelerde, “doğal olmayacak kadar garip” ifadesi kullanılır. Ayrıca Kailaş Dağı için “demir dağ” ifadesi kesindir.
Kailaş Dağının resimleri bile ona bakarken demirden bir DEV izliyormuşsun hissi veriyor.
Dağ çevresine nazaran doğal olmayacak kadar simetrik, standart bir kalıptan çıkmayacak kadar dağınık görüntüye sahiptir.
Birbirine paralel üst üste bindirilmiş halde görünen yüzlerce metrelik paralel oluşumlar şişik, girintili çıkıntılı ve orantısızdır.
O esnada kullanılan demirin belli bir kalıptan hazır olarak çıkmadığını dağın görüntüsüne bakarken anlayabiliyoruz.
Bu da bize dağın görüntüsündeki orantısızlığın sebebinin, belli bir kalıba sahip olmadığını, belli bir standartı olmadığını, blok demir ile inşa edilmediğini resmeder.
_ Her şeyi sanki sen de oradaymışsın gibi anlattın. Bunu dağın bir görseli ile taçlandır.
Kailaş Dağı.
_ İki Gölün yanında bir de Demir Dağ buldun tebrikler! Üçü bir arada oldu. Peki, bu iki göl ve Kailaş Dağının ayetlerde anlatılan yerler olduğuna dair delilini sunacaksın değil mi?
Ayette siz iki gölün yanındaki dağı bulmuştunuz biz de bulduk. Güzel bir benzetme oldu, üçü bir arada.
Göllerin ve dağın doğru yerler olduğunu ispatlamak üzere deliller sunayım.
Göllerin koordinatları: 30°40′0″K 81°30′0″D. 30+40+0+81+30+0= 181’ dir.
181 sayısı başından ve sonundan odak sayımız olan 18 sayısını sergilemekle kalmıyor, birbirine zıt içeriklerle vücut bulmuş bu iki gölü, sayısal görüntüsüyle de temsil etmektedir. Toplananı ise 1+8+1=10’ dur.
İki göllerin koordinatlarını tek hane toplarsam 3+0+4+0+0+8+1+3+0+0= 19’ dur. Üzerinde 19 vardır. Doğru coğrafyada doğru yerde olduğumuz teyit edilmiştir. BU TESPİT 3
Kailaş dağı koordinatları: 31°4′0″K 81°18′45″D. 31+40+81+18+45= 215’ dir toplaması ise 2+1+5= 8’ dir.
Göller ve dağın sonuçlarının toplaması ise yine 10+8= 18’ dir. Allah’ın her şeyi sayı ile hesapladığının net resmini görmekteyiz.
Kailaş dağına ait koordinatları tek hane topladığımda sonuç 3+1+4+0+8+1+1+8+4+5= 35’ tir.
Elde ettiğimiz ölçü sayımız 19 ile 35’i toplarsak sonuç yine 1+9+3+5= 18’ dir.
Göllerin ve Dağın koordinatlarını olduğu gibi toplarsam. 30+400+81+300+31+40+81+18+45= 1.026’ dır.
1026 sayısını tespit sayımız olan 18 sayısına böldüğümde sonuç,
1026/18 = 57’ dir. 3×19 üçü bir aradadır. Üzerinde 19 vardır. BU TESPİT 4
1026 sayısını ölçü sayımız olan 19 sayısına böldüğümde sonuç,
1026/19 = 54’ tür. 19 sayısının net bölünenidir. 19×54
Şimdi 1026 sayısının her iki sonucunu toplayalım. 54 + 57 = 111. Üçü bir aradadır. Bozulan tarihin üç parçasını daha doğru yere yerleştirdim.
Yapboz tamamlanıyor…
Göller ve Dağ üzerinden yapılan çeşitli hesaplarda odak sayımız 18 ve ölçü sayımız 19 sayılarını defalarca görmekteyiz.
Dikkat ettiniz mi efendim? Afrika kıtasında bulunduğunuz yerlerin koordinatları 18 ve 19 sayısına denklemdi, Asya kıtasında bulunduğunuz yerlerde yine 18 ve 19 sayısına denklem oldu. İki ayrı kıta olmasına karşın, Kur’an’ın bize önerdiği doğru sayıları takip ettik ve doğru sonuçlara ulaştık. 18 ve 19 sayısı kıssa ile coğrafyayı birbirine ekleyip denklemler sergilemiştir.
İşte böyle. “Kur’an gibi bir kitap ben de yazarım” diyen herkese bir uyarı! Bir yandan o kitabınıza uygun yaşanmış bir tarih de inşa etmeye başlayın. Neden bunu asla yapamazsınız ki asla yapamayacaksınız diye uyarı çeken ayetin ne anlama geldiğini daha iyi anlamış olmalısınız!
Efendim konuya başlarken elimizde 18 ve 19 sayılarımız vardı, gittiğimiz yerlerde ve bitirdiğimiz yerde de yine 18 ve 19 sayılarımız var. Böylelikle sözel sayısal ve görsel olarak farklı farklı açılardan dahi doğru coğrafyalarda gezdiğimiz teyit edilmiştir. O hilebazlar her ne kadar istememiş olsalar da, her ne kadar lobi yapsalar da başaramadılar!
_ Mükemmeldi! Tek kelimeyle mükemmeldi. Ben de avuçlarım kızarsın isterdim… Tüm bunlar çok hoştu ve sen harika sonuçlar elde ettin.
Çok teşekkür ederim efendim kendimi iyi hissettim. Konu aydınlandığı için sizin yerinize avuçlarımı büyük zevkle yine kızarttım.
Göllerin ve dağın koordinatlarında farklı hesaplar yapıp bazı tespitlerde bulunalım.
Göller 30+40+0+ 81+30= 181
Kailaş 31+40+81+18+45= 215
181+215 = 396
396 sayısını tespit sayımız 18’ e bölersem, 396/18= 22 sonucunu elde ederim. Neden 22 sayısı elde ettim efendim?
_ “22” sayısı da neyin nesi?
Ben de cevabını arıyorum efendim. Belki henüz bilmediğim bir şeyin tespitidir. Bulunca bilgi vereceğim.
Efendim 19 ölçümüzü Kailaş Dağının tek hane toplamından elde ettiğimiz 35 sayısı ile topladığımızda 19+35= 54 sonucunu elde ederiz.
_ 54 mü? Sanki alakasız bir sayı daha elde ettin gibi. Yoksa sayılar eğilip bükülmeye mi başladı?
Efendim niye böyle oldu sizce? Oysa doğru yerde olduğumuzdan hiç şüphem yok. Doğru yerde olduğumuz kesinlikle teyitli.
Bir hata varsa sayılarda olamaz bende olmalı. 18 sayısının tespit sayısı olarak belirleyen, 19 sayısını ölçü olarak belirleyen ben değildim. Bunu Kur’an bize verdi.
Konuyla hiç ilgisi olmayan iki ayrı sonuç elde etmişim gibi görünüyor. 22 ve 54, Yan yana 2254 diye görünüyor.
_ Bu sayıları beklemiyordum.
Elde edilen tüm sayılar sırasıyla, 18 19 22 54’ tür. Aslında çok hoş bir birleşim oldu. Efendim iyi misiniz?
_ Özür dilerim, bir an yutkunamadım. Evet iyiyim.
Su ister misiniz?
_ Teşekkür ederim iyiyim yine de soğuk bir su alayım.
Bu sayılar şöyle dursun. Biz şimdilik göller ve dağ üzerinde keşfettiğim şu birleşime bakalım.
Göllerin şu hesabından doğan 30+40+81+30= 181 sayısının yanına, dağın 35 hesabından doğan 3+5 = 8 sayısını olduğu gibi getirirsek, 1818 olarak görüntülenir. Bu sayı, kıssanın kaç ayette anlatıldığını ispat ettiğimiz sayılardır. Kur’an’daki 18’ de 18 sayısını Coğrafyanın kendisinde de aynı halde, 18’ de 18 olarak görürüz.
_ Bu kadarını beklemiyordum doğrusu.
Kur’an’ın sizinle ilgili anlattığı konudaki sözler, sayılar, yerler, temsiller, hayatın içindeki coğrafyanın sözlerine sayılarına, yerlerine temsillerine tam uyumlu bir denklem oluşturdu.
Öyleyse 22 ve 54 sayısı da boşuna olmayabilir!
Sure ve ayetlerden oluşan 1818 sayısı ile coğrafyadan elde ettiğimiz 1818 sayılarına bakalım.
1+8+1+8+1+8+1+8= 36. Bu sohbetimizin başından not aldığınız sayıydı ve ne anlama geldiğini çok iyi biliyorsunuz.
_ Tabi ki çok iyi biliyorum, neredeyse tüm krallar bunu bilir.
Efendim çok merak ediyorum, bunu nasıl başardınız? Bu işin büyüklüğü inanılmaz! Neredeyse 7.000 metre yükseklik söz konusu, çevresi de bunun iki üç katı olsa 20 belki de 30 bin metre gibi bir hesaptan bahsediyoruz,
…..
…..
…..
Efendim?
_ Pardon pardon düşüncelere daldım… 2254 sayısının neden karşımıza çıktığını düşünüyordum. Sırf sana yardımcı olmak adına…
Çok düşüncelisiniz, çok teşekkür ederim. Vardır bir hesabı…
_ Sorunu şöyle yanıtlayayım. Bir işin ustası değilsen fikir üretemezsin, fikir üretemezsen eyleme geçemezsin. Biz kahraman olduğumuz kadar da ustaydık. Zor oldu ama inançlı bir topluluk zorda kaldığı zaman neleri başaracağını bir bilsen… Yeter ki doğru yönlendirilsinler.
Elimizde o anda insan gücünden çok bir şey yoktu. Dağın etekleri ve hemen yanındaki dağlar basamaklar halindedir. Oranın da görselini göster.
Uydu görüntüsünde bu basamaklar belli, doğal olamayacak kadar düzenli.
_ Sonrası, bir yandan şiddetli bir savaş, yoğun bir iş gücü, çokça zahmet ve emek.
Oradaki halklar tarafından kutsal dağ olarak kabul edilen bu dağ sıralarının altında, “Agarta ve Şambala” adlı iki ülke olduğuna inanılıyor. Üstelik bu yer altı halklarının yeryüzüne çıkış kapısının da Kailaş dağı olduğuna inanılıyor.
Agarta/Şambala; Tibet ve Orta Asya geleneklerinde sözü edilen, Asya sıradağlarının altında efsanevî bir yeraltı teşkilatlanmasına getirilen tanımlamadır.
Bunların varlığına inanan insanlar, onların çok üstün bir teknolojiye sahip olduklarını, uçan dairelerin de onlara ait olduğunu iddia etmekteymiş.
Agarta ve Şambala adlı kimselerin yeryüzüne çıkış kapısının Kailaş Dağının olduğuna inanılması, Yecüc Mecüc ’ün Himalaya Dağlarına kadar yayılmış olduğu fikrini doğrular.
_ Agarta ve Şambala gibi, Yecüc ve Mecüc ’ün de Kailaş dağından yeryüzüne çıkması bekleniyor. Onlara artık dağ altı krallıkları denebilir. Agarta ve Şambala Yecüc Mecüc, Agog Magog her nasıl adlandırılıyorsa onlar, tıpkı insan gibi ama insandan apayrı bir türdür. Onlar gerçekten yabani ve vahşidir. Demek uçan bineğim onlarda kalmış! Çinliler demir diye onu dağın içine tıkmış olmalı. Hay yüce Sin adına…
Çok iyiydiniz efendim. Tibet efsanelerinde yer alan bir başka hikâye ise Tibet zirvelerinde, “Himalayalarda” kıllı vahşi adam gruplarının yaşadığına inanılırmış. Tibet efsanelerinden batı medyasına giren en önemli yaratık, “Koca Ayak” diye bilinen “Yeti” dir. Tüm bu inanışlarının arka planında Yecüc ve Mecüc türünün gerçeği olduğu aşikâr.
Efendim bu dağın arka plan gerçeğinden bir haber olan insanlık onun zirvesine tırmanıp adını tarihe yazdırmak istemekte. Oraya tırmanmak için kolları sıvayan maceracılar, daha önce başlarına hiç gelmeyen bir çeşit ruhsal çöküntü, baş ağrıları ve bedensel yorgunluk hissettiklerini ifade etmişler. Kailaş Dağına yapılan denemeler sonrası verdikleri demeç, Kailaş aşılamaz demekten öteye gitmiyormuş. Ne hikmet ki hiç kimse zirveye çıkmayı başaramamış.
_ Amaç da buydu. İsabetli olmuş…
Uzmanlar tarafından dağın topografik yapısı üzerine yapılan çalışmalar sonrası, dağın yapısal bütünlüğünün hassasiyet ile kardinal bölgelere,
N (kuzey), S (güney), E (doğu), W (batı) yönlerine baktığını raporlamışlar. Öyleyse bu ne demektir?
_ Ne demek biliyor musun? Bu dağ doğal olan fakat kendisine bilgece dış cephe kaplaması giydirilmiş bir dağ olması demektir. Tüm eşsiz eserler kendine has imza isterler. Eşsiz bir iş de ancak doğa yasalarına ve dengesine uyumlu olursa ölümsüz olurlar.
Bizim de yaptığımız aynen buydu. Ve her şey fenden ibarettir. Dağı farklı resimlerde de iyice gözlemlersen, diğer dağlardan farklı yapıya sahip olduğunu görebilirsin.
İşte şimdi Kehf 84 ayetinin ne denli isabetli bir çeviri olduğu anlaşılıyor.
*Kehf 84: Biz onu, yeryüzünde herkesçe bilinen bir mekânı yamatmak için, iz peşinde yürütüp sorunlar çözdürdük.
_ Ne diyebilirim? Harikaydı. Tebrik ederim ve başarılarının devamını dilerim.
Teşekkür ederim efendim ve sizi çok iyi anlıyorum. Hizmetinizdeyim.
Dış cephe kaplaması için basit bir görsel hazırladım.
Öyle görünüyor ki Zülkarneyn aynı zamanda bir yapıya giydirme yapan ilk dış cephe kaplamacısı.
_ İnsanlığa hediyemdir.
Söylenenlere göre Kailaş Dağı için en kapsamlı araştırma bir Rus araştırmacı aynı zamanda dağcı olan “Prof. Ernst Muldaşev” tarafından yapılmış. Ekibiyle birlikte üç ay dağın eteklerinde kalarak araştırma yapan Muldaşev aynen şunları söylemiş: “Dağın içinden gelen sesleri ben ve ekibim net olarak duyduk. Bu sesler kaya yuvarlanması sesleriydi.”
Muldaşev’e göre o kaya yuvarlanması sesleri o dağ sıralarının altındaki Ağarta ve Şambala adlı ülkenin sakinlerine aitti. Bu olay kendi açısından büyük bir buluştu. Ama bizim açımızdan bu ifade çok önemli bir ifadeydi! Şu an bizim bildiğimiz gerçeklerden uzak olan Muldaşev ve ekibi ne ile karşı karşıya olduklarını bilselerdi ne yaparlardı?
_ Bizim orada kalmak zorunda olduğumuz zorlu zamana göre tatil tadında üç ay keyifli olmuştur. Orada ne olduğunu bilselerdi sanıyorum bir gün bile kalmazlardı. Zaten vahşiydiler, binlerce sene sonunda kim bilir nasıl da sinirlenmişlerdir… Onların bu söyleminden anlaşılan şey içeridekilerin dışarıya çıkmak için kazmaya devam ediyor olmasıdır. İyi kazmalar…
Tamam ama neden ölmüyorlar? Binlerce senedir nasıl yaşıyorlar?
_ Belki de bu sorunun cevabını zaten biliyorsundur. O iki gölün neden bu kadar önemli olduğunu bir düşün… Bunu anlayabilirsin. Hatırla, bunu ayette belirtmişti! O göllerden biri yaşam kaynağıydı. O bölge halklarının inancında ne vardı? Yaşam gölünden içenlerin sağlık sorunları kalmadığına inanıyorlardı.
Belki o su Yecüc Mecüc’e daha çok yaramıştır. Belki onun sırrını herkesten daha iyi çözmüşlerdir. En iyi tahminimi yapayım.
Belli bir vakte kadar hayatta kalmaları icap ettiği için, yaşam suyunun bir kısmı dağın altında bir yerlere de akıyordur. Yemek olarak da en yaşlılardan başlasınlar. Afiyet olsun.
Bu harika bir tespitti. Onların hayatta kalmaları kendilerinin kıyamet vaktine hedeflenen gösterileri için şart! O bölge halkının inanışına göre Kailaş dağının etrafını 108 kez tavaf etmek en doğrusuymuş. 108 sayısının konunun anlatıldığı 18. Kehf Süresinin sıra numarasını vermesi de dikkat çekicidir. 6×18
Her şey ne kadar da düzenli halde birbirine geçmiş örgü gibi.
Bölge halkının inanışına göre Kailaş Dağının altında iki ülke varken, Kur’an’da dağın içine kapatılmış iki ırk vardır.
Coğrafyada iki gölün yanında demir dağ varken, Kur’an’da iki gölün bulunduğu yerde demirle kaplanmış bir dağ vardır. Sıkça kullandığım şu sözü seviyorum.
“Kur’an kitabı görsel hayatın yazılmış senaryosudur.”
Ayetin sonunda getirin üzerine bakır dökelim diyenler de var katran diyenler de var. Ben katran diye tercüme ettim.
_ Bu ifade doğru bir tespittir.
Efendim erimiş bakır ifadesi üzerine de hemfikir yoktur.
Katran; organik maddenin yıkıcı damıtımından elde edilir. Çoğunlukla kok üretiminin bir yan ürünü olarak kok kömürden elde edilir, turba veya servi, ardıç gibi bazı ağaçların gövdelerinin özsularından da elde edilmektedir.
Koca dağı katran ile sıvanma sahnesini gözümde canlandırınca acaba ne kadar ağaç yakılmış olabilir?
_ Coğrafyayı gördün, her tarafımız dağlarla kaplı. Bizim yeterince zamanımız ve fazlasıyla da insan gücümüz vardı. Her bölgeden ağaçları getirttik ve çevremizdeki tüm ağaçları köklemek zorunda kaldık.
O ateş ne kadar zaman yandı? Ateşin büyüklüğü, ne kadar yükseklere çıktığı, ne kadar uzaklardan göründüğü ve ne kadar dehşetli yandığı gibi, o dehşet dolu o anı düşünmeden edemiyorum. Ham demiri kıvama getirebilmek için yapılacak şey ne kadar ağaç varsa kökleyip yakmak olmuştur.
_ Böylelikle Kailaş, Demir Dağ olarak anıldı.
Kailaş dağının zirvesi için Wikipedia’ da 6638 metre yazar. Bunun yanı sıra araştırmacı Muldaşev 6666 metre olduğunu savunuyor. Muldaşev bu iddiası için bazı tezler de öne sürmüş fakat birçoğu tutmamış.
Dağın yüksekliği Tibet ve Çin kaynaklarının resmi iddialarına göre 6714 metredir. Biz resmi rakam olan 6714 metreyi baz alırsak 6+7+1+4= 18 sayısını elde ederiz. Yine Kehf Suresinin Kur’an’daki sıra numarası olan tespit sayımızı görmüş oluruz.
_ Ayrıca 18’e kalansız bölünmekte. 6714/18= 373.
Bu çok iyiydi efendim dikkatiniz için teşekkür ederim. Devam ediyorum.
*Kehf 97: Böylelikle oradan ne çıkabildiler ne de delmeye güçleri yetti.
_ Yalnız kazmaya devam ediyorlar.
*Kehf 98: Dedi ki: Bu Yaratıcımın bir korumasıdır. Fakat zamanı geldiğinde Yaratıcım onu harap edecektir ve Yaratıcımın vaadi ise gerçektir.
_ Emin olun öyledir. Vakti zamanı gelecektir.
*Kehf 99: Biz günü gelip kendilerini serbest bıraktığımız vakit dalga dalga peşi sıra yayılırlar ve bir ses duyulmuştur da hepsi bir araya toplanmıştır.
_ Bu kıyamet saatidir. Seni bu kısma yeniden getireceğim.
*Kehf 100: İşte o günü, inanmayanlar için bir gösteri olarak hazırladık.
Efendim kıssanız burada bitti.
Ayetlerin tanımladığı coğrafya ile yeryüzü coğrafyası, Ayetlerin figürleri ile coğrafyanın figürleri, Ayetlerden doğan sayılar ile coğrafyadan doğan sayılar eksiksiz, tam ve net biçimde birbirine denklem olup, Kur’an’ın dosdoğru tarihi bir içeriğe sahip olduğu ispatlanmıştır. Kur’an’ın Hz. Muhammed’in sözü olmadığını bizzat Allah’ın sözü olduğunu da kesin bir dille belgelemiştir. Kur’an’ın bünyesinde daha birçok tarihi gerçekler vardır.
_ Yaratıcının sözlerini denetledin peki beklentilerini nasıl karşıladı?
Yaratıcının iddialarını en üst seviyede denetledim ve beklentilerim fazlasıyla karşılandı. Kitabın senaryo hayatın sahne olduğu tanımlaması doğrulanmıştır. Konuyu irdelemeye devam etsem ansiklopedik bir serüvene dönüşebilir. Aklıma gelen ayete bakınız,
Allah’ın sözlerini yazmak için yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, okyanus ve ona destek için yedi deniz (Baltık, Adriyatik, Azak, Hazar, Karadeniz, Akdeniz ve Kızıldeniz) mürekkep olsa, O’nun sözleri bitmeden onlar tükenirdi. Allah aziz ve hâkimdir. Lokman S. 27
_ Moritanya, Sahranın Gözü, Afrika halkları, iki göl ve Kailaş Dağı olmak üzere hepsini hem işledin hem eşledin hem de ispatladın. Siz nasıl diyorsunuz? …
Efendim biz “cuk diye oturdu” deriz.
_ Aynen cuk diye oturdu.
Bu kısma kadar olan anlatıda Zülkarneyn’ in Allah’ın bir masalı olmadığını, geçmiş hayatın çok detaylı bir kronolojisi olduğunu öğrenmiş olduk. Serüven kısmı bitti. Sırada bonusumuz olan başrol oyuncusunu bulmakta!
_ Demek ki neymiş? Allah masal anlatmazmış. İlahi komedya öyle mi?
Sizce utanırlar mı efendim?
_ Hiç sanmıyorum fakat bu kaplama onlara yeter.
Harika bir giydirme daha yaptınız efendim siz bu işi biliyorsunuz.
_ Biliyorsun kapak yapmada ustayımdır.
Hem de en ustasından… Allah izin verdi ve artık kralımı gerçek kimliğiyle tanıtarak onurlandırmak isterim ve ben bundan büyük kıvanç duyarım.
_ Bundan onur duydum.
O onur bana ait efendim. Kimliğinizi ortaya çıkartmamla birlikte üç grup bundan çok etkilenecek.
1- Sizin Zülkarneyn olduğunuza inanan ve bu uğurda kitap yazanlar Allah’ın bu desteği için sevinecek. Bunlar gerçekten inananlardır.
_ Buna çok sevindim.
2- Sizin Zülkarneyn olduğunuzu gizleyen ve bu uğurda karalama çalışması yapanlar çok sinirlenecek. Bunlar gerçek şeytanlardır.
_ Buna da çok sevindim.
3- Sizin Zülkarneyn olduğunuzu öğrenen ve bundan önce hayaller âleminde gezenler çok üzülecek. Bunlarda gerçekten aptal olanlardır.
_ Nasıl oluyorsa buna da çok sevindim. Tarihi karakterimi ortaya çıkartmak için öncelikle Zülkarneyn ismini aç. Bakalım Allah bu ismin içine neler kodlamış? Eminim sen bu ismi de herkesten farklı yorumlarsın hadi kolay gelsin…
Teşekkür ederim.
Allah ilmimi arttırsın göremediklerimi göstersin bilmediklerimi öğretsin.
Hadi bismillah.
Zü+ ~ Ar ḏū ذو → sahip, malik/melik (kral)
Karn القرن algarn → Devir, vakit, zaman, çağ. Yüz yıllık zaman, asır. Boynuz.
Ayn عين → bizzat, ta kendisi, gerçek olan, işte o,
Zülkarneyn; “iki boynuzlu” manasına gelmekteyken aynı zamanda Zülkarneyn, “iki yüzyıl” anlamına da gelmektedir.
_ Allah’ın isimlendirmesine bakar mısın? Ne kadar çok anlam ile vasıflandırmış… Bakalım bunlardan nasıl bir anlam çıkartacaksın?
Size birçok bileşikle bu ismin atfedilmesinin sebebi, kral namınızla geçmiş çağ olan milattan öncesini ve gelecek çağ olan milattan sonrasını kapsayacak şekilde demir dağı yapmış olmanızdandır.
_ Güzel düşündün. Tüm bunların yanında bu ifade biçimindeki tanımlar, kendi üzerine takındığı birtakım eşyalara da işaret ediyor olabilir mi?
Evet, kesinlikle eder, etmeli. Bunlardan akla en yatkın olanı, iki boynuzlu miğfer olmalı.
_ Böyle bir takı onu diğer olasılıklardan ayırt edecek biçimde kuşandığı liderlik takısı olacaktır. Büyük bir anlamı vardır ve çok havalı durur.
Bu bilgiler ışığında, Zülkarneyn isminden doğan “iki” sayısı ile karn القرن algarn’dan doğan “devir” ifadesi, MÖ ve MS olmak üzere iki zamanı kapsamaktadır. “Kral” ifadesi, “gerçeğin ta kendisi, işte o” gibi tanımlardan hareketle uygun bir yuvarlama yaptığımızda, Zülkarneyn ismi karşımıza > TÜM ZAMANLARIN GERÇEK KRALI < olarak çıkar.
_ Bunu duymayalı uzun zaman olmuştu, bu cidden iyi hissettirdi. Farklı yorumlayacağını söylemiştim. Teşekkür ederim.
Sizi mutlu etmesine sevindim efendim. Zülkarneyn ismini tanımladık. Tarihi şahsiyetinizi ararken şu dört özelliği göz önünde bulundurmalıyım.
1- İki sayısı şöhretinin bir karşılığı olması sebebiyle iki sayısıyla başlayan bir zaman diliminde şöhret elde etmiş olmalı örnek: MÖ 2000 gibi,
2- İki Boynuzlu Miğferi olmalı.
3- Kral olduğu vakit tahtta kalma suresi “18” sayısı üzerine bina edilmiş olmalı.
4- Milattan öncesine ve milattan sonrasına ölümsüz bir eser bırakarak, her iki çağa da damga vurmuş olmalı.
Bu kralın hizmet hayatı Kehf suresindeki kıssasına görseller ve sayılar ile denklem olmalı, tarihi şahsiyeti ise, Kur’an’daki Zülkarneyn’ e denklem olup tamamlamalı. Nasıl ki coğrafya Kur’an’a destek olup tamamladı, tarihteki siz de Zülkarneyn’ e denklem olup tamamlamalısınız. En önemlisi Kur’an kitabının onun hüküm sürdüğü tarihi göstermesi olacaktır. İşte böyle bir karakter arayacağız.
_ Bu hiç kolay olmayacak,
Öğrenene kadar her şey zor görünür.
Tarihte hüküm sürmüş binlerce karakter içinden Zülkarneyn lakabı verilmiş biri kim olabilir?
_ Samanlıkta iğne aramak gibi.
Sayılarla bir işlem yapmalıyım.
_ Kafan çok karışık olmalı.
Mutlaka bir kolayı olmalı.
_ Kendini fazla zorlama,
Zoru severim.
_ İstersen itiraf edeyim?
Ciddi misiniz?
_ Tabi ki hayır.
Fakat yine de itiraf ettireceğim.
Tarihi sesinizi de duyar gibiyim,
_ Ne o ses vermiyor mu?
Verir efendim verir.
Allah bize verdiği kitabı sayılar ile numaralandırıp tasarladığını, Mutaffifin suresinin 9 ve 20. ayetlerinde “rakamlanmış bir kitaptır o” diyerek, üstüne basa basa iki kere belirtmiştir.
Öğrendik ki hayat sahnedir ve kitap bu hayatın ilahi senaryosudur. Bu ikisi birbirine bakan sözel, görsel ve sayısal mimariye sahiptir.
Öyleyse aradığım kahramanı yine Kur’an’ın sayılarıyla aramalıyım. Rehberim sadece Kur’an ve bunu çözmek sadece bir hesap işi.
Sizin maceranızı gördüğünüz gibi detaylıca aktaran Kur’an kitabıdır. Ve kitabın kendisi için denmiştir ki,
“Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”
Şu ana kadar elde ettiğim doğrulanmış tüm sonuçları sadece Kur’an kitabına sadık kalarak elde ettim. “Kitapta biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık”, “her şeyi sayıyla hesapladık” dediğine göre, bunu da bünyesinde tutuyor olmalıdır.
_Gerçekten endişeliyim. Çok merak ediyorum, bunu nasıl yapacaksın göster bize.
Tamam göstereceğim. Bu tarihi bilgiyi, Kur’an’ın bize aktardığı ayetler içine kodladığını düşünüyorum.
MÖ hangi tarihte yaşanmış olabilir tespitini konuyu aydınlattığımız sure ve ayet numaralarına bakarak elde edeceğim.
_ Nasıl bir işlem tarihi zaman damgasını bulmanda yardımcı olabilir ki?
Bu benim için kolaylaştırılmış bir alandır. Efendim sizce nasıl yapmalıyım?
_ Nasıl anlamadım?
Nasıl bir yöntem kullanmalıyım?
_ Sayılar işlemler sonuçlar, çok fazla sayı lazım…
Efendim Yecüc Mecüc savaşının senesine gitmemize ne dersiniz?
_Gerçekten mi?
Evet gerçekten,
_ Bak bak! Ne o yoksa sen benim hüküm zamanımı çoktan buldun da savaş senesini mi hesap ediyordun? Tamam, bakalım nasıl bir tarih verilecek? Eğlenceye gelecektin savaşa hevesli gibisin. Kan çekiyor sanırım…
Kehf, Enbiya ve Furkan surelerinin üzerinde bir hesap işlemi yapmalıyım.
Hadi bismillah,
Sadece sure numaraları.
18 Kehf suresinde 18 ayette. 18×18= 324,
21 Enbiya suresinde 1 ayette. 21,
25 Furkan suresinde 2 ayette. 2×25= 50,
Toplaması; 324+21+50= 395’dir.
Sadece ayet numaraları.
83+ 84 +85 +86+ 87+ 88+ 89+ 90+ 91+ 92+ 93+ 94+ 95+ 96+ 97+ 98+99+100+96+53+54= 1.850
Sure ve Ayet numaralarından elde ettiğim sayıların toplamı 395+1850= 2.245’ tir. Elde edilen bu sonuç bize savaş senesini temsil etsin. Sanırım dediğiniz gibi efendim, kan çekiyor…
Kahramanımız Zülkarneyn’ in o zorlu sürece MÖ 2.245 senesinde başlamış olsa diyerek tarih sayfalarına bakalım. MÖ 2245 senesinde Asya’da hangi devlet ya da imparatorluk hüküm sürüyormuş inceleyelim.
_ Çok heyecanlı, kanım kaynamaya başladı. Sonra?
Serüven kısmında kahramanımızın Asyalı olduğunu kesinleştirmiştik. Asya’da MÖ 2.245’ de hüküm süren en güçlü devlet hangisidir diye yapmış olduğum araştırmada en güçlü devletin “Orta Doğu” da hüküm süren “Akad İmparatorluğu” olduğunu gördüm.
_ Bazı şeyler kaçınılmaz oluyor. Lütfen devam et, sonra?
Tarih MÖ 2.245’ i gösterdiği vakitte Akad İmparatorluğu tahtında oturan kral, en şöhretli, en güçlü…
,
O kişi,
,
_ Sonra? Hadi sonra?
Efendim “İŞTE O BENİM” demenizi bekliyordum,
_ Bu sefer heyecanımı yeneceğim.
Tamam, ben söyleyeyim.
O Kral Dört Köşenin Kralı unvanını elde etmiş Akad’ın 4. kralı “NaramSin” dir.
“NaramSin” Akad’ın en güçlü kralıydı. Vay vay… Şuna bakın! Hizmet tarihi çok enteresan sayılar içeriyor.
Bakınız, MÖ 2254 MÖ 2218, bu tarihi sayılar da ne böyle? Bu sayıların hepsi bulduğumuz sayılar değil mi? 2254 tarihi konuyla hiç ilgisi yok gibi görünen sayının tam olarak kendisi. Hani sizin de bir an yutkunamayıp öksürüğe sardığınız? Şu hesaptan bahsediyorum,
***
Göllerin ve dağın koordinatlarında farklı hesaplar yapıp bazı tespitlerde bulunalım.
Göller 30+40+0+ 81+30= 181
Kailaş 31+40+81+18+45= 215
181+215 = 396
396 sayısını tespit sayımız 18’ e bölersem, 396/18= 22 sonucunu elde ederim. Neden 22 sayısı elde ettim efendim?
_ “22” sayısı da neyin nesi?
Ben de cevabını arıyorum efendim. Belki henüz bilmediğim bir şeyin tespitidir. Bulunca bilgi vereceğim.
Efendim 19 ölçümüzü, Kailaş Dağının tek hane toplamından elde ettiğimiz 35 sayısı ile topladığımızda 19+35= 54 sonucunu elde ederiz.
_ 54 mü? Sanki alakasız bir sayı daha elde ettin gibi. Yoksa sayılar eğilip bükülmeye mi başladı?
Efendim niye böyle oldu sizce? Oysa doğru yerde olduğumuzdan hiç şüphem yok. Doğru yerde olduğumuz kesinlikle teyitli.
Bir hata varsa sayılarda olamaz bende olmalı. 18 sayısının tespit sayısı olarak belirleyen, 19 sayısını ölçü olarak belirleyen ben değildim. Bunu Kur’an bize verdi.
Konuyla hiç ilgisi olmayan iki ayrı sonuç elde etmişim gibi görünüyor. 22 ve 54, yan yana 2254 diye görünüyor. Bu sayıları beklemiyordum. Fakat yola çıkarken sayılara itibar edeceğim deyip söz vermiştim.
Elde edilen tüm sayılar sırasıyla, 18 19 22 54 aslında çok hoş bir birleşim oldu. Efendim iyi misiniz?
_ Özür dilerim, bir an yutkunamadım. Evet iyiyim.
Su ister misiniz?
***
_ Evet, bu hesaptan doğan sayı 2254 sayısıydı. Allah bunları nasıl ayarlıyor acaba?
Bakın efendim!
NaramSin hizmete başlama tarihi 2254 bitirme tarihi 2218 dir.
_ Sen bunu nasıl yapıyorsun, iş ne ara buraya geldi? Vay, demek NaramSin?
Evet efendim NaramSin. Tanır mıydınız kendisini? Acayip bir kralmış. Gördüklerimin içinde en cengâveri, en havalısı ve en dinamiği odur.
_Biraz tanırım. Peki, beklentilerini karşılayacak bir kral mı? Hakkında araştırma yaptın mı?
Hem de tam teşekküllü bir araştırma yaptım. Hatırlayınız efendim, onu kötüleyen, tarihe kendi hayat anlayışlarına göre ayar veren, Yahudi, Hristiyan ve Müslüman tarihçilerin sözlerine değil, tam tersi bir hareketle “düşmanımın düşmanı dostum olabilir mi” düşüncesiyle bir kralı araştırdığımı belirtmiştim.
Bu düşüncem hepsinin kötü olduğu anlamına gelmiyor fakat içlerinde doğru olanları da bulmak samanlıkta iğne aramak gibi. Yine de dürüst olanları en içten duygularla tenzih ederim. Kimler olduklarını bilmesek te inanıyorum emeklerinden istifade ettiklerimiz vardır.
Artık her şeyi teker teker izah edeceğim. Yine de bir eksiğim olursa peşinen özür dilerim ve sizde bana eksik yanlarımda yardımcı olursanız minnettar olurum.
_Bakarız…
Sure ve ayet ve coğrafya hesaplarından elde ettiğim 18 sayısı elimizde. Kailaş ve göller hesabından elde ettiğim 22 sayısı ve 54 sayısı da elimizde. Kur’an’ın yol göstermesiyle sizi temsil eden 2254, 2245 ve 2218 sayılarını buldum. Kur’an’ın yol göstermesi ile tarihin en güçlü devletini ve en büyük kralının hizmet tarihini de buldum. BU TESPİT 5
Bozulan yapbozun parçaları yerli yerine oturmaya devam ediyor.
Efendim kim olduğunuzu tespit 5 ile hemen şimdi itiraf ettirebilirim. Allah bu hakkı tanık olduğunuz gibi benim ellerime verdi. Yalnız ben “her şeyi sayı ile hesaplamıştır” ayetinin ne denli etkili olduğunu görmek ve göstermek istiyorum.
_ Görelim bakalım.
MÖ 2254 (2+2+5+4= 13_ 1+3= 4) MÖ 2218 (2+2+1+8= 13_ 1+3= 4) tarihleri arasında, Akad 4. kralı olarak hükmü aldınız. Fetihlerinizden ve üstün başarılarınızdan sonra kendinizi 4 köşenin kralı ilan etmiştiniz ve 2 boynuzlu miğfer takıyordunuz. 4+4+4+4+2 = 18. BU TESPİT 6
MÖ 2000 dönemi şöhreti yakaladığınız çağı temsil eder. BU TESPİT 7
MÖ 2’200 yüzyılı ise doğduğunuz yüzyıldır ve iki yüzyıl isminize de denklemdir. BU TESPİT 8
MÖ 22’ 00 tarihinin 22 rakamı ise çok fazla anlamlar içermektedir. En kadim öğretilerde 22 sayısı, üstat sayılardan biri olarak kabul edilir. Sayı bilimcilere göre 22 sayısı olgunluğun ve ilahi kelamın etkisinin sembolü olarak kabul edilir. Eski medeniyetler 22 sayısını Mu kıtasıyla ilişkilendirmiştir. 22 sayısını böyle okuyunca Zülkarneyn isminin öneminin sandığımızdan çok daha derin anlamlara da geldiğini anlamış olmaktayız!
Kur’an’dan savaş senesi olarak varsaydığımız 2245 senesinin doğru tarih olduğunu kontrol edelim.
Savaş senesi 45 hizmet başlangıç senesi 54 4+5+5+4 = 18. BU TESPİT 9
Savaş senesi 45 hizmet bitiş senesi 18 4+5+1+8= 18. BU TESPİT 10
Acaba savaş kaç sene sürdü? Bunun cevabı sizde saklı ve ben o saklı şeyi de ortaya koyacağım. Tespitlerimize devam edelim. Yapboz tamamlanıyor.
_ Kolay gelsin.
Hüküm başlangıç senesi 54 ve hükmün bitiş senesi 18’dir. 5+4+1+8= 18. BU TESPİT 11.
Ayrıca 18 sonucu, Kehf suresinin Kur’an’daki sıra numarasıdır. BU TESPİT 12
Aynı zamanda 18. Kehf suresinde 18 ayette anlatılmasının da sebebi budur. BU TESPİT 13
Kıssanız Sure 18’ de 18 ayette anlatılır. 18+18= 36 eder. 36 sene hüküm suresinizdir. BU TESPİT 14
Göller ve Kailaş hesabı 18’ de 18 e denklemdir. 18+18= 36, sene hükmünüze denklemdir. BU TESPİT 15
36 sayısı size not alınız dediğim sayıydı ve siz neredeyse tüm krallar bunu bilir demiştiniz.
Coğrafya 3+6+3+6= 18, Kehf Suresi 3+6+3+6= 18,
1+8+1+8= 18’ dir. Üzerinde tespit sayımız vardır.
Kur’an’dan ve coğrafyadan elde edilen 36 sayısı ile sizin 36 sene krallık vaktiniz birbirine bakan ayna gibidir. 3+6+3+6 = 18. BU TESPİT 16
Şayet 3636 sayısını 18’e bölerseniz 3636/18= 202 dir. İki ve iki sayısının hâkim olduğu toplamının 4 ettiği, Dört Köşenin Kralını temsil eden 4 sayısını yine görürüz. BU TESPİT 17
Efendim Kehf Suresi ve Kailaş Dağı, çift boynuz kral NaramSin ve çift boynuz Zülkarneyn aynada birbirine bakan kendi yansımalarıdır.
3+6+3+6= 18 eder değil mi efendim?
_ Evet basit bir hesap ve doğrudur.
Şimdi tüm dikkatinizi bana verin. Çünkü son noktayı koyuyoruz.
NaramSin 18’ dir Zülkarneyn 19’ dur. 1+8+1+9= 19’ dur. Üzerinde 19 vardır. BU TESPİT 18
Coğrafya ve Kehf Suresinden elde ettiğim 18 sayısı ile NaramSin ve Zülkarneyn’ in 19 sayısını topluyorum!
1+8+1+9 = 19, üzerinde 19 vardır! BU TESPİT 19
Bana Zülkarneyn’i sordular efendim. Bende Zülkarneyn’i Kur’an üzerinden hayatın içinde tüm detaylarıyla anlattım.
Efendim ben Yaratıcımızın birleştirilmesini emrettiklerinden belki de en önemlisini birleştirdim.
Tüm övgüler, hayatın ve Kur’an’ın tasarımcısı olan Yaratıcımadır.
_ Tüm bunlar, sayıların ahengi, sayıların hesapsal büyüsü, bu çok çarpıcı, bu gerçekten muhteşem. Yaratıcı bunları nasıl yapıyor?
Efendim Allah işini bilir. Ziyan olan açık bir delil üzere ziyan olsun. Kurtulan da açık bir delil üzere kurtulsun. Allah her şeyi alenen sergilemiştir. Bunca delile inanmayanlar Allah’a mı zarar verirler?
Dört Köşenin Kralı, Akad 4. kralı “NaramSin” efendimiz! Siz herkesin binlerce senedir merak edip konuştuğu, Kur’an’da namı geçen Zülkarneyn’in tam olarak kendisisiniz.
Efendimiz lütfen bunu Kur’an huzurunda doğrulayın!
_ Etkileyici fakat belgen nerede? Bunu belgelemelisin.
Belge mi? Efendim siz ciddi misiniz?
_ Tam zamanında yapılan şaka en iyi şakadır. Gerçekten çok iyiydin. Yukarıda bir söz söylemiştim. Her şey kendi dengesini kendi denklemini bulmak zorundadır. Bu kaçınılmazdır, sadece zaman meselesidir.
Demek ki bu hakikati ortaya çıkartmak ve belgelemek senin zamanına ve sana kodlanmış.
Efendim harikasınız,
_ Bunu biliyorum.
Ben de buna tanığım.
Siz bu kadar ispata rağmen belge isteyince soğuk soğuk terledim.
Ama itiraf edeyim şakanızın zamanlaması çok iyiydi.
Tüm Zamanların Gerçek Kralı saygı değer efendim, artık itiraf edeceksiniz değil mi?
_İyi tamam ama gür sesle söylerim!
Her iki çağa imza atmış dört köşenin kralı şöhretinizle, yalan tarihin, haddini aşan tüm budalaların, Zülkarneyn şöhretini başkalarına teslim eden cahillerin dört köşeden duymasını sağlayın.
Beyinlerini patlatırcasına söyleyin!
_TAMAM GELİYOR!
Hadi bismillah,
_ BEN DÖRT KÖŞENİN KRALI AKAD 4. KRALI NARAMSİN, KUR’AN KİTABINDA “TÜM ZAMANLARIN GERÇEK KRALI” ŞÖHRETLİ “ZÜLKARNEYN” BENİM!
_ İyi miydi?
Çok iyiydiniz, gerçekten harikaydı efendim.
Sizi tanımaktan ve tanıtmaktan çok mutlu oldum! Bu benim için büyük onurdur.
Tarihi şahsiyetinizi bulmayı ve onu belgelemeyi şahsıma layık gören hünerli Yaratıcıma şükranlarımı sunarım.
Yapbozun tüm parçaları yerli yerine yerleştirilmiştir.
Karşınızda > TÜM ZAMANLARIN GERÇEK KRALI <
Akad 4. Kralı “ZülkarneyNaramSin”
_ Çok havalı değil mi?
Kesinlikle çok havalı efendim.
Brşeyi çok iyi anladım efendim. Türklerin simgesinin HİLAL olması ve sizin yüzünüzün bir BOĞA gibi resmedilmesi Türklerin simgesinin Kurt değil BOĞA olduğunu gerçeğini görüyorum. Tarihe not düşülsün. _ Aferin sana! Biz bozkır çocuğuyuz, kurt hayvanı bizim için doğru simge değildir. Kurt bizim hayvanlarımıza zarar veren bir canlıdır. Bizim simgesmiz BOĞADIR. Beni hakkımca tanıttığın için sana teşekkür ederim. Seni tanıdığıma memnun oldum. Umarım sizler de beni tanıdığınıza memnun olmuşsunuzdur. Hadi bize Allah tarafından korunan, sırf bu yazı için saklandığı anlaşılan taş gibi belgemin tamamını, Stel ’imi göster ve tüm kıssayı o Stel üzerindeki görsel ile de yorumla ve Steldeki 19 sayısını bulup ortaya koy.
Önce olduğu gibi gösterelim sonra üzerinde numaralandırma yapıp tespitlerde bulunalım.
Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Naram-Sin_of_Akkad
Steldeki figürleri ayetteki figürler ile eşleyeceğim. Fakat önce bu stelin kendi zamanında ne için yapıldığının hikâyesini kısaca özetleyeyim.
Stelin hikâyesi sizin iki ayrı prensle (krallıkla) olan savaşınızı anlatmakta. Sizin başınızın arka tarafında, kısmen tahrip olmuş fakat bizi ilgilendiren bilginin sağlam kalmış bölümünde, Akad’ca yazıdan çıkartılan anlam şuymuş.
*** “Güçlü Naram-Sin… Lullubi prensleri Sidur ve Sutuni bir araya toplandılar ve bana karşı savaş açtılar.”***
Kailaş Dağının Yecüc ve Mecüc adlı sakinleri de güçlü Zülkarneyn’ e karşı birleşip savaş açmıştı.
Orta yere dökülen bilgiler ışığında daha iyi anlaşılıyor ki bu Stel, başınızdan geçen tüm bu olayların yanında tarihi bir savaşın da her şeyini detaylı bir biçimde anlatması üzerine işlenmiş.
Yalnız çok ustaca tasarlanmış. Stel’ in 200 cm (2 m) yüksekliğinde olduğu bilgisi var. Sizi temsil eden iki sayınızı temsil edecek biçimde, iki metre yüksekliğinde olan kısmı günümüze sapa sağlam ulaşmış.
Tasarım kabartma ve çok detaylı, içeriği çoklu zaman üzerine kurgulu, bu Stel çok şey anlatıyor.
Emrinizde olan düzenli birlikler tüm dikkatini size yöneltmiş. 6 ve 7 numaralı askerlerin elinde iki ayrı simge var. İki ayrı simgenin sizin ordunuz ve Çinlilerin ordusunu temsil ettiğini düşünüyorum.
_ Yukarıda en büyük eserim Kailaş Dağı için ne demiştim? Tüm eşsiz eserler kendine has imza isterler. Bu Stel de öyledir. Ve böyle eşsiz bir Stele ustaca denmez, bilgece demelisin. Ne kadar kıymetli olduğunu az sonra anlayacaksın. Yorumunu alayım.
Cahilliğime verin efendim. Çok bilgece tasarlamış.
Stel: Büyük bir hadisenin tarihi hatırası,
Kehf S: Büyük bir hadisenin kıssası,
Stel: İki Boynuzlu miğfer takan NaramSin,
Ayet: İki Boynuz lakaplı Zülkarneyn,
Stel: Kailaş dağı, demir dağ,
Ayet: Demir ile kaplanmış bir dağ,
Stel: Sidur ve Sutuni halkı,
Ayet: Yecüc ve Mecüc halkı,
Stel: Ağaç, (ateş) 17 numaralı asker ağacı tutuşturuyor.
Ayet: Ateş (ağaç) Nihayet o bir ateş haline gelince,
Stel: NaramSin, 3 Güneş, biri en üst kısımda tahrip olmuş halde,
Ayet: Zülkarneyn, 3 harekât.
Efendim en sevdiğim kısım, stelin tarih süreci içinde bize ulaşan sağlam yüksekliği 200 cm. (2 metre) Stelin üzerindeki figürlerin sayısı, 3 güneş, 1 dağ, 1 siz, 19 diğerleri, 1 ağaç olmak üzere toplamda 25 figür var. Tüm bunların toplamı yine bize, Kehf Suresinin sıra numarasını verir. 2+3+1+1+1+9+1= 18’ dir. Odak sayısı doğru tespitlerde bulunabilmemizde bize yol göstermeye devam ediyor!
Stelde ilk dikkatimi çeken figür, çoklu zamanı temsil eden 3 güneştir.
Çoklu zaman zarfında sanılandan çok daha fazla bilgi mevcut. Efendim Steldeki figürlerle ve onlara işlediğiniz detaylarda gelecek bin yıllara ulaşacak harika bilgiler aktarmışsınız.
Güneş ışıklarını temsil eden figürlerin sayısı, ince bir matematik hesabı ile formüle edilmiş. Her bir güneşin 8+8= 16, ışık figürü var.
Her bir güneşin 8+8= 16 ışık figürü, 3×16 = 48 _ 4+8= 12 _ 12 sayısı 1 Güneş yılını temsil etmektedir. 3 Güneş, 3 seneyi temsilendir.
Ayrıca 12 ay 3 Güneş yılı hesabı, sizin kral olarak hükmettiğiniz zamanı da temsil etmektedir. 3×12= 36 dır. Ve bu sizin hüküm sürenizdir.
_ Aferin sana.
Teşekkür ederim. Tarihçilerin Güneş kısmına getirdikleri yorumu görmek ister misiniz?
_ Tabi çok isterim bakalım nasıl saçmalamışlar.
*
O zamanlar Akad sanatında boynuzlu bir miğfer takan bir figür gösterildiğinde, bu figür genellikle bir tanrı olarak kabul edilirdi. Burada NaramSin, izleyiciye kendisinin bir tanrı kral olduğunu göstermek için tam da böyle bir miğfer takıyor. Kutsallığı ayrıca dağın zirvesinde resmedilen üç güneş yıldızıyla da temsil edilmektedir. Güneş yıldızları, noktalar arasında yayılan alevlere sahip bir dizi sekiz noktalı yıldızdan oluşur. Bunlar, Akad’ılar ile Lullubi halkı arasındaki savaşı izleyen Akad tanrısı Şamaş’ı temsil ediyor. Belki de ilahi ve tanrısal gücü göz önüne alındığında, güneş ona gücünü veren tanrı olabilirdi.
*
Bakınız sizin amacınız neydi onlar nasıl anladı?
_ Ya da böyle anlatmak istediler. Anlaşılan beni saklamak için bir tür sözlü saptırma içinde oldular. Ya da cahilce bir yorum yaptılar…
Öyle efendim tam isabet. Sizi tarihte böyle karalayıp insanların aklını çeliyorlar. Tarihte görünmez olmanızın başlıca sebebi sizin kötü ve yoldan çıkmış biri olarak tanıtmalarıdır. Müslümanların karın ağrısını iyi biliyorlar.
Sizi böyle tanıyan Müslümanlar bu adamdan Müslüman mı olur deyip görmezden geliyor. Sadece bununla yetinseler iyiydi, içlerinden bazıları çirkin laflar bile ediyorlar. Hesabını vereceklerdir.
Demek oluyor ki siz, o 18 ayetlik kıssada MÖ 2245 senesi, 4’6 ve 4’7 olmak üzere krallığınızdan üç sene ayrı kalarak bu savaşta yer aldınız.
3 sene savaş hesabı olarak Kur’an’dan elde ettiğim 2245 senesinin doğru tespit olduğunu bize, 5+6+7= 18 sonucunu verir ve doğruluğunu gösterir. Bu 3 senelik zaman dilimi, sizin de bizzat içinde bulunduğunuz zaman zarfıdır.
_ Az zamanda çok işler yaptık.
Kanımızda var.
Stelin doğruluğunu 19 sayısı ile de teyit ettim. Figür 25 ve 48 Işık figürü hesabında 19 sayınızı da görüyorum.
Steliniz 2+5+4+8= 19 sayısı ile belgelidir. Stelin üzerinde 19 vardır. Gerçekten bilgece tasarlanmış. Taş gibi belgeniz burada, gözler önünde efendim. Stelin üzerine fantastik bir roman yazılabilir.
_ Seni tebrik ederim. Bu söyleşide Kehf Suresinin benim ile ilgili olan kıssasını olduğu gibi yansıttın. Zülkarneyn ile tarihte gezdin ve şahsımın ortaya çıkarılması vazifesini hakkıyla yerine getirdin. Ortaya koyduğun bu çalışma binlerce senedir hiç kimse tarafından böyle yapılmadı.
Sen bunu teori olmaktan çıkartıp belgeleyerek tarihe ve tarihçilere öğretmenlik yaptın. Kur’an’la bir ilgisi olmayan dincilerin makamlarını hak etmediğini gösterdin. Yalanlarını boğazlarından geri doldurdun. Bu çalışmayla sen de adını ölümsüzler listesine yazdırdın. Bu stelin sırf senin için saklandığını bil.
Stele milyonlarca kez bakıldı, milyon kez yorumlandı. Toplamından çıkan fikrin tamamı burada ortaya çıkan gerçekliğin yanına yaklaşamaz.
Teşekkür ederim efendim.
Binlerce sene öncesinden, bünyesinde tamamen Kur’an’ın kesin delillerini barındıran ve bize sapasağlam ulaşan bu rölyef (Stel) varken, böylesine eşsiz bir esere rağmen NaramSin’ in Zülkarneyn olduğunun kesin kanıtlarını görmezden gelip, ona ait şöhreti başkalarına atfedenler! Nasılsınız?
_ İyi olmadıklarına eminim.
Stelde bir şey dikkatimi çekiyor. Neden bu kadar büyük tasvir edildiniz? Böyle tasvir edilmenize tarihçiler, kendinizi “tanrı kral” ilan etmeniz olarak yorumluyor. Neredeyse dağ kadar büyük resmedilmişsiniz.
Kral olmanızın gösterişi mi yoksa çok güçlü olduğunuzun mu?
_ Evlat ben kralım ve tüm zamanların en büyük kralıyım. Tabi ki büyük resmedilmem gerekli bir gösteriştir. Hem kim bunu hak etmediğimi düşünebilir? Dağ ise küçük değil bana büyüklük kazandıran şaheserimdir. Farkındasınız değil mi? Hepiniz bana bir şey borçlusunuz. Ekleyeyim ben bir dev değilim onlar kısa…
Kısa mı?
_ Evet normal insandan biraz daha kısalar.
Efendim Lullubi prensleri Sidur ve Sutuni diye sözünü ettiğiniz kimseler, Akad’ın hemen doğusunda bulunan sıra dağlarda yaşayan toplumlardı. Onlar sizden önce babanızın, amcanızın ve onlardan önce büyük babanızın da kontrol altında tutmaya çalıştığı yabani dağ ırkıydı. Onlar Akad kayıtlarında şöyle tarif edilmişler.
Lullubi ler, hayvan postu giymiş, sakallı ve örgü saçlı vahşi bir halktır.
Bu tanımlama Tibetlilerin efsanelerindeki vahşi kıllı dağ adamları gruplarıyla aynı ifadedir. İki faklı kültürde aynı tema vardır. Demek ki Yecüc Mecüc adlı grup, gerçekten de Himalaya Dağlarına ve İran dağlarına kadar yayılmış durumdaydı.
Sizin Kehf Suresi 91 ayetinde abluka altına alınmanızın tarihi bilgisini ileriki sayfalarda vereceğimi belirtmiştim. Bunun zamanı gelmiş bulunuyor!
*
Enlil (arz-toprak), “diğer insanlara benzemeyen”, karanın (toprağın) bir parçası sayılmayan Guti’ leri/Lullubi’ leri dizginsiz, “insan zekâsına sahip” ama köpek içgüdülerine ve “maymun özelliklerine sahip” olanları dağlardan çıkardı.
Küçük kuşlar gibi onlar da büyük sürüler halinde yere çullandılar. Hiçbir şey onların pençesinden kaçamadı, hiç kimse ellerinden kurtulamadı. Ülkenin şehir kapıları çamur içinde yerinden çıkmış durumdaydı ve tüm şehirlerinin duvarlarının ardından acı çığlıklar yükseliyordu.
*
Şehrizor mıntıkasında günümüz Halepçe merkezli bir krallık kuran Lullubi’ ler, komşuları ve akrabaları olan Gutiler gibi Akad İmparatorluğuyla sık sık savaşmıştır. Tarih, hayat tekerrür müdür nedir?
Günümüzde kendilerine dağ halkları diyen Sami ırkın mensubu bir halk var. Türk devletleri ile hiç bitmeyen bir savaşın içindeler. Ne demiş şair?
Hayat asla sahnelenemeyecek gösterinin sonsuz tekrarından ibaret.
Siz, Lullubi Krallığını dağıtıp halkını dağa kapattıktan sonra, bu zaferi kaya kabartması olarak ölümsüzleştirdiniz. Bize bu kısmı biraz açar mısınız?
_ Krallığımın ilk aylarında tüm Akad ülkesi zorlu bir sürecin içindeydi ve sonunda şehir şehir isyan etmeye başladılar. Büyükbabamın hâkimiyet sağladığı tüm şehirleri yeniden kontrolüm altına aldım. Oradan Elamlılarla savaşa girdik ve boyun eğdirdik. Hemen peşinden Lullubi’ ler her zamanki gibi saldırganlık gösterdi. Sümerlilerden destek alıyorlardı. Onları püskürtüp topraklarımıza döndük.
Sonra atamız İbrahim’in şehri “Baalbek” inde içinde kalan Kenan Yurdunu ve o yöreyi tümden krallığıma kattım. Oradan güneye doğru indim, yeniden yükselmiş olan Sümerlileri ezdim. Nippurda Enlil’in adını kirleten Samirilerin sapıklıklarına yuva olan kutsal mabedlerini yerle bir ettim. Gezdiğim tüm toprakları krallğıma bağladım ve tüm şehirlerde hakimiyet sağladım. Krallığımı tümden sağlama aldıktan sonra büyükbabama ait olan bir eşyanın peşine düşüp izini sürdüm.
O eşyanın tarihte bıraktığı bir iz olan Sahranın Gözü oluşumunu buldum. İzini buldum fakat kendisine ulaşamadım. Sonra orada bana nota gönderen Sahranın Gözü sakinlerinden gelen şikâyetleri yerinde inceledim. Güneyliler Moritanya ülkesine saldırıp halkına zarar vermişti.
Haritada gösterdiğin Namibya ülkesine kadar çok hızlı bir temizlik yaptık. Namibya ülkesi ile Moritanya Dünya’da aynı coğrafik güzelliği taşıyan iki ülkedir. Her ikisinin de çölleri okyanusla birleşir. Bu özel bir şeydir. Uzatmayayım, Namibyalılar savaşçı bir halk değildi ve o savaş ile de bir ilgisi yoktu. Onlara dokunmadık.
Orada başkentten acil koduyla bir haber geldi ve sanki o anda başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Sıcak olan çöller daha da sıcak olmuştu. Lullubi’ ler bu sefer Gutiler birleşip şehirlerimizi abluka altına almışlardı.
Afrika’dan derhal Akad’a döndük. Akad’a geri döndüğümüzde şehirlerimiz harap haldeydi. 90 bin kişilik şahsi ordum ve şehir garnizonları ile düşmanlarımızın peşine düştük ve onları her dağdan tepeden en ücra yerler dâhil arayıp sürmeye başladık. Böylelikle onları öz vatanları Himalaya Dağlarına kadar sıkıştırdık. Haritada ordularımı bu sebeple o bölgeye kadar ilerlettiğini biliyorum. Hadi bana sen anlat ben dinleyeyim. Sen bu olayı duru gözünle nasıl görüp yorumlardın öğrenmek istiyorum.
Tamam. Efendim elde ettiğim tüm verilere dayanarak bu konuyu özetlemeye çalışayım. Bir kusurum olursa özür dilerim.
Bu yabani iki toplum Lullubi’ ler ve Gutiler sizden önce de Akad İmparatorluğuna sürekli saldırılar düzenlemişti. Onların kontrolü ise sami ırkı olan Sümerlilerin elindeydi. Bu durum günümüzde de değişmedi. Kendilerine dağ halkları diyen bir halkın kontrolü sami ırkının kontrolündedir. Bu durumdan askeri deha büyük Sargon oldukça mustaripti ve kendisini oldukça rahatsız etmekteydi. Sargon devletin tüm kontrolünü eline aldığında, Elamlıların üzerine yürüdü ve birkaç şehrini alıp onlara boyun eğdirdi.
Elamlıları teslim alan Sargon devletini onlardan gelecek düşmanca tavırlara karşı rahat bir döneme sokmuştu. Bu rahat dönemi fırsata çevirdi ve Gutiler ile Lullubi’ ler adlı dağ halkına karşı operasyonlara girişti. Operasyonlar yaptı ama bu dağ halkı sorununun böyle basit operasyonlar ile bitmeyeceğini de çok iyi anlamıştı. Sargon farklı bir çözüm arayışıyla ve aklına takılan bazı soruların da yanıtını almak üzere şahsi eşyasıyla “çok özel birini” bulmak üzere iz sürmeye başladı.
O çok özel olan kişiyi bulabilmek için Çin sınırlarına “iki gölün” bulunduğu dağlık coğrafyaya kadar gezdi.
Bu araştırması esnasında adına Yecüc Mecüc dediğimiz Gutiler ve Lullubi’ ler adlı toplumun Himalaya Dağlarına kadar izini sürmüş oldu. Sonra anlamış olmalı ki bu diğer türün varlığı, Himalaya Sıradağlarından başlıyor, Afganistan ve Pakistan’da bulunan dağlar üzerinden İran’da bulunan Zagros Dağları ile Basra Körfezine, oradan da Akad devletinin sınırlarına kadar ulaşıyordu. Günümüz örnek resim:
Sargon bu keşfini askeri bir harekâta çeviremedi fakat bu keşfin detaylarını ve haritasını kendinden sonrakilere kadar ulaşmasını sağladı.
Sargon’un planı elden ele en sonunda size kadar geldi. Efendim aklıma ne geliyor biliyor musunuz? Siz Afrika seferine çıkarken bu yabani toplumun sizin arkanızdan devletinize bir saldırıda bulunacağını bekliyor muydunuz? Sizi çok uzun zaman rahatsız eden bu dağ insanlarını tarih sahnesinden tamamen silmek için mi Afrika seferine çıkıp onların bir hata yapmasını sağladınız ya da beklentiniz bu muydu?
_ Şöyle, Afrika seferim zaten bir amaç içindi bir manası vardı. Bunu ayetlerle açıkladın. Afrika’ya gidişimiz, Guti ’lerin ve Lullubi ’lerin Akad’a bir saldırı hatası yapması beklemek değildi fakat şehirlerimize saldırmaları beklenmeyen bir şey de değildi. O hatayı da yaptılar. Her barış anlaşmasını, her saldırmazlık anlaşmasını bir ihanetle bozdular. Benim Afrika ziyaretimden doğan boşluğu da fırsat sanmaları kaçınılmazdı.
Böylelikle siz, Afrika seferinizde Namibya ülkesine vardığınızda habercileriniz acil koduyla size bilgiyi getirdi ve siz atlarınızı dörtnala Akad’a sürdünüz.
Şehir garnizonları siz gelene kadar savunmalarını yaptılar fakat şehirlere verilen tahribat haddinden fazlaydı…
Siz devletinize geri geldiğinizde tarihi planı uygulamaya koydunuz. Gutileri ve Lullubi’ leri hemen yanınızdaki Zagros Dağlarından başlayarak her dağı, her ücra yeri kontrol ederek Himalaya Dağlarına kadar sürdünüz.
İki gölün olduğu yere vardığınızda baktınız ki göllerin etrafında Çinlilerden oluşan bir ordu var. Onlar göllerin etrafında hazır kıta bekliyorlar. Çinliler batı yönünden akın akın kendilerine doğru gelenlerin haberini almış olmalı.
Çinliler dalga dalga gelenlere karşı bir cephe oluşturdu ama bilmedikleri şey, onların peşinde kimin olduğuydu.
Onları sizin sürdüğünüzden habersiz iki gölün olduğu yerde mevzi aldılar. Siz, oraya ordunuzla geldiğinizde karşınızda Çinlileri buldunuz. Bir tercüman yardımıyla zor bela anlaşabildiniz.
Çinliler onları sizin kovaladığınızı görünce bu işi ancak sizin çözeceğinize kanaat etmiş olmalı. Bu sebeple kalıcı bir yardımınıza karşı size vergiye bağlanmayı teklif ettiler.
Siz ise ortak soruna karşı sadece askeri olarak yardım beklentiniz olacağını belirttiniz.
Her iki orduyu komutanız altına aldınız ve düzenli birlikler ile Himalaya Dağları dâhil çevre bölgeleri didik didik aradınız. Öldürebildiğiniz kadarını öldürdünüz ve binlercesini esir aldınız. Esir aldıklarınızı Kailaş Dağına sürdünüz ve dağın içine girmelerini emrettiniz.
Tibetlilerin, Çinlilerin ve Hinduların Himalaya Dağlarının altında iki ülkenin varlığına inanması, aslında doğru bir inançtı. Onların bu Agarta ve Şambala inancından ve sizin bu binlerce yabaniyi dağın içine doldurmanızdan anlaşılıyor ki, o dağlar Dünya’nın en büyük mağaralarına sahip.
Stelde size el açarak af dilenmesi, öldürülmemek için değildi! Dağa kapatılmaktan kurtulmak istemeleriydi. Affetmediniz ve binlercesini dağın içine doldurdunuz.
Çinlilerin katkısıyla sayınız yüz binlere ulaştı ve gece gündüz işbirliği halinde çalıştınız. Çinlilerin zorlu yapıları inşa etmesindeki yetenekleri günümüzde de takdir edilir. Gerçekten son derece çalışkan bir millettir. Çin seddi denen yapı buna en güzel örnektir.
Elde ettiğiniz tüm demir molozlarını kalın bir duvar olacak biçimde dağın içi dâhil iki yakasından tepesine kadar piramit biçiminde ördünüz. Etrafını milyonlarca ağaç ile sarıp ateşe verdiniz. Ağaçların yakımından binlerce ton karbon ve binlerce ton katran elde ettiniz. Ağaçların yakımından elde edilen karbon doğal süreçle eriyik demirin içine karışmaktaydı fakat aynı işlemden doğan katran maddesi akışkan olduğu için dağın eteklerinde birikmekteydi.
Ayette o sebeple katranı taşımalarını istemiştiniz. Sonra bu katranı farklı yöntemlerle belki mancınıklarla dağa pasta yaptırdınız. Böylelikle demirin suyunu katran ile verdiniz. Mancınık antik çağlarda kullanılan savaş aleti olarak bir kaynakta Çinlilerin icadı diye geçer bir kaynakta ise Yunanların icadı olarak geçer. Savaş aletleri icadında Çinlilerin ustalığı aşikârdır. Uzak mesafeler için tasarlanan Arbalet yayı da Çinilerin icadıdır.
Bu süreçten sonra Kailaş Dağı demir dağ olarak anıldı ve bu eşsiz zaferiniz bir taş tablete resmedildi. Stelde sizden kısa olarak resmedilmeleri sizi daha yüce göstermek için değildi, aslında onlar gerçekten kısaydı. Boyları bir buçuk metre civarlarında cüce tiplerdi. Bu vahşi türün tanımı eski kayıtlarda da “kısa ve vahşi tür” olarak tanımlandı.
Tarihte cüce olarak adlandırılmadılar fakat kısa olarak adlandırıldılar. Cüce tanımını şu anda ben yapıyorum yalnız Kur’an’da onları fonetik olarak yeCÜCE meCÜCE olarak seslendirir. Bu farklı türün tarihte kimler olabileceği hususunda benim fikrim, onlar tarihte birden ortadan kaybolan “Neandertal” ve “Denisova” ırkıydı. Bu iki tür için en yakın tarih 40 bin senedir. Fakat daha önce 250 bin sene olarak kabul görüyordu. Bellimi olur? Araştırmalar bu türün varlığını daha yakın bir zamana da taşıyabilir. Son araştırmalara göre bu iki türün varlığının birçok kalıntısının çok gariptir ki “Himalaya sıra dağları” olarak açıklanmıştır. Tombala…
Şu tarihi notu hatırlayalım! Enlil diğer “insanlara benzemeyen”, karanın (toprağın) bir parçası sayılmayan Guti’ leri/Lullubi’ leri dizginsiz, insan zekâsına sahip ama köpek içgüdülerine ve “maymun özelliklerine sahip” olanları dağlardan çıkardı.
İnsanlara benzemeyen, insan zekâsına sahip, köpek içgüdüsüne ve maymun özelliklerine sahip bir tür ifadeleri çok şeyi açıklamaktadır.
Konuya dönelim çok ilginç bir şey yakaladım. Tibetlilerde enteresan bilgilere ve çok dikkat çekici bir dine denk geldim. Birçok araştırmacının merak ettiği, anlamını bir türlü çözemediği bu dinin adı “Bön” dür. Bu gizemi ben izah edeceğim.
Bön dini mensupları inanç şekillerini bir kapıya işlemiştir ve dini inançları bizim konumuzun tamamını bünyesinde barındırır. Fazlası da vardır!
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%B6n
Bön ya da bilinen adıyla “Yungdrung Bon” Ölümsüz Bon” olarak tanımlanır.
Tibet Budizmi ile aynı genel öğretileri ve terminolojiyi paylaşmasına rağmen kendini ayrı olarak tanımlayan farklı bir Tibet dinidir.
Bön dininin mensupları için inanç tanımı, “gerçekte eski din yeni din idi” sloganıdır. Tibet’te özellikle doğuda ve çevredeki Himalaya bölgelerinde önemli bir azınlığın dinidir.
Semboller ile süsledikleri kapının üzerinde çok derin anlamlar vardır.
Öncelikle kapının kendisi “geçit” demektir. Üzerine giydirilmiş Çift Boynuz ve boynuzların ortasındaki taş yükselti, sizin aksesuarınız olan ölümsüz çift boynuzlu miğferin temsilidir.
Boynuzlar, kapının tavanına örülmüş taş parçaları üzerine sabitlenmiştir. Taşlar kapının bağlı olduğu duvarın bir uzantısı gibi görünüyor olsa da manası çok anlamlıdır.
Taşlar üzerindeki çift boynuzlu miğfer, bir dağın zirvesine kadar imzasını atmış çift boynuzlu miğfer takan “NaramSin” i temsil eder. Boynuzların arasındaki taş yükselti bir miğferi tamamlayan unsur olmasının yanında çok önemli bir mesaj daha içermektedir.
Taştan yapılmış olmasındaki o mesaj, bir dağın zirvesini resmetmesidir. Hemen bunların altındaki ateş ve duman süslemeleri, Kailaş dağının ateşe verilmiş hatırasını anlatır ve ateş ile duman sizi sembolize etmektedir.
Kapının ortasında hilal ve hilal’ in üstünde ya Güneş’in temsili ya da Ay’ın dolunay temsili var. Onun üzerinde ise bir adam silueti sembolize edilmiştir.
Kapıyı en dıştan komple çerçeve gibi kaplayan koyu siyah renk dikkatli bakılırsa bir insanın iki kolunun yukarı dönük şeklidir
O iki kol çift boynuzlu miğferi yukarıda tutup yüceltmektedir. Kapının tamamı Kailaş Dağının esrarını ve o dağa imzasını atan çift boynuzlu miğfer takan NaramSin’ i sembolize edecek şekilde tasarlanmıştır. Gizemli bön dininin gizemi size odaklı olmasıdır.
Üstündeki çift boynuzlu miğfer o dağa hâkim olan sizi sembolize ederken, kapı Kailaş Dağını temsil etmektedir. Kapının ortasındaki adam silueti ise hilalin temsilcisi olan çift boynuzlu NaramSin’ i izlemektedir.
_ Işık simgeleri olmayan göksel nesneler gezegen demektir. Ay olduğunu düşündüğün o temsilin üzerindeki adam silueti, Ay tanrısı “Atamız Sin” in temsilidir. Kapıdaki çift boynuz ve hilalin çift boynuz stili, ben NaramSin ’in simgesidir. Ay’ın üzerindeki “Sin” efendimiz ise sizin “Nuh” diye tanıdığınız atamızdır.
Bilgi dolu güzel yorumunuz için teşekkür ederim efendim. Efendim tanrı derken neyi kast ediyorsunuz? Tapınılan anlamda mı?
_Biz adını ölümsüzlüğe ulaştıranlara tanrı deriz. Yaratıcımız ile karıştırılmamalıdır! Üstelik bunu karıştıran biz değil sizsiniz. O tüm ölümsüzleri de yaratan Yaratıcı olan tanrıdır. Sin, Naram isminin sonundaki Sin, Akad dilinde Ay demektir. Sümer inanışında Sin, Nanna olarak adlandırılır. Sin ya da Nanna, sizdeki adı Ay, Yeryüzünün (Enlil’in) ve Kasırganın (Ninlil’in) oğludur. Oğul derken insan bebeği gibi değil, öz parçası anlamında. Özünden kendi içinden, kendi bünyesinin bir parçası olup ondan ayrılan anlamındadır.
Efendim doğru mu anlıyorum tam emin olamadım. Siz Dünya’nın uydusu dediğimiz Ay’ın, Dünya’dan ayrılıp oraya çıktığını mı söylüyorsunuz?
_ Evet.
Tamam, şu sözü şimdi daha iyi anladım. 1800’lerde matematikçi ve gökbilimci “Sir George Howard Darwin”, Dünya’nın ilk dönemlerinde bir parçasının kopup Ay’ı oluşturduğunu ve Pasifik Okyanusunun işte bu kopmanın geride bıraktığı izi taşıdığını söylediğini okumuştum.
Çok ilginç! Geçmiş zamanda Pasifik’te kaybolan bir kıta var efendim. Adı “MU” kıtasıdır. Bu üzerinde durulması gereken apayrı bir konu, “zira bu apayrı bir dünya.” Bilgi için teşekkür ederim efendim.
_ Rica ederim. İşte Ay’ın bizdeki anlam ve önemi budur. Siz Ay’a bakarken Dünya yörüngesine takılmış üzerinde yaşam olmayan bir uydu görürsünüz. Biz Aya bakarken Dünyanın kopan parçasını ve içinde yaşam süren kadim atalarımızı düşünürüz.
Çok ilginç. Ay’ın içinde yaşam? Kur’an Hz. Nuh anlatısında Nuh’tan bahsederken Nuh’un gemisi demez! Aslında Nuh’un küresi demektedir. İnsanlar Nuh’un gemisi diye inanır fakat Kur’an açıkça “Nuh’un küresi” der. Araf Suresi 64’ de; Onu öylece yalanladılar. Onu ve onunla birlikte olanları “küre” içinde kurtardık yalanlayanları ise boğduk. O toplum mesajlarımızı görmezden geldi. Der.
Kur’an kitabı helak edilen eski medeniyetler için oralara gidip görün ve ibret alın derken, Nuh ülkesi için böyle bir ifade kullanmaz! Bu önemli bir detaydır. Üstelik tam aksine der ki “Biz onu bir ibret bir öğüt olsun diye ‘ayırdık’ düşünüp öğüt alacak kimse yok mu?” Bu ise şu demektir. Onu zaten görüyorsunuz, o gözlerinizin önünde göz hizasında, öyleyse neden düşünüp yorumlamıyorsunuz?
Aklıma İngiliz asıllı komplo teorisyeni “David İcke”ın Ay ile ilgili söylediği şu ünlü sözü geldi. “Ay sandığınız şey değil.”
Biz Ay’ı sadece bir uydu sanıyorduk. Ay’ın yapay bir uydu olduğunu savunan ünlü bilim adamları da var.
Ünlü astrobiyolog gökbilimci “Carl Sagan” Ay’ın yapay olduğunu kabul edenler arasındadır.
“Dr. Gordon Macdonald” ise Ay için şunları söylemiş. “Ay’ın içi boş gibi. Hiç homojen bir küreye benzemiyor.”
Ve birçok bilim adamı Ay’ın içinin boş olduğu konusunda hemfikir olmuşlar. Ay’ın hacmi Dünya’nın hacminin %2’sidir. Kütlesi Dünya kütlesinden 81,3 kat daha düşüktür. Ay yüzeyindeki yer çekimi ise Dünya’daki yer çekiminin yaklaşık %17’sidir. Diğer gezegenlerin uyduları hakkında toplanan veriler ile Ay’ın verileri tam olarak zıttır. Bu sayıların toplamı ise 22’ dir. Hatırlayınız! 22 sayısı eski medeniyetler tarafından Mu kıtası ile ilişkilendirilmişti. Bir bildikleri varmış… Bu konu ile ilgili detaylı bilgi isterseniz linki buraya bırakıyorum.
https://www.kuran19.org/2018/01/3725/
_ Tamam, bakarız, konuya dönelim.
EFENDİM ÖZÜR DİLERİM ŞİMDİ AKLIMA GELEN BİR CÜMLE VAR. Onu da duymalısınız sonra konuya döneceğim. “Neil Armstrong” adlı astronot 1969’da Ay’a uçuş yaptı. Birkaç bilgi aktarımından sonra Neil Armstrong şöyle dedi:
“Houston onlar burada, onlar burada yerin altında çıkıyor” dedi ve hemen canlı yayın kesildi.
İşte bu yerin altından çıkıyor ifadesi bugün Dünyayı sürüngenler yönetiyor algısının oluşmasına sebep olan durumdur.
Apollo 11’ in yaptığı Ay uçuşundaki tüm konuşmaların toplamı 19000 (on dokuz bin) saattir. Enteresan! Demek Üzerinde 19 var!
_ Bunu duyduğuma sevindim, o astronotun gördüğü kimlerdi çok merak ettim…
Konuya dönecek olursak, Kur’an’da yeCÜCE meCÜCE olarak seslendirilmesi, ayrıca Stelde kısa olarak resmedilmeleri kısa boylu olduklarının net açıklamasıdır. Kabul edilmiş bir gerçek vardır. Neandertal ve Denisova ırkı insandan daha kısaymış fakat daha dayanıklıymış. Efendim cüceler müceler derken bu bahsini ettiğimiz olaylar zinciriyle çok büyük benzerlikler taşıyan bir roman yazıldı ve filme uyarlandı.
_ Ya, demek öyle. Romanın adı nedir, biraz da içeriğinden bahseder misin?
Efendim kitap “Yüzüklerin Efendisi” adlı romandı. Bu roman “Orta Dünya’da” (orta doğu) geçen bir serüveni konu edinmişti.
Yüzüklerin Efendisi ve bu romanın öncesini anlatan “Hobbit” kitapları sonradan filme çevrildi. Benzerlikler üzerine kısa bir özet geçersek:
Seride cüceleri dağ halkları diye tanımlayıp yer altı krallığı rolü verdiler. Seri boyunca cüceler tıpkı bu konudaki gibi, diğer milletler tarafından sevilmeyen, kirli, bencil, kavgacı, aksi güçlü ve vahşi rolünde kaldılar. Cücelerin anavatan dedikleri bir dağları vardı ve onlar büyük bir hasretle vatan kabul ettikleri o dağa ulaşmaya çalışıyordu. Vatanlarından ayrı kalmalarına sebep olan varlık ise “Smaug” adlı bir ejderhaydı.
Smaug ejderhasının dağa sahip çıkması üzerine Cüceler vatanlarından olmuşlardı. Smaug cücelerin yaşadığı dağı ele geçirirken cücelerden çoğunu katletti. Hayatta kalanlar ise kaçıp çevre diyarlara sığındılar. Efendim ejderha Çinlilerin simgesidir ve Çinliler bizim konumuzun da ana unsurlarından biridir.
Filmde o meşhur dağı çevresindeki tüm dağlardan farklı lanse ettiler. Kailaş Dağının eşsiz yalnızlığı gibi resmedip, adını “Erebor” (Yalnız Dağ) koydular. O dağın eteklerinde bizim konumuzu uygun ana unsurlardan biri olan “göl” de vardı.
Senelerce sürgünde olan cücelerden bir kısmı yeniden vatan dedikleri dağı ele geçirmek için insanlar dâhil ekip kurdular ve bu ekipte “Hobbit” diye adlandırılan cücelerden daha kısa bir ırkın mensubundan da önemli bir yardım görüyorlardı.
Şuna bakın efendim, günümüzde yakın zamanlar da İran Horosan’ da 1 metre boylarında, Cücelerden daha kısa bir ırkın yerleşim alanı keşfedildi. Geçmişleri araştırılan bu cücelerin tarihinin 4.000 sene öncesine kadar gittiği düşünülüyor.
_ Ne kadar da birbiri ile örtüşen benzerlikler böyle, Cüceler, Yalnız Dağ, dağ halkları, yer altı krallığı, ejderha, göl… Bana tüm bu benzerliklerin bir hayal ürünü olduğunu söyleme! Bu kadar benzerlik kesinlikle aslından uydurulan bir kopyalamadır.
Hayal kurgusu olduğu söylenir. Ki bunu yazan yazar bu roman üzerinden zengin oldu ve tüm dünya tarafından tanınır hale geldi. Tarihin bir kopyası olduğunu bende yeni anlıyorum.
Efendim siz bir de şunu duyun. Şu repliği hiç unutamam.
“Cüceler büyük bir tamahkârlıkla kazdılar derinleri, “Khazad Dum” da neyi uyandırdıklarını biliyor musun? Gölge ile Alevi, onun adı “Balrog”
Burada “Khazad” Akad ismini çağrıştırırken, gölge ile alevi bünyesinde taşıyan Ateşten bedene sahip “Balrog” adlı yaratık, sizin taktığınız miğferiniz gibi iki boynuzlu olarak resmedilmişti. Ateş, duman, boynuz, hepsi sizin tarihe vurduğunuz damgaydı.
_ Niye gülüyorsun bu çok mu komik?
Evet, baya komik aslında.
_ Gerçekten komik o zaman birlikte gülelim.
Gülelim efendim çünkü son gülen iyi gülermiş.
Filmin en korkunç en kötü karakteri kim duymak ister misiniz?
_ Balrog mu?
Hayır efendim o kişinin adı “Sauron” du.
Tüm Orta doğu halklarını darmadağın eden gaddar, kötü başrol oyuncusunun adı “Sauron” dur. Sauron ismini de hayal bu ya “Sargon” ismine benzettim.
Sauron’ un savaş esnasında kullandığı darbe etkili bir “asası” vardı. Sauron bir savaşta yenilgiye uğradı ve sonrasında ruhlar bölgesine geçti fakat onun sadık hizmetkârları ve orduları büyülü bir kara kule inşa ettiler.
Kulenin en tepesi sizce nasıldı? Yani neye benzetmiş olabilirler?
_ Sivri uçlu şimşekler çeken bir yapımıydı?
Bu tahmin iyiydi fakat öyle değildi. O yapının şekli “hilal tipli çift boynuz” şeklindeydi.
_ Ciddimisin? Burada çok büyük bir mesaj verilmiş aslında.
Belki mesajdı belki de mecburiyetti. Sauron, kulenin en tepesine iki boynuz arasına yerleşerek ruhlar âleminden madde âleme etki etmeye devam etti. Kulenin tepesine yerleşen Sauron, kapaksız kocaman tek göz formuna büründü. Bu detayda bir şey sizin de dikkatinizi çekmiştir diye düşünüyorum.
_ Kapaksız tek göz hem de kocaman. Belli ki bu benzetme ile Filme Sahranın Gözünü yansıtmışlar. Kesinlikle tarihi gerçeği film yapmışlar. Bu kurgu falan olamaz. Bildiğin kopya bir eser.
Aynen öyle bu doğru.
_ Az evvel dikkatimi çeken bir ifadede bulundun.
Nedir o efendim?
_ Sauron’ un darbe etkili bir asası vardı dedin. Bu kısmın en önemli ayrıntı olduğuna eminim.
Filmdeki savaş sahnesinde elinde tuttuğu asayı her savurduğunda karşısındaki düşmanları böcek gibi etrafa savuruyordu.
Bence filmdeki en önemli nesne yüzükler değildi işte o kısım biraz abartı içeriyordu. Filmde bir takım büyücüler vardı onlarında asaları çok dikkat çekiciydi. Asalarıyla inanılmaz kuvvet ortaya çıkartıyorlardı.
Asa olayı Kur’an’da geçmese kesinlikle önemsenecek bir eşya değil. Bu eşyayı az sonra Musa’ya bağlayacağım ve aslında gerçek eşyanın yüzük değil Asa olduğunu anlayacağız.
_ Reklam arası bittiyse filme geçelim. Sonra?
Reklam arası bitti tamam konuya dönelim.
Sauron ölümünün üzerinden yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen iki boynuz arasına yerleşip hükmüne devam etmesi, emellerini birinin üzerinden devam ettirmesi anlamına gelmektedir.
Bu ise gerçek hayatta Sargon’un planını sizin devam ettirmiş olmanız demektir.
Filmdeki tüm barbar denen orglar takımı biz Türkleri temsil ediyormuş hissi veriyordu. Bu his toplumsal da bir gerçektir.
Kendi aramızda esprilere de sebep olmuştu. “Seni pis çirkin barbar org” diye arkadaşlarla şakalaşırdık.
Filmde biz kötü ve korkunç barbar takımın ortaya çıkmasından Sauron sorumlu tutuluyordu. Belki de bu ayrıntıyı gözden kaçırdılar. Filmdeki o betimleme, Sauron’ un barbarları organize etmesi demek, tarihte Türkleri Sargon’un organize ettiği fikrini doğurur. Bozuk saat bile günde iki kez doğru zamanı gösterirmiş. Lades oldular.
Orta Dünya (Orta Doğu), Sauron (Sargon), iki boynuzlu Balrog (NaramSin), dağ halkı ve yer altı krallığı olan Cüceler (Gutiler ve Lullubiler), Ejderha (Çinliler), Yalnız Dağ (Kailaş dağı), göl (İki göller), orglar (barbarlar / Türkler)
Filmde “Orglar” Sizin kompozit yayınız gibi yani biz Türklerin kısa yayı ile savaşıyordu! Yine lades oldular.
Evet şimdi yüzük ve yüzükleri ele alalım. Sauron toplamda 19 büyülü yüzük yaptı. Bu yüzüklerden 3’ü Elflere/Cinlere, 7’si Cücelere ve 9’unu kendi seçtiği 9 insana verdi. Sargon da şu 9 şehire, Eridu, Kiş, Lagaş, Marad, Nippur, Umma, Ur, Zabalam ve Uruk olmak üzere kendi mührünü taşıyan valiler atamıştı. Bunca olasılığı, bunca benzerliği nereden nasıl biliyorlar efendim?
_ Bunu sen demiştin, “bir avuç kimsenin bildiği başka, bize dayatılan başka” diye. Şu anlattıkların ne kadar dikkat çekici ne kadar da ilginç değil mi? Bir düşün! Biz zamanının en güçlü, en prensipli medeniyeti olarak taşlara sadece resimler mi yaptırdık? Akad dilinde yazılmış binlerce taş tabletlerimiz nerede kimde? Demek ki o bilgilerden istifade eden kimseler, işte senin bir avuç dediğin bu filmi yaptıran kimselerdir. Tarihe de istedikleri gibi yön verip istedikleri gibi dayatabilirler.
Akad tarihiyle ilgili birçok kayıp tablet bilgisi vardır. Demek kayıp değiller! Demek saklıyorlar ve hepsi onlarda… Birde romanı hayal kurgusu derler…
Akad İmparatorluğunun tüm Asya kıtasını ve Mezopotamya topraklarını yönettiği “gerçek başkenti” arkeologlar tarafından henüz bulamadı. Adına “Agede” dedikleri kent gerçek başkent değildir. Arkeologlar ve tarihçiler aramaya devam ediyorlar ve etsinler. Gerçek başkentin nerede, hangi enlem ve boylam üzernde bulunduğunu açıklamayacağım. Ne zaman sizler gibi gerçek bir güç olursak o zaman açıklarım.
_Maalesef bu serzenişlerinden anlıyorum ki siz, küresel bir güç değilsiniz. Nasıl olacaksınız ki? Tarihini bilmeyen toplumlar nasıl tarih yazabilirler? Onlar bu bilgileri filme çevirerek, sizin tarihinizin tüm gerçeklerini size, tam tersi biçimde anlatıyor. Filmi izledikten sonra alkış da tutuyor musunuz?
Haklısınız efendim. Küresel bir güç olamadık ve olacak gibide değiliz. Çünkü efendim?
_ Tarihini bilmeyenler toplumlar geleceğine yön veremezler. Çiftlik hayvanları gibi istenilen yöne güdülürler.
Hakkınızda şöyle bir bilgi aktarılıyor. Hükümdarlığı sırasında imparatorluk doruk noktasına ulaşmıştır. Kendisinin ölümsüz olduğunu ilan ettikten sonra, Mezopotamya’nın ilahı ve “Dört Köşenin Kralı” ilan etmiştir gibi.
_ Hükümdarlığın doruk noktaya ulaşması, Dört Köşenin Kralı ifadesi ve ölümsüz olmam doğrudur. Nasıl ölümsüz olduğumu sen teyit ettin. Orada “kendini ilah ilan etti” cümlesi tarihi yanıltmaktan başka bir şey değildir.
Kendini ilah ilan etti denilmesi tanrıcılık oynamak değildi. NaramSin tanrıdan olan, İlahi Kral olan, yaptığı kalıcı iş ile adını “ölümsüzler listesine yazdıran” anlamındadır. Büyük her adam yaptığı iş ile büyümüştür ve öylece ölümsüz olmuştur.
Bizim çağımızda ilah ve tanrı kavramları ölümsüzlüğü yakalayanlar için kullanılan tanımlamaydı. Biz insan tanrılara tapınmayız, biz tek Yaratıcıya tapınırız. Anladığım kadarıyla sizin çağlarınızda insanlar, insan tanrılara tapınır olmuş. Sapıklık bizde değil sizin çağınızın insanında.
Ben de o ölümsüzlüğü yakalayan adamlardan biriyim ve bunu hak ederek aldım. Bana tapınan olmuşsa bu onun kendi inanç sapıklığıdır. Hakkımda şu röportajda ortaya çıkan bilgiler ışığında, kendimi yaratıcı sıfatına sokmuş olmayacağımı artık herkes anlamış olmalı.
Kur’an ışığında ortaya çıkan hakikatler artık sizin sınavınız. Peki, kime inanacaksınız?
İnanç benim için değil efendim. Ben artık bilinç dâhilindeyim. Başkası neye nasıl inanır bilmem ve umursamam. Dediğiniz gibi bu artık onların sınavıdır.
Günümüzde bilim insanları ve arkeologlar geçmiş medeniyetlere ait bir taş öbeği görse orasının bir tapınak olduğunu ve onu oraya dikenlerin o dikili taşlara taptıklarını açıklıyor. Eski çağ halklarının inançlarının henüz şekillenmemiş olmasından sebep ilkel bir dini inanca sahip olduklarını açıklıyorlar. Oysa yapılan o yapılar kendi medeniyetlerinin bir eseri olarak inşa edilmişti.
_ Akıl tutulması mıdır yoksa eski milletleri cahil cühela falan mı sanmaktalar?
Efendim belki de bazı şeylerin anlaşılmasını istemiyorlar. Birtakım kişileri ve olayları örtbas etmek istiyor olabilirler. Siz de bunun en büyük örneği değil misiniz?.
_ Sen en iyisi tam yeri gelmişken arkeologların ve bilim insanlarının çarpıttıkları gerçekleri açıkla. Sargon, NaramSin ve bizim çağımızın insanlarının taptıklarını iddia ettikleri tanrıları açıkla da insanlar ne ile karşı karşıya olduklarını bilsinler.
Tamam efendim.
Günümüz bilim insanları sizlerin çok tanrılı bir dini inancınız olduğunu vurgularlar. Büyükten küçüğe doğru bir sıralama belirlediğiniz onlarca tanrınız varmış.
Büyük dörtlü Anu, Enlil, Enki ve İnanna’dır. Eski medeniyetler bunlara simalar verip elle tutulur şekillerle simgeleştirdiği için bunları sizin tapınmak için uydurduğunuz tanrılarınız olarak adlandırıyorlar.
Oysa sizin simgeleştirdiğiniz bu Doğanın kuvveleri olan dörtlü, aslında günümüzde farklı isimlerle bizim ile birlikte halen yaşamaktadır.
Biz onlara dört temel element diyoruz. Hava (Nefes), Su (Bilgi), Toprak (Madde), Işık (Ateş). Bunlara inanışta ise dört melek deriz. Hava (Azrail), Su (Mikail), Toprak (Cebrail), Ateş (İsrafil).
Siz de bizim gibi Yaratıcıyı dört kısımda topladınız.
1- Anu = Gök Tanrı: Kapsam= “nefes ve ölüm”
2- Apsu ya da Enki: Su Tanrı= “yaşam ve bilgelik”
3- Tiamat ya da Enlil: Toprak Tanrı= Dünya ve Yeryüzü “felaket, beden, besin”
4- Ki, İştar ya da İnanna: Işık/Ateş Tanrı= Aydınlık ve Görünebilirlik “ateş, çıplaklık, şevk, neşe, saçılma yani Bahar ve Yaz ayları.”
Dört temel elementi medeniyetler ve zamanla değişen isim farkları sebebi ile en eski ismi ve sonraki ismi olmak üzere böyle tanımladım.
Sonra onlara, kendi aralarında ve canlılarla olan bağlantısını tanımlayan haberleşebilme yeteneklerini temsilen duyargalı başlıklar giydirdiniz. Bundaki amacınız dört temel elementin birbirleriyle ve yaratılan canlılarla ve siz/biz olmak üzere irtibat kurma becerisini anlatmaktı.
Şunu belirteyim efendim! Dört temel elementi bizden daha iyi tanımışsınız. Bizler bu dört temel elementin duyargasız, cansız maddelerden ibaret olduğunu düşünürüz. Daha kötüsü umursamayız…
Bunlara simalar ve özelliklerini betimleyen kalıcı süslemeler yaptıktan sonra, bu dörtlüden doğan dört mevsime de sima belirleyip şekillendirip simgeleştirdiniz. Günümüzde insanları sizlerin dört temel elementi ve ondan doğan olguları mevsim vb. tanımlamanızdaki doğmak ifadesini anlayamıyor.
Çünkü sizlerin adına konuşma yetkisini elinde bulunduran bilim insanları, eski toplumların tanrılara olan bakışını şöyle lanse ediyor: Size göre tanrılar etten ve kemiktendir ve insanlar gibi çiftleşip doğum yaparmış ve doğan her tanrı da yine tapınılması gereken kimselermiş gibi inanıyormuşsunuz.
Günümüz insanları bu olguların mevsimlerin birbirine girerek form değiştirmesinden sebep “doğmak” sözcüğünü sanıyorum ki kavrayamıyor. Vereceğim örnek bunu anlatsın, dört temel elementten doğan dört mevsim, dört mevsimden doğan on iki ay vardır. Sizler birbirinden doğan bu olgulara sima verip şekillendirip isimlendirdiniz.
Farazi bunlar on iki gezegeni temsilendir. 12 mevsime de örnek olabilir.
Daha şimdiden dört temel elementten 40 civarı tanrı doğdu.
Karakış, ilkbahar, yaz, sonbahar. Dört mevsimin doğaya yansıyan özelliklerine destanlar yazdınız. Karakışı erkek kral, sonbaharı onun yoldaşı yaptınız. Yaz ayını seksi kadın, ilkbaharı onun peşinden koşan aşkı yaptınız. Bunlara suratlar verip edebiyatla destanlaştırdınız. Geceyi korkunç, gündüzü sevimli betimlediniz. Onlar adına destanlar yazıp suratlar verdiniz.
Sonra göksel olgulara geçtiniz. Gezegenlerin her birine sima verip elle tutulur bir şekil belirleyip isimlendirerek simgeleştirdiniz. Sonra onların Güneş Sistemindeki özelliklerinden doğan olguları tanımladınız, onları da simgeleştirdiniz. Tüm bu tanrılara uygun senaryolar yazdınız. Beceri, ölüm, yaşam, canavar, devler vb. Burçları da es geçmediniz onlar da aynı halde…
Sonra onlarca tarihi kahramanı anmak ve hatıralarını yaşatmak için adlarına edebi eserler, destanlar yazdınız. Onları Doğasal kuvvelerle harmanlayıp canavarlarla savaşırmış gibi, kimisini ölümle savaşırmış gibi, kimisini göklerle savaşırmış gibi biçimlendirip tanrısallıkla (ölümsüzlükle) simgeleştirdiniz. Bakın yüzlerce tanrı oldu.
Bizim toplum sizin kültürünüzdeki “tanrısallık” sözünün ölümsüzlüğü anlatmaya çalıştığını kavrayamıyor. Onların her birini, ayrı ayrı tapınılan Yaratıcı sıfatında inandığınızı sanıyor. Aslında tüm bunlar tapınmak için değil kutsal mevcudu tanımlamak için geliştirilen kurgusal eğitici şeylerdi. Medeniyetiniz Evren’e atfen anıtsal binalar inşa etti. Bu tür binalar genellikle yedi kattan oluşuyordu. Her kat Evren’deki yedi kat gibi bölümlere ayrıldı. Tüm bunlar aslında sizlerin Evren hakkında çok derin bilgilere sahip olduğunuzu resmetmektedir. Birçok kültürden farklı destanlar ve farklı simgelerle birbirine girmiş aynı tanımlamaları kabaca ve özetle resmettim.
_ Aferin bu idare eder. Destanları Samiriler yazardı. Çoğu saçmaydı.
Sargon ve peşinden siz dünyadan göçüp gidince geride bıraktığınız bir sürü taş heykeller, tunç tabletler üzerindeki kabartma süsleme gibi kalıntılar, sizin onlarca tanrınız olduğu açıklamasına sebep oldu. Ya da!
Tüm bunların zaten ne olduğunu bilen kimseler, her şeye başka bir anlam yükleyip sizleri tüm gözlerden saklayıp gizler oldu. Böylelikle günümüz insanı için siz ilkel, çok tanrılı geçmiş toplumlar olarak yalan tarihin içine atıldınız.
Sargon ve sizin hayat anlayışınız zamanla unutulup silinince bu panteondan en çok etkilenenler Sami ırkı mensupları oldu. Onlar bu olguları zamanla insan tipli canlı kanlı ölümsüz tanrı varlıklar olarak addedip tapınmaya başladılar. İşte tapınanlar da onlar oldu.
Kur’an’da Araplar ve Yahudiler üzerine onlarca ayet var. Efendim onların kimisi bu taş heykellere, kimisi ise bildiğin ineğe tapındılar. Onlar tanrılar diye adlandırdıkları bu hayali tanrıların “Nibiru” adını verdikleri bir gezegende yaşadığına inanmakta. Bu gezegenin bir gün yine Güneş Sisteminde görüneceği günü sabırsızlıkla bekliyorlar çünkü tanrılarının yüzlerini görmeyi umut ediyorlar. Çok tarih verdiler, gelen giden olmadı.
Tanrısız kaldılar.
Günümüzde İslam dininin eski medeniyetlerle olan benzerliklerini gören bazı düşünürler ve araştırmacılar diyorlar ki: İslam uydurma bir dindir. İslam’ın ilkeleri ve tanrı inancı geçmiş zamanda bilmem şu medeniyette aynı benzer halde vardır. Onlar bu benzerliği anlatırlarken derilerinin altında kibirden bir deri daha olduğunu net olarak görebiliyorum.
Dinlerin kökeni olarak belirledikleri eski medeniyetlerin, İslam ile olan benzerliklerinin Hz. Muhammed tarafından bilindiğini ve böylece İslam dinini ve Kur’an’ı uydurduğunu söylemekteler.
Ne kadar aptalca bir davranış içinde kaldıklarını göremiyorlar. Eski din zaten yeni dindir. İnsanlar yollarını kaybettikleri için Yaratıcı tarafından formatlı hali ile yeniden bildirilir ve bu bildiriş “Allah’ın davranışında bir değişiklik göremezsiniz” ayetinin de muhtevasıdır.
_ Öncelikle aklına sağlık. Şu anlattıkların herkesin anlayabileceği kadar kolaylaştırılmış açıklamalardı. Duru görün mevcudu olduğu gibi görebiliyor. Bu sana bir armağan olsa gerek. Nibiru gezegeni ne ki? Güneş Sisteminde adını hiç duymadık! Bilseydik ona da bir surat verirdik. Her gece gözlerinin önünde duran son teknolojilere sahip gecelerin yargıcını görmüyorlar da Güneş Sisteminde varlığı bile olmayan bir gezegene mi inanıyorlar?
Evet efendim öyle inanıyorlar. O tanrıların adına “Anunnaki” diyorlar. Nibiru gezegeni ve “Anunnaki” tanrı kavramını bize gerçekmiş gibi anlatan kim biliyor musunuz? Sami ırkı mensubu bir Yahudi olan “Zecharia Sitchin” adlı bir gazetecidir.
Bilinmesi istenilmeyen birtakım olaylar zinciri var ve onlar da bunu inkâr edemeyeceği için hedef saptırarak gerçek olanı karartıyorlar. Böylelikle “Ay” yerine hiç var olmayan bir gezegeni Güneş Sistemine bağladılar.
Kur’an’da “Kitap Ehli” denen grubun ne denli saptırıcı olduklarına dair bir sürü ayet vardır.
Onlar gerçek tarihin ve gerçek karakterlerin bilinmesini istemiyorlar. Çünkü gerçekler bilinirse Yahudiliğin sizden sonra takip ettiği yolun tamamen yanlış olduğu ortaya çıkacak.
Torah yerine Talmut yasalarına uygun yaşadıkları anlaşılacak. Kur’an “siz haklıysanız kitabınızı ortaya koyun” der. Bu önemlidir.
_ Sen bu röportajı okuyanlara neden NaramSin’ in kendisini ilah ilan etmediğini, bunun bilinçli bir yanıltma olduğunu, kendi zamanınızın kutsal sözcükleriyle açıkla. Bu kadar da olmaz demekten kendimi alamıyorum.
Tabi efendim. Arapça رأس (RAS/res) sözcüğü BAŞ/lider demektir. UL/ULÜ/ULU ise yüce demektir. Bu iki sözcük >yan yana< geldiğinde ulu kişi, yüce kişi, başkan, başbuğ gibi manalara gelir. Bu sıfat Yaratıcı tarafından sadece hak edene bahşedilir. “Kur’an’da Resul sözcüğü sadece ilahi destekli halkına rehberlik eden liderlere atfedilir.” Gerisi sadece idarecidir.
_NaramSin’ in kendine hakkı olarak verilmiş bu söz onun için meşrudur. NaramSin Resuldür/Başbuğdur. Kendini ilah ilan etti diye yapılan açıklamalarda sakladıkları gerçek budur. Ne anlama geldiğini kitap ehli de bilir fakat dürüstçe açıklamazlar. Onlar eskiden de böyleydi. Kendi fantezileri tanrısal bir inanca çevirdiler ve ona da sımsıkı bağlandılar.
_ Yeri gelmişken belirteyim. Tüm devlet adamları iyi de olsa kötü de olsa Allah tarafından görevlendirilir. İyi olanlar başarıya taşır, kötü olanlar başarısızlığa taşır.
Bunu bir milleti ya sevdiği için yapar ya da gözden çıkarttığı için yapar. Bir milletin kaderini yine o millet belirler. Kötüye evrilmişse mutlaka sonu gelsin diye kötü devlet adamları getirilir, iyiye evrilmişse daha iyi olsun diye iyi devlet adamları getirilir.
Milletin gidişatı ya iyiyi ya da kötüyü tetikler. O’nun varlığını bir ayna gibi düşün. İyiyseniz talih size güler, kötüyseniz talihiniz kötü olur.
Öğüt dolu bu bilgece sözler için teşekkür ederim.
_NaramSin büyük Sargon’un torunudur. Devlet adamlığını ve halkına adil kral olmayı ondan öğrendi. Sargon’u biraz daha detaylandırmanı isterim.
Sargon (Musa), Akad İmparatorluğu tarihinde Kral Sargon olarak bilinir. Kur’an’daki adı “Muasa” dır. Gençlik çağını Mısır medeniyetinde saray ahalisi içinde geçirmiştir.
Bir gün karıştığı kavgada Mısırlı bir vatandaşın ölümüne sebep olmuştur. Ölen kişi Mısır vatandaşı olduğu için kısasa kısas üzere Musa da ölüm ile karşı karşıya kalmıştır.
Musa’nın karıştığı olay Firavuna götürüldü. Çünkü Musa’da saray ahalisi mensubuydu. Firavun yasalar gereği emri verdi. Bunun üzerine Firavun’un özel muhafızları Musa’yı aramaya başladı.
Fakat Musa akıllıydı. Bu olaydan sonra saraya dönmemiş, geceyi şehirde ücra bir yerde geçirmişti.
Musa yine aynı yerde ikinci kez bir kavgaya karışıyordu ki hayatında ilk kez göreceği biri hızla onun yanına gelip Mısır’dan acilen çıkmasını ve bu konuda kendisine güvenmesini söylüyordu.
Musa bu kişiyi hayatında ilk kez görüyordu. Çok sonraları bir kere daha görecekti fakat onu yine ilk kez gördüğünü sanacaktı.
O kişinin adı “Abdul Emin” idi
Bazı kısımları, Kral Sargon ile yapacağımız röportaj için saklamam icap ediyor. Bu sebeple ileri bir tarihe sarıyorum.
Musa, Afrika’nın batısında bir yerlerde elçilik ile vazifelendirildi. Yahudiler bu gizli tarihi çok iyi bilir. Allah tarafından kendisine verilen bazı özellikler ile Kardeşi Hz. Harun’un şehrinden Berberileri (barbarları) organize edip hareket ettiler. Afrika’nın batısından Berberileri toplaya toplaya ilerleyen Musa, Berberilerin büyük bir kısmını Afrika çöllerinde geride bırakmak zorunda kaldı çünkü onlar Mısır devletinden gerçekten çok korkuyordu.
Batıdan hareket Musa ve Harun, Afrika’nın doğusuna Firavun’un ülkesine, Mısır devletine geldiler. Bir selamlamadan sonra Firavun, Musa’yı daha önce işlemiş olduğu cinayetle suçladı fakat Musa kendisinin o zamanlar karıştığı kavgada sebep olduğu olayın, istemeden meydana geldiğini açıkladı. Firavun onlara neden orada bulunduklarını sorunca, Musa vazifelendirildiğini söyleyip bazı ispatlar gösterdi. Firavun bu gösterinin bir göz yanıltması olduğunu söyledi. Kendisine bağlı sihirbazların ondan daha iyi olduğunu söyleyip meydan okudu. Meydan okumayı kabul eden Musa daha ilk karşılaşmada halkın gözleri önünde üstün geldi. Sihirbazlar Musa’dan gelen etkinin bir illüzyon olmadığını meslekleri gereği anladılar. Yenilgiyi kabul edip Musa’yı onayladılar. Buna çok sinirlenen Firavun sihirbazları cezalandırdı.
Musa ve Firavun arasında sürtüşmeler devam etti. Peşi sıra Mısır’da karşı konulamaz doğa olayları yaşanmaya başlandı. Musa bu sefer Firavuna zorla köle edilmiş binlerce Berberi’yi organize etti ve hep birlikte Mısırdan çıkmak üzere bir gece vakti yola koyuldu. Berberiler hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra konuya döneceğim.
Hemen belirteyim. Berberiler tıpkı Türkler gibi göçebe bir halktır ve Berberiler tıpkı Türkler gibi kadınlarına büyük saygı gösterir. Bugünki Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Moritanya, Senegal ve Fas olmak üzere Afrika’da yaşam sürenler Musa’nın geride bıraktıklarının torunlarıdır.
Berberi topluluklarda geleneksel olarak erkekler hayvancılıkla uğraşır. Mevsimsel olarak otlakların ve sulak bölgelerin durumuna göre göç ederler. Hayvancılıkla uğraşıldığı için yün, pamuk ve boya için kullanılan bitki kökleri çok miktarda bulunur.
Kadınlar aileye bakmakla yükümlüdür ayrıca el işiyle uğraşırlar. En bilinen örneği kilim olan bu ürünler önce kendi kullanımları içindir. Artan miktarlar yerel pazarda satılarak değerlendirilir.
Berberi toplumu kabile yapısında örgütlenmiştir. Her kabilenin bir lideri vardır. Tarihte kadın kabile liderlerinin olduğu da görülmüştür. Kabileler anaerkil veya ataerkil olabilmektedir ve buna göre evliliklerde erkek veya kadın seçici konumunda olabilmektedir.
Bu geniş coğrafyada göçebe ya da yarı göçebe olarak yaşarlar. Kuzey Afrika’ya egemen olan Fenike ve Osmanlı kültürlerinden etkilenmişlerdir fakat diğer işgalci kuvvetlerden etkilenmemişlerdir.
Sürekli bir bağımsızlık savaşı içinde bulundular. Berberiler Berberice adını verdikleri bir dile sahiptirler. Bu dilin alfabesi ilginçtir ki İbraniceye çok benzemektedir. Berberilerin yüz hatlar renkli gözleri Türk milletini andırır. >Bazı bilginler Hami, bazıları ise Sami olduklarını ve Asya’dan geldiklerini iddia etmişlerdir.< Bu tarihi detay çok şey anlatır!
Anlaşılıyor ki Berberiler vakti zamanında Asya’dan Afrika kıtasına göç ettiler ve batı tarafında konuşlandılar. Fakat Zamanla Mısır medeniyeti gelişti ve Doğu tarafı geçilmez oldu. Bir daha Asya kıtasına geçemediler çünkü Mısır medeniyeti geçiş yollarının üzerine kurulmuştu. Musa’nın ailesi de dâhil birçoğu Mısır medeniyetine esir düştü. Konuya dönelim.
Musa ve Barbarlar deniz kenarına geldiklerinde gidecek yer kalmamıştı. Firavun ve adamlarının ise peşlerinde olduklarını biliyorlardı. Musa asasını kullanmak zorundaydı, asayı denize vurdu ve asa denizde çok güçlü tepkimeye sebep oldu.
Dinler tarihinde bu asanın ağaçtan şekillendirilmiş bir sopa olduğu sanılır. O asanın materyali ağaçtan değildir! Çok üstün bir teknolojiye sahip, frekans gücü yüksek darbe etkisi yaratan eşsiz bir silahtır.
Bu meşhur asa Musa’nın hayatına Mısır’dan kaçtıktan sonra girmiştir ve Kur’an’daki bu ayrıntı çok önemli detaydır. Musa asaya Mısır’dan çıktığında Afrika’da bir yerde sahip olmuştur. Musa o asanın önemini ve kıymetini eşiyle çıktığı bir yolculuk esnasında kavrayacaktı. O kadarki! Musa asanın gücüne tanık olunca arkasında bakmadan kaçacaktı.
Günümüzde kendilerini İsrail oğulları diye tanıtan fakat hiç ilgisi olmayan, gerçekte İsrail oğullarının içine yuvalanmış Sami ırkının mensubu Yahudi dinini benimsemiş kimselerce köşe bucak aranmasındaki sebep, o asanın eşsizliğidir. Onlar bu eşyanın değerini saklı tutar. Diğer milletler ise o eşyanın değerini ve özelliklerini hiç bilmezler!
Asa denizde çok büyük bir tesire sebep oldu. Asanın frekans etkisi ile Kızıl Deniz sağa ve sola ayrıldı. “Bu km. ler ce ölçü demektir.” Mısır sahilinden başlayan deniz yolculuğu karşı kıyıya Bugünki Arabistan topraklarına varınca son buldu. Musa ve barbarlar karşı kıyıdan firavun ve askerlerinin denizde boğulmalarını izledi. Hem kendileri hem de Mısır halkı için firavun düzeni bundan sonra asla eskisi gibi olmayacaktı.
Arap toprakları çöldü ve yaşama uygun değildi. Sahil şeridi boyunca kuzeye yürüdüler. Güney Akdeniz sahilinden Bugünki Filistin bölgesi kıyılarına varıp oradan doğuya yöneldiler.
Böylelikle barbarlar Musa öncülüğünde yüzlerce sene sonra ata toraklarına yeniden geldiler. Sümer medeniyeti devlet sınırlarına yakın bir mesafede konuşlandılar. Zamanla Sümer milletinin içine karıştılar.
Sümer devleti şehir devletlerinden oluşmaktaydı ve kendi içlerinde güç savaşları vardı. Barbarlar buradan kuzeye, Sümer’in kuzey bölgesindeki Kiş şehrine göçtüler.
Musa, elçiliğin bir gerekliliği olarak Allah ile konuşmak üzere bir müddet halkının içinden ayrıldı. Arkasında vekil olarak kardeşi Hz. Harun’u atadı. Musa ayrılıp uzaklaştığı vakit arkasında her şeyin kontrolü altında olduğunu düşünüyordu fakat o topraklarda kendilerinden önce yerleşik olan Sümer medeniyeti mensubu olan Sam-i-riler vardı.
Musa ve halkıyla tanışan samiriler, onların kimler olduğunu, başlarından geçenleri, nerelerden o topraklara ulaştıklarını peyderpey öğrendiler. Bu kısımda şu ayete yer verelim.
Araf Suresi 206: İsrail oğullarını denizden geçirdik ve putlarına tapan bir kavme rastladılar: Onlar; “Ey Musa, onların tanrılarının benzeri gibi sen de bize bir tanrı yap” dediler. O da “Siz cahil bir kavimsiniz” dedi.
Onlar Mısır’dan kaçtıktan sonra yolculukları esnasında rastladıkları kavim, Doğu Akdeniz kıyılarında bir Fenike şehir devletiydi. Fenikelilerin birçok putu vardı. Fenike tanrılarından biri de boynuzlu bir tanrıydı. Fenike tarihinde bu tanrıya kendi çocuklarını dahi kurban edenler olduğu söylenir. Hz. İbrahim kıssalarında bunlara yer verilir.
Sanatta gelişmiş olduklarını bıraktıkları eserleri ile anladığımız Sümer medeniyeti mensupları, bu topraklara yeni gelmiş olan bu yabancı halktan aldıkları bilgiler dâhilinde, onların Musa’dan istedikleri boynuzlu tanrının bir heykelini yaptılar.
Onlara inek putu çıkartan kimseler Kur’an’da سامري (Samiriyeli) olarak geçer. Bunlar Sümer medeniyeti mensuplarıydı. Allah’tan bilgiyi alan Musa apar topar geri geldiğinde Sümerli birinin halkına inekten tanrı figürü çıkartmış olduğunu gördü. Taha Suresi 88: (Sümerliler) onlara böğüren bir buzağı heykeli çıkardı ve kendilerine; “İşte sizin Tanrınız ve Musa’nın Tanrısı! Fakat o bunu unuttu” dediler. Sümerlilerin bu konuşmasında anlaşılan şey, Musa sanki Mısır’dan çıktığı yolculuk esnasında halkına boynuzlu bir tanrı sözü vermiş de yapmayı unutmuş gibi aktarılır. Halkına geri gelen Musa durumu sorgulamaya başladı. Taha Suresi 95 ayetinde bu kısım şöyle geçer; (Sargon) Musa dedi ki: Senin amacın nedir Sümerli? Taha Suresi 96: (Sümerli cevapladı.) “Ben onların aksine çok şey görmüş biriyim. Elçinin yürüdüğü yerlerin izini sürdüm bilgi topladım ve ortaya bu eseri çıkarttım. Bu bence çok hoş oldu.” Der.
Sümerli durumun vahametini anlamıyor, yaptığı putu Musa’nın (Sargon’un) ve barbarların istediği bir şey olduğunu sanıyor. Küçük birkaç bilgi! Sümer dil yapısının Hint Talimce dil ailesi ile olan benzerlikleri ve Hintlilerin sığırlara artı fillere olan düşkünlükleri göz önüne alınırsa, Sümerlilerin Orta Asya kökenli değil Güney Asya kökenli olma ihtimalini son derece güçlendirir. “Samuel Noah Kramer” “Tarih Sümer’de Başlar” kitabında; İran üzerinden gelen göçebelerin, Samilerin karışımıyla bir köy kültürü ile Sümer tarihinin başladığını söyler. Bu harika bir tespittir.
Dikkatimi çeken çok önemli başka bir detay vardır. Akatlıların heykelleri kısık gözlü dür, Sümerlilerin heykelleri iri gözlüdür. Bu harika tespitler tarihi yeniden düşünmek için birçok şeyi açıklar. Konuya dönelim.
Sargon, Sümerlinin yaptığı putu, onlardan isteyenlerin kendi halkı olduğunu anlayınca onları öldürmeden kendi içlerinden sürmüştür.
Sonra Sargon, halkına tapınmış oldukları sapsarı sığırın canlı kanlı olanını getirtip onlara kendi elleriyle boğazlattı.
Bunu fiili olarak yapmalarının sebebi tanrı olarak gönüllerinde yer bulan bu sapkınlığı, sarı sığırı katlettirmek suretiyle gönüllerinden ve düşüncelerinden silinmesini sağlamaktı.
Sargon (Musa) tek tanrıcı bir liderdi ve halkına bunu kabul ettirmişti. Musa bu hadiseyi her sene binlerce hayvan kestirerek devam ettirecekti. Bu hadise ise tarihi kayıtlara Akad’lıların tanrılara binlerce hayvan kurban etmesi olarak geçecekti. Günümüzde bu olaya getirilen bakış açısı, tarihteki olan bitene nazaran çok yanlıştı.
Tanrılara kurban edildiği sanılan hayvan kesme ritüelinin arka planı, Musa’nın milletine aşıladığı bir adetti. Hayvanları tanrılara kurban etmiyorlardı! Tam aksine her sene tanrı olarak addettikleri sığırı kesip parçalıyorlardı. Hayvan kesme olayı her sene tekrarlandı ve zamanla bir şenlik gününe dönüştü.
Bunun adına bugün “Kurban Bayramı” denmektedir. Hayvan keserek adına kurban denilen bu âdetin manası, biz artık hayvana tapmıyoruz anlamındadır.
Şu olaya bakın efendim, şu anda hayvan kesme konusunun anlatısı, 17 Haziran 2024 tarihinde, Kurban Bayramı denen böyle bir sürecin içinde gelişti ve bu sayıların toplamı “22” dir. Bunu planlı yapmaya çalışsam denk gelmezdi.
_ Çok enteresan, bunda bir mana olmalı… Sonra?
Sarı ineği kestiren Musa, halkına kadim örf ve adetleri öğretti. Bağlı olduğu Kiş kralı çok dengesiz bir tipti. Gelişme sağlayan halkından askeri bir birlik oluşturdu. Gizli silahıyla krala darbe yapıp yönetimi ele geçirdi.
Daha da güçlenen Musa yoldan çıkmış ve zorbalıkta sınır tanımayan Sümer firavunlarının üzerine yürüyüp Sümer medeniyetini de ele geçirdi.
Sümer medeniyeti topraklarını ve daha önce ele geçirdikleri toprakları birleştirerek 12 şehire böldüler. Adına da Akad ismini verip bir imparatorluğun yolunu açtılar.
Sargon’un Sümer’de ve Akad’da eksik olan bilgilerinin sebebi kendi geçmişinin Mısır’da olmasındandır. Sami sanılmaları ise Kızıl denizinden geçip Arabistan topraklarından Sümer’e yürümüş olmalarıdır.
Bilinen (dayatılan) tarihe nazaran saçmalamış gibi görünebilirim. Fakat kazın ayağı öyle değil! Buyurun ayette Sargon:
Bakara Suresi 60: O vakitler Muasa kalabalık milleti için temelli kalacakları bir iskân/site diliyordu. Biz de demiştik; “asan ile darbe yaparak kuşatın” Bunun üzerine birbirine benzer on iki göze olarak Akad’ı kurdu. Her insan kendi soyunu yerleştireceği yeri seçti. Ve dedik ki; “Artık Allah burada size ne veriyorsa onu yiyip için. Yeryüzünde bozgunculuk ve saldırganlık yaparak kargaşa çıkarmayın.”
Musa’nın halkından bazıları bir müddet sonra yiyecek sıkıntısını gidermek için Musa’dan Allah’a dua etmesini ve kendilerine toprak ürünlerinden vermesini istediklerini Bakara Suresi 61. ayetinde görürüz. Musa bu isteğe binaen halkına, elinizde olanları takas etmek istiyorsanız “Mısır’a geri dönün” der. Bir müddet zorluklarla karşı karşıya bırakılırlar ve bundan da bir ders alırlar. Yüzlerce sene esir hayatı görmüş bir milleti eğitmek kolay olmayacaktır. İşte! Bu ayette Akad’lıların sanıldığı gibi Arabistan kıtasından gelen Samiler değil, Afrika kıtasından gelen berberiler olduğunu Kur’an bize böyle resmeder.
_ Kur’an ve tarih sözlerinden güzel bir uyarlama çıkarttın. Bize Sami ırkı demişler. İsimlerimize hiç dikkat ettin mi? Mesela Sargon ya da NaramSin, bu isimler sende nasıl bir etki bırakıyor?
Sami ırkı olmadığınızı biliyorum. Sizleri bize Sami halkına mensuptu diyenler, Türk’ün varlığını tarihte hiçbir yerde var olmamış yalanını sürdürenlerdir. Sizleri Sami ilan edip Arap, Yahudi, Süryani ve Maltalılara dâhil edenlerin, tarihi bir yalan çöplüğüne döndürdüklerini biliyorum. Arap’ı, Alman’ı, Çinli’yi yadırgamayanlar, Türk’ü neden yadırgarlar?
Çinlilerin Gök Türk dönemi Sui-Şu adlı kaynağında “Tu-kie” sözünün Türk dilinde “miğfer” anlamına geldiği belirtilmektedir. Bu kaynağa göre Türkler adlarını eteklerinde oturdukları “miğfere” benzer dağların şeklinden almışlardır. Doğrular içinde yanlış olan kısmı düzeltelim. Türkler ismini miğfere benzeyen dağlardan değil, çift boynuzlu “miğfer” takan sizden almıştır. Siz de “SİN” in (Nuh’un) torunu, Yasef’in Türk adlı oğlundan aldınız. Bu kısmı ispatlayamam ama size kadar olan kısmı ispatlıdır.
Kılık kıyafetiniz 2. Koreş gibi etekli Sami ırkı giysisi değildir! Sizin kılık kıyafetiniz Türk milletinin savaş kıyafetidir. Boynuzlu miğfer ve cengâver görüntünüz Türk ırkının resmidir. Stelde omzunuzdaki yay ve elinizdeki ok Türk milletinin kadim silahıdır ve simgesidir. Üstelik kullandığınız kompozit yay Türklerin geliştirdiği silah olarak kabul edilir. En önemlisi Güneş takvimi kullanıyordunuz. Sami ırkı Güneş takvimi kullanmaz! Ay (kameri) takvimini kullananlar Sami olan Sümerlilerdi. Tarih ters yüz…
Hilal ile özdeşleştirilmiş olabilirsiniz ancak bu sizi Sami yapmaz. Ay tüm milletlerin ortak paydasıdır fakat Ay’ı ve hilali en çok Türkler sever. Türklerin hilal takıntısında ve bayrağımızda motifli olmasın da sizin bu simgeyi boynuz olarak kullanmış olmanızın etkisi vardır. Hilal şekli Türklerde bir savaş taktiği olarak da kullanılmıştır. Hilali severiz ama Ay takvimini kullanmayız. Bu sevgi bizi Sami yapmadığı gibi sizi de Sami yapmaz. Enam Suresi 77. ayetinde büyük atamız Hz. İbrahim’in Yaratıcı arayışında “Ay’a bakıp Yaratıcı olarak kabul etmedi” der. Bundan Ay’ı sevmediği anlamı çıkmaz ama Sami ırkı olmadığının kesin delilidir. Binlerce sene sonra biz de Ay’ı bir yaratıcı olarak görmeyiz. Tarihimizde de yoktur. Siz de biz de İbrahim’in milletiyiz.
MUhammed, MUaSa, İbrahiMU hepsi tek soydan gelen “Mu” kıtasının “Nuh” soyunun seçilmişlerinin torunlarıdır. Şöyle düşünenler olabilir. Mu kıtası yok edilip Nuh kavmi kırıldıysa bunlar nasıl doğabilir? Kur’an bunu detaylıca açıklamaktadır. Büyük Tufan’dan kurtulanlar yeryüzüne tekrar gelip yeni bir medeniyet kurdular. Çoğaldılar ve bizler doğduk. Açıkça söylemek gerekirse! Ay dediğimiz yapay küre Mu kıtasıdır. Yaşam yüzeyinde değil içindedir. Mu kıtası sakinleri inanılmaz bir teknolojiye sahip çok üstün eski bir ırktır. Bunu araştırın eminim bulacaksınız.
Bilgi: Göklerde gördüğünüz tanımlanamayan uçan nesneler onlara aittir. Sizden itinayla saklanan ata kavminiz Nibiru’ da değil, Ay’dadır. Şu kıyaslamayı düşünün! Dünya sahnesi olan yeryüzünde kayıp bir kıta varken, Kur’an senaryosunda Tufandan sonra kaybolmuş Nuh’un gemisi (küresi) gerçeği vardır.
İsimleriniz, herkes sizin isimlerinize farklı anlamlar getirmiştir. Bir yorum da ben yapayım. Sargon/Sergan/Serkan ismidir. Serkan ismi Akad’ca kökenli, Türk milletinin kullandığı bir isimdir. Farsça falan demeyin! Gördüğünüz gibi temeli Akadçadır. Anlamı “önder olan” demektir. SerKan ismini hecelersek Ser; Baş demektir. Baş; başlangıç, ilkin-öncül olan demektir. Kan; soy demektir. Bu açıdan Serkan isminin üst anlamı “Üstünsoy” anlamına gelir. İşte doğru tespit budur!
Bu tespiti bozuk saat olan Yahudilerin inanç sisteminde görürüz. Onların kendilerini insanların efendisi sanma dürtüsünün temeli buradan gelir. Oysa Yahudiler Musa’dan sonra Davut ve İsa diliyle İsrail oğullarından dışlanmış olanlardır! Bakınız: Maide Suresi 78. Bundan sonra Kur’an’da İsrail oğulları ile Yahudiler birbirinden ayrı kavramlar olarak geçer. Bakınız: Bakara Suresi 40. İsrail oğulları, Hz. İshak’ın oğlu, İsrail lakaplı Hz. Yakup’un milletidir. Hz. Yakup ise Hz. İbrahim’in torunudur. Güneş takvimi İsrail (ışık) lakaplı Yakup ile başlar ve tarih boyunca biz Türkler ile devam eder. Üstün kan, Üstün soy inancı ve gerçeği “Muhtaç olduğu kudretin damarlarındaki asil kanda olduğunu bilen” Türklere aittir.
Yahudiler ise tüm sami ırkı gibi “Ay takvimi kullanır.”
NaramSin ismi, Sin takısıyla bir bütün gibi seslendirilir. Sin takısı Ay Tanrısı olarak adlandırılan Nuh’un tanımıdır. Nuh ise Mu kıtası dediğimiz Ay kralıdır. NaramSin adı; Ay’ın Kutsalı/sevgilisi/özeli/değerlisi vb. manalara gelir. Fakat Naram ismini “Sin” eki olmadan seslendirmek istesek, Sin’in yerine “MU” eki ile seslenilmesi icap edecektir. Öyleyse karşımıza çıkan isim, “NaraMU” diye seslendirilir. Bunu hecelediğimiz vakit, NARA= haykırma/bağırma/böğüren anlamına gelir. Bu haliyle nara hecelemesi çift boynuzlu miğfer takan sizi temsil edecek biçimde, gerçek kişiliğinize uygun gelişir ve anlamını bulur. Demek ki NaraMU adının gerçek anlamı Hilalin Boğası/Ay Boğası anlamındadır. Hayal gibi değil mi? Fakat gerçek!
Gördünüz mü efendim? Kur’an’daki siz, tarihte siz, aslında biz Türk milletinin Zülkarneyn’ isiniz. Sizi saygıyla selamlıyorum kralım!
Sizi uzaydan indirdim. Kişiliğinizi ve başınızdan geçenleri dosdoğru anlattım. İsminizi ve anlamlarını artı karakterinizi gerçek haliyle doğruladım. Sizden çalınan unvanınız ve şöhretinizi olduğu gibi size geri taktim ettim. Bunu da ancak bir Türk yapabilirdi. Bende yaptım.
Sami olmadığınızı hem isimleriniz, hem takviminiz, üstelik hem de Steliniz haykırıyorken nasıl Sami olabilirdiniz? Düşümdüm de ok ve yay kullanan birinin uzay aracına sahip olması harika olurdu.
_ Güneş takvimini fark etmeyip es geçeceksin sanmıştım. Seni şakacı, uçan bir bineğim olsaydı Stelde onunla poz verirdim. Unutma herkes kendi atasının izini takip eder ve onu mutlaka bulur. Herkes sadece kendi özüne çekilir. Yaratıcımızın her şeyi açığa çıkartmaya gücü yeter. Benim şahsiyetimin senin elinle ortaya çıkarılması da buna ispat olsun. Demek atan olduğumu bildiğin için “benim Zülkarneyn’ im” demiştin. Varol. Atamız İbrahim hakkında ne kadar bilgiye sahipsin?
Evet efendim o sebeple demiştim. Hz. İbrahim atamız için eldeki verilere bakarak konuşmalıyım. Baya bilgi var diyebilirim. Siz bir açıklamanızda “atam İbrahim’in şehri ‘Baalbek’i ve o yöreyi krallığıma kattım” demiştiniz. Şu an o konu üzerine bir fırsat doğmuş oldu.
Hz. İbrahim’in kendisinin ve çocuklarının ne Yahudi ne de Nasranî (Hristiyan) olmadığı ayetlerde belirtilir. Torah ve Musa (Sargon) çağı 4500 sene öncesine gittiğine göre Hz. İbrahim atamızın tarihi çok daha önceye gider. Gerçek Torah (bana göre) ahit sandığının içindedir. Bugün Tevrat ismi verilen Talmut aslında bir tefsirdir. Gerçek Torah’ın akıllarda kalan bozuk halidir ve birçok ifade Kur’an’a terstir! Bizim hadis temelli Kur’an tefsirleri gibi bozuktur.
Hazır olun! Kur’an’da Hz. İbrahim’in evi diye tanıtılan yer Arapların çölde inşa ettiği kara küp denilen yer değildir. Adına bugün Kâbe denen yerin Hz. Muhammed’den önce hiç var olmadığı tarihi bir gerçektir. “Kâbe” isminin ise oraya neden nasıl atfedildiği bilgisi bile yoktur. İsim kökeni ise belirsizdir çünkü Kâbe ismi kopyalamadır. Kur’an ve tarih bunu eksiksiz haykırmaktadır!
Arapların kara küp yapısı ile İbrahim’in inşa ettiği Baalbek yapısı arasında on bir bin seneden daha uzun vardır. Bırakın Hz. İbrahim’i, Hz. Muhammed’in dahi Arapların Kara Küp binasından haberi yoktur. Çünkü kendi zamanına ait bir yapı değildir. Tarih alt üst, ters yüz ve iç dış edilmiştir.
İlginçtir ki Türk beyleri ve Osmanlı padişahları Arapların Kâbe’sini hiç ziyaret etmemiştir! Birileri der ki Devlet sahipsiz kalmaması için gidilmemiştir. Yalanın kuyruklusu bu olsa gerek. Aylarca bazen senelerce savaşlara katılan padişahlar devleti yalnız bırakmıştır. Şok olacak ancak:
Arapların Kâbe’sine gitmeyenlerden olan “Abdülhamit” buna karşın Baalbek için onarım çalışmalarına el atmıştır. Çünkü Abdülhamit de gerçek tarihi bilmektedir. Durum o kadar vahim ki bunu her ne kadar ve nasıl ispat edersem edeyim içimizdeki sami-ri-ler bunun anlaşılmasını zorlaştıracaktır. Türk milleti kendi kendisini ikna etmelidir.
Kur’an kitabı Hz. İbrahim’in inşa ettiği ilk halk evinin arazisi için yaptığı tanımlarda, sedir ağaçları, meyvelikler, bağlar, bahçeler, saflar halinde dizilmiş meralar içinde olduğunu kesin bir dille belirtmiştir. O yerin ise Beka Vadisinde bulunduğunu da olduğu gibi dümdüz söylemektedir. Kur’an’ın ayetlerinde bahsi geçen bu yerin tarihinden bir haber kimseler, “bakka” sözcüğünü “makka” olarak adlandırmaktadır. Sanki Allah makka yerine bakka diyerek yanlış söylemiş de onlar Allah’ı düzeltiyorlar… Şaşkınlar.
_ Gerçekten harika bir açıklama ile giriş yaptın. Lütfen devam et, sonra?
Teşekkür ederim efendim. Bugün Beka Vadisi nerede ve Orta Doğu’da sizden de önce en eski medeniyet kimlerdir diye tarih saylarına baktığımızda, tarihi şehirleri 7.000 sene önceye varan bir medeniyetin izlerini görürüz. O medeniyet Fenikelilerdir. Kimler neleri gizlemektedir ve bunu neden yapmaktadır? Bunun amacı gerçek yapıyı yok sayıp insanlara Mescidi Aksa ve Arap küpü arasında tercih hakkı sunulmak istenmesidir. Çünkü elde dilen sermaye aynı millete, Sami krallara akar. Kimileri Baalbek yapısı için Romalılara ait der. Hayır! Doğrusu Romalılar Lübnan’da kendilerinden binlerce sene önce inşa edilmiş başka hiçbir örneği olmayan bu megalitik yapının onarım çalışmalarında bulunmuştur.
Baalbek’in içinde bulunduğu Lübnan ülkesi Mısır’da “Kenan” yurdu olarak tanımlanır.
Bugünki Lübnan eskiden Fenikelilerin yerleşim ve yayılım merkeziydi. Fenikelilerin Lübnan’ da inşa ettiği bir şehir daha vardır. Günümüzdeki adı Biblos olarak bilinen bu yerleşim yeri, Lübnan’ın Beyrut kentinin kuzeyinde yer alan antik bir Fenike liman kentidir. Şu anki Arapça adı Cübeyl olan kentin tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 7000 yıl öncesine kadar uzanmakta olduğu tahmin edilmektedir. Biblos kenti 7000 senelik geçmişe sahiptir. Baalbek megalitik yapısının ise 12 bin seneye kadar uzandığı uzman kişilerce kabul görür.
Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Baalbek
Bakınız efendim sizin yaşadığınız çağ ile Biblos şehrinin arasında 2.758 sene gibi bir zaman aralığı vardır. Baalbek sarayı ile aranızdaki zaman farkı ise 7.000 seneyi geçmektedir. Baalbek’i kimlerin neden gizlediklerini izah edecek olursam, bunu ayetlerle göstermem en güzel anlatım olacaktır. Bakınız hangi hainler Baalbek’i gizliyormuş! Ayetlerden sonra koordinat ve matematik yordamıyla da her şeyi tek tek izah edeceğim.
Ali İmran S. 98- De ki: “Ey Kitap Ehli! Allah’ın açıkça gösterdiğini neden gizlemektesiniz? Allah yapmakta olduklarınıza tanıktır!”
Ali İmran S. 99- De ki: “Ey Kitap Ehli, sizler de gerçeğe tanıkken, ne diye güvenmiş olan kimseleri yanıltmak amacıyla ona bir çarpıklık uydurup Allah’ın gösterdiği rotadan engelliyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir!” Anlaşılan o ki saklayanlar Kitap Ehlinden başkası değil!
Kur’an’da Baalbek’in doğru yer olduğunu gösteren açık kanıtlar:
Ali İmran S. 96: Doğrusu halklar için kurulan “ilk ev Beka Vadisindedir.” O kutludur ve bütün insanlar için “doğru” olandır.
Bu ayette Bakka sözcüğünü Mekke diye çeviri yapanlar hiç düşünmediler mi? Allah neden “Bakka Vadisi” diyor, biz neden Mekke diye çeviriyoruz? Bu işte kesin bir yanılgımız olmalı, Allah’ın dili sürçmez, Mekke yerine Bakka demez! Diye düşünmeleri gerekirdi. Bu tür cahillik nasıl bir imanın işidir anlamak gerçekten zor.
_Bunu anlamak gerçekten çok mu zor?
Yoksa birileri çöl sermayesinden mi besleniyor?
_Gerçekçi ol! Onca açık ayete rağmen aklına başka bir seçenek geliyor mu? Lütfen devam et.
O ilk evin Kur’an’daki tanımlamalarını şıklar halinde alalım.
1-Bakara Suresi 125’de Baalbek’in mevkisi için “Ammana” kadar der. Lübnan, başkenti Amman olan Ürdün’ün sınırdaşıdır.
2-Bakara Suresi 126’da Orası, çeşit çeşit meyvelerin olduğu bir yerde olmalıdır. Beka Vadisi sulak yeşillik arazidir. Bağlar bahçeler çeşitli meyvelerle doludur.
4-Bakara Suresi 127’de Evi temelleri üzerine yükseltti der. Baalbek halk sarayı temel taşı hususunda tüm dünyada tek örnektir. Triliton olarak adlandırılan bu temel taşları 1.000 ton civarındadır ve tam “19” metredir.
5-Bakara Suresi 158’de Saf saf yayılmış tarlalar ve meralık arazi der. Beka Vadisi bu hususta tüm dünyada en güzel, en nadide tek yerdir.
7-Ali İmran Suresi 96’da Halklar için kurulan ilk ev Beka (bakka) Vadisindedir der.
8-Ali İmran Suresi 97’de “Apaçık işaretler” der. Beka Vadisini ve Baalbek kentini incelerseniz bunu anlarsınız, tanık olmak isterseniz; “Kim oraya giderse buna tanık olur.” diyerek davet edilmektesiniz.
9– Ali İmran Suresi 97’de İbrahim’in makamı orasıdır, der.
Ve Kur’an Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in yaptığı o mekânın Sedir Ağaçlarının olduğu yerde olduğunu açıkça söyler.
Tüm bunlara ek! O mekânın Lübnan’da olduğu Necm Suresi 13-14-15 ayetlerinde yine seslendirir.
Necm Suresi 13– Andolsun onu bir kez daha görmüştü.
Necm Suresi 14– Orada, sedir ağaçlarının sonunda, (Sedir ağaçları Mekke’de değil Lübnan’dadır ve bayrağındaki simgedir.)
Necm Suresi 15– Ardından barınılacak bahçeler, (Meralar, bahçeler. Mekke’de bunlar da yoktur.)
Hz. Muhammed’in ümmeti Kur’an’dan bu kadar uzaktır. Ümmet Kur’an’ı terk etmiştir ama bunun farkında bile değildir.
_ Böylesine muhteşem bir kılavuz olduğu halde yoldan çıkmak da büyük bir beceri.
Bunu başardılar efendim. Müslümanlar Kur’an’ın sadece cismine inanır içeriğini bilmezler. İçeriğine inandığını söyleyip ısrarla farklı yolda ilerlemeleri, Müslüman sanarak örnek aldıkları birçok “tanınmış simanın ve yazarın” gizli Yahudi olduklarını bilmemeleridir.
Dinde zorlama yoktur, isteyen inanır istemeyen inanmaz. Borcunu kimin ödediği, kimin ödemediği zamanı gelince ortaya çıkar. Hatırlatalım.
Ali İmran S. 98 ve 99- De ki: “Ey Kitap Ehli, Allah’ın açıkça gösterdiğini neden gizlemektesiniz? Allah yapmakta olduklarınıza tanıktır! Ey Kitap Ehli, sizlerde gerçeğe tanıkken, ne diye güvenmiş olan kimseleri yanıltmak amacıyla ona bir çarpıklık uydurup Allah’ın gösterdiği rotadan engelliyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir!”
İnsanları gerçek rotadan uzaklaştıranlar, ayetlerdeki kitap ehli denen kimselerdir ve yine bu kimselerin yoldaşları Lübnan ile giriştiği savaşta Lübnan’ı ve Baalbek’i bomba yağmuruna tutmuşlardı. Unutmamalı! Lübnan’a sahip olan insanlık tarihine sahip olur. Karın ağrıları bundandır.
Bakara Suresi 114’de bu hususa şöyle dikkat çeker.
Allah adına atfedilmiş toplanma yerlerine engel olan ve oraların harap edilip yok edilmesine çalışandan daha zalim kim olabilir?
Çok ağır bedeller ödeyecekler.
Roma ve Osmanlı hanedanları bu hatırayı yaşatabilmek için çok emekler vermiştir. Emeği geçenlere teşekkürler. Harap edenlere ise lanet gelsin. Ki gelmek üzere! Belirteyim Romalılar da bir hırsızlık yaptılar! Ayasofya’nın o güzel sütunları Baalbek’ten aşırmadır. Bu çok büyük ayıp!
Baalbek halk sarayının kapı eşiğinin ortasına attığım koordinat iğnesi bana şu sonucu verdi.
34°00’26.2″N 36°12’19.9″E
Koordinat sayılarını üst üste bindirip topladım çıkan sonucu 19’ a böldüm sonuç şaşırtıcı.
34262+3612199 = 3.646.461 / 19 = 19 19 19 Üzerinde 19 vardır.
Attığım bu koordinat iğnesinin doğruluğunu, Baalbek sarayının da içinde bulunduğu “Hirmil” ilinin resmi koordinatlarında da yakalayabiliriz.
34.0025°K 36.1214°D 3425+361214= 364.639 364.639 / 19 = 19.191,52631578947 virgülden sonraki rakamların toplananı da 57 dir. (3×19) Bu hesaplar Güneş kent Baalbek’in tam da istenilen merkezde olduğunun doğruluğunu teyit etmek içindir.
Bunlardan daha ilginç olanını görelim. Baalbek halk sarayının uzunluğu 342 metredir. 19’un 18 katıdır. Üzerinde 19 vardır. Ölçü, yürüyüş yolu ve arka sondaki üst süsleme ile net hesaptır. Yürüyüş yolundan araba yolu geçirmişler. Etrafını ise derme çatma yapılanma ile bozmuşlar. Bu sarayın içindeki temel taşları yine 19 ölçüleri üzerinedir. O kısımları atlıyorum.
Hemen buraya bir not iliştirelim. Ebrehe ve ordusunun Filler ile yıkmaya geldiği o meşhur yer işte tamda burasıdır. İnsanlar Mekke’deki kara küp yapısı sanır. Oysa çölde ne Ebabil yaşar nede Filler çölde ilerleyemez. Buna karşın Baalbek yapısının yüksekliği ve o yörenin imkânları Kırlangıç familyasından olan Ebabil kuşlarına yuva ortamı sağlayacak bir yapıdadır. Daha önce belirtmiştim. (Sümer dil yapısının Hint Talimce dil ailesi ile olan benzerlikleri ve Hintlilerin sığırlara artı fillere olan düşkünlükleri) uzatmayayım, Ebrehe ve Fil ordusu Baalbek üzerine yürümüştü.
En ise 190 metredir. 10×19 Üzerinde 19 vardır.
Baalbek için tahmin edilen tarih 12 bin senelik bir zamandır. Bu tahmini varsayımın Kur’an’da Hz. İbrahim’in halka açık olarak yaptığı tapınak sarayın konu edildiği Sure ve ayetlerin sayıların da görürüz. Bunlar üzerinde yapacağım tarih hesaplaması bize tahmin edilen rakamın doğruluğunu gösterecektir.
6 Surede 8 ayette anlatılır.
Sure ve ayetler;
2125+126+127+397+454+1173+2226+5136=11.764 sonuçludur.
Aynı ülkede bulunan Biblos şehrinin tahmin edilen 7.000 senelik zaman aralığını hatırlatmak isterim. Baalbek için ileri sürülen tarih 10 ila 12 bin senelik bir zaman aralığıdır. Bu varsayımların Sure ve ayetlerinden elde ettiğim 11.764 sayısına uygun düşmesi tesadüf değildir! Çıkan sonucun toplananı ise 1+1+7+6+4 = 19’dur. Üzerinde 19 vardır.
Sure ve ayetlerin tek hane toplamı,
2+1+2+5+1+2+6+1+2+7+3+9+7+4+5+4+1+1+7+3+2+2+2+6+5+1+3+6= 100’dür.
Kur’an’da Hac Suresi 26. ayette İbrahim’e tüm insanlar için yaptırıldığı söylenen bu yapının ilk halk evi olduğu vurgusu vardır. Sure ve ayetlerin toplamının 1 sayısını vermesi Güneş Kent Baalbek’in ilk halk evi iddiasını teyit etmektedir. 1+0+0= 1 dir. İlk halk evidir.
Gördüğünüz gibi Baalbek adlı yapı tümüyle 19 ile hesaplıdır.
Şimdi yapacağım hesap Arapların adına Kâbe dedikleri Kara Küp binasının hesabıdır. Bağdan bahçeden meralık arazilerden yoksun olan bu yer en azından Kur’an’ın belirttiği 19 hesabına bir uygunluğu var mıdır?
Mekke Kâbe’si koordinatları: 21°25′21″K 39°49′34″D Bu koordinat sayılarını daha önceki yer hesapları gibi çok detaylı işleme sokacağım. Sonuçları görelim.
2+1+2+5+2+1 = 13 dür. Üzerinde 19 yoktur.
3+9+4+9+3+4 = 32 dir. Üzerinde 19 yoktur.
Toplayalım. 13+32= 45 dir. Üzerinde 19 yoktur.
Bölelim. 1332/19= 70,10526315789474 dür. Üzerinde 19 yoktur.
Koordinatları olduğu gibi toplayalım.
21+25+21 = 67 dir. Üzerinde 19 yoktur.
39+49+34 = 122 dir. Üzerinde 19 yoktur.
Hemen küsmeyelim! Üst üste bindirip toplayalım.
212521+394934 = 607.455 dir. Üzerinde 19 yoktur. Kötümser olmayalım bir de sonucu toplayalım. 6+0+7+4+5+5 = 27 dir. Üzerinde 19 yoktur. Yine olmadı.
Sonucu 19’ a bölelim. 607455/ 19 = 31.971,31578947368’dir. Yine Üzerinde 19 yoktur.
Son bir şans, tüm sayıları olduğu gibi 19’a bölelim.
212521394934/19 = 11.185.336.575,47368’dir. Üzerinde 19 yoktur.
Peki, bu binanın ölçülerinde 19 var mıdır?
Uzunluk 13,1 metre, üzerinde 19 yoktur.
Genişlik 11,03 metre, üzerinde 19 yoktur.
Peki, orada hiçbir şey yok mudur? Vardır. Bolca çöl sıcağı vardır.
Adil oldum ve Arapların Kâbe’sini de inceledim. Görüldüğü gibi; bağı yok, tarlası yok, yaylası yok, bahçesi yok, 19 ölçüsü yok.
Bana karşı tam tersi bağ bahçe, meralık araziler, Akdeniz iklimi, çeşit çeşit meyveler ve alabildiğine 19 ölçüsü Baalbek’tedir. Dosdoğru merkez burasıdır. Kur’an’da Maide Suresi 95’de (al-kaʿbadu) seslendirmesi, Beka vadisinin zirvesinde konuşlanmış olan ve adı Beka adının hece değiştirilmesi ile seslendirilen yerdir.
Gerçek adı Baalbek değildir. Bu isim, günümüzde getirilen tanımdır.
Asıl adı “alkabedu’n“ dur. Bu ismi megalitik yapıya uygun açmaya çalışsak Zülkarneyn ismi gibi birçok bileşikle tanımlandığını görürüz. Al,(el) “Kırmızı, mülkiyet, sahiplik” demektir. Kab, seyahat demektir. Elkab ise: namlı, üstün, demektir. Adu’n ise: değerli demektir. Bu yapıya uygun yuvarlaması ise “Ziyaret edilen kutsal mülk” demektir. Beka vadisindeki bu yapıya getirilen ismi yazıldığı gibi hecelersek şaşırırız! Al-Kabe-Du. “Kırmızı Saray” anlamıda çıkmaktadır. Öğrenilmesi gereken çok şey var.
Son 1500 senenin tarihi inanılmaz düzeyde alt üst edilmiştir. İnsanlar sanır ki Hz. Muhammed Mekke’deki Kâbe için mücadele etmiştir. Hiç ilgisi yoktur! Doğrusu Hz. Muhammed Mescidi Aksa ile Baalbek arasında doğru tercihin Baalbek olduğu konusunda Yahudilerle sürekli bir tartışma içindedir. Hz. Muhammed’in Yahudilere sert bir cephe almasının birçok haklı sebebi vardır. Tüm insanlığı sürekli hayal kırıklığına uğratan ve sürekli entrikalar ile komplo kuranlara sevgi besleyecek değildi. Ayetleri tekrar alalım.
Ali İmran S. 98- De ki: “Ey Kitap Ehli, Allah’ın açıkça gösterdiğini neden gizlemektesiniz? Allah yapmakta olduklarınıza tanıktır!” “Ey Kitap Ehli, sizler de gerçeğe tanıkken, ne diye güvenmiş olan kimseleri yanıltmak amacıyla ona bir çarpıklık uydurup Allah’ın gösterdiği rotadan engelliyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir!”
Bu ayete ne dersiniz? Maide S. 82: İman edenlere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve Allah’a ortak koşanları bulursun.,,,
_ Benzersiz bir prensibin var. Sayılarla ve sayıların anlatmaya çalıştığı dil ile olan bağlantın gerçekten çok iyi.
Teşekkür ederim. Durumu zorlamak bu olsa gerek fakat düşünmeli! Hesaplardan çıkan sonuçlar neden başka sonuçlar vermiyor? Neden Kur’an’ın iddia ettiği 19 sayısı çıkıyor? Bunun anlamı ne? Bu sayısal düzen neyin nesi? Durum bu iken, tüm bunlara rağmen insan iradesinin çok üstünde bir kuvvetin varlığını inkâr mı edeceğiz? Öyle davranmak aptal biri olmanın teyidi değil midir?
_ Hepsi çok heyecan vericiydi. Kim inanmazsa kendine yazık etmiş olur.
Kim Allah’ın eline (kitabına) tutunursa kurtulur. Dosdoğrusunu öğrenmek adına Kur’an’ın sevk ettiği yol yordam her ney ise sadece onu prensip edindim. Efendim tarihte Anadolu diyarında Türk ırklarıyla olan bir savaşınızdan da söz edilir. Anadolu’daki Türklerle savaşmış olmanızdan sebep sizin Türk olamayacağınız fikrini savunanlar var.
_ Tarihinizde Türk beyliklerinizin kendi içinde savaşları yok mu?
En az 10 tane sayarım.
_ Onların kendi içindeki savaşları onları Türk yapmıyor mu? Birbirimizle savaşıp katletmemiz tarihte birçok kez olmuştur. İktidar sarhoşluğuna kapılan çok kral vardır. Bizi diğer milletlerin nezdinde tanımlayan olgumuz törelerimizdir. Törelerimiz; eğitim, ahlak, edep, adap, hürmet, saygı ve bunlar gibi değerler ile birlik içinde hareket etmektir. Töresini kaybeden etrafına zarar getirir. Saltanat hastalığı büyük bir beladır.
Buna mukabil bölge savaşları, yönetim savaşları, beylik savaşları, hak savaşları, kadın savaşları saymakla bitmez. Mesela amcam babamı öldürttü ben de amcamı öldürdüm. Devletin başına geçmek için kardeşlerin birbirini katletmesi, babaların evlatları, evlatların babalarını katletmesi hiçbirini Türklükten çıkartmaz.
Bunlar hayatın kanlı cilveleridir. Hainlik cezasız kalmaz. Bozulan yerinde duramaz. Güçlü olan görevi alır yola devam eder. Doğa bizim en büyük öğretmenimizdir. Uzun etmeye gerek yok. Tarihini bilen kendini bilir. Konuya dönelim. Bu çalışma da Yecüc Mecüc biraz eksik kaldı. Benim maceramın daha ilk anlatımlarında görmüştün ki ben, bir plan için kullanıldım. O planı böyle sessizce kapatmak doğru olmaz. O plan ne içinmiş, Allah neden böyle bir şey murad etmiş, amacı neymiş? Onun izahını yapmalı. 99. ayete bir dipnot eklemiştim. Ayetin içeriğinde onlar hakkında bir sır gizli diye düşünüyorum. Onu bulabilir misin?
Tamam efendim. Bir bakalım gözden kaçan neler varmış. 99 ve 100. ayetleri buraya alalım.
*Kehf S. 99: Biz günü gelip kendilerini serbest bıraktığımız vakit dalga dalga peşi sıra yayılırlar ve bir ses duyulmuştur da hepsi bir araya toplanmıştır.
_ Bu kıyamet saatidir. Yalnız, kıyamet kopmadan önce onların aynen ayette belirtildiği gibi dalga dalga etrafa yayılma sahnesi anlatılır. Buradan anlaşılan, büyük sondan hemen önce insanlara, böyle bir korku şaşkınlık sahnesi yaşatılacaktır. İnsanlar onların varlığından bir haber iken, tarihten silindiklerini düşündükleri bu iki bir gün sokaklarında gezdiklerine tanık olacaklar. Bu sahneyi hafızanda canlandıra biliyor musun?
Bu gerçekten ürkütücü olacaktır. Filmlerden fırlamış bir sahne gibi…
*Kehf S. 100: İşte o günü, inanmayanlar için bir gösteri olarak hazırladık.
Bak işte, ayette peşi sıra yaşanacak olayların anlatısı tam da bunu ifade ediyor. Yecüc Mecüc yeniden yeryüzüne çıktığı an, sahnenin son gösterisidir ve kısacık bir zaman sonra hayat perdesinin kapanışı olacaktır. İnsanlar onlardan kurtulmak için bir çabaya giriştiğinde gökyüzünden gelen bir ses ile Dünya sahnesi son bulacaktır.
Efendim Yecüc Mecüc’ ün Kailaş Dağından yeniden çıkması ile kıyamet sesinin duyulması anlatınız çok hoş da buradan başka ne çıkabilir?
_ Ayette bir vakitten bahsedilip zaman içeriği veriliyor. Sayıları bir dene…
Efendim “gayb” denen kıyamet saatini sadece Allah bilir diye inanırız. Ve bu kesinlikle doğrudur da.
_ O da ne demek? Allah zaten her şeyi bilir. Mesele bizim de onu bilebilmemizdedir. Kur’an’da bunun için mutlaka bir açıklama olmalı. Böylesine muhteşem bir kitabın öylesine önemli bir konuyu es geçeceğini mi sandın?
Tabi ki öyle sanmadım efendim. Bu toplumsal doğru bir inançtır fakat eksik bir inançtır. Çünkü Allah kıyamet saatinin gizliliğini zamanı geldiğinde kaldıracağını, Ali İmran Suresi 179 ayetinde açıkça belirtmiştir.
_ Her şeyi bir kenara bırak ve sürekli tekrarlayıp durduğun sana da en büyük ilhamları veren şu ayeti düşün. “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” Ayetin net ifadesi, kıyamet saatinin de Kur’an içinde olduğunu kabul eder. Yaratıcı kendiyle çelişir mi sandılar?
Efendim işte bu gerçekçi bir bakış açısıydı. Çok doğru, Yaratıcı kendiyle çelişmez. Zaten ortaya çıkan sonuçlar hiç kimsenin fikri değildir. Direkt Kur’an’ın içinden gelen Yaratıcının kendi bildirmeleridir. Konuya dönecek olursam. Yecüc Mecüc ve Kıyamet vaktine bir hesapla bakalım. Ayet numaralarını alalım ve neler kodlanmış anlamaya çalışalım.
Yecüc ve Mecüc ismi Kehf S. 94 ve Enbiya S. 96 ayetlerinde olmak üzere iki kere geçer. 94+96 = 190’dır. Üzerinde 19 vardır.
_ “190″ bu çok güçlü bir sayıdır! Bu kadar güçlü bir sayı çok önemli bir şeyin sayısal imasıdır. Ayetlerde açıkça bellidir ki kıyamet saati, onların üzerinde anılmaktadır. O gizliliğin açığa çıkması için de hesap yapılması gerekir. Sure numaralarına bir bak. Kehf S. 18 ve Enbiya S. 21 Bu sayıları topla ve kıyamet “vakti habercisi olarak anılan” Yecüc Mecüc ’ün 190 sayısına vur.
1+8+2+1 = 12, 12×190= 2280’dir.
_ İşte Yecüc Mecüc’ ün benim hapis ettiğim Kailaş Dağından çıkması bu tarihtedir. Peşi sıra türlü acayiplikler başlayacak olan vakit 2280 senesidir.
Çok tuhaf! 2280 senesinin kıyamet tarihi olduğu iddiasını daha önce de bulmuştum. İlki yine Kehf Suresine ismini veren “Ashab-ı Kehf” konusu üzerineydi. Ashab-ı Kehf’e sayısal olarak yoğunlaşmış bir yazımdı. İkincisi ise yine aynı halde sayısal olarak işlenmiş Âdem ve Sibel’a (Kybele) konusunda yazmıştım. Demek Kıyamet saati Yecüc ve Mecüc üzerinde de kodlanmış. Efendim karşımızda üç ayrı konu üzerinden 2280 senesi kıyamet senesi olarak geçti. Ve hepsinin kaynağı Kur’an kitabı!
_ Yaratıcı hiçbir şeyi gizlememiştir. Gizli sanılan ne varsa, zamanı gelince orta yere dökülür. Her şey sadece zaman meselesidir.
İnsanlığa kıyamet vaadini üstüne basa basa ikaz eden Kur’an kitabı olduğu için 2280 senesi gerçekten düşündürücü bir o kadar da korkutucu. Neredeyse hiç zaman kalmamış. 2280 – 2024 = 256. Bu hesaba göre 256 sene kalmış. Kıyamet denen o meşhur yıkılışa sebep olacak olan etkenin ise “76″ senede bir Güneş Sisteminden geçen Halley Kuyruklu yıldızı olacağı bilgisi önceki yazılarda mevcuttur.
Halley kuyruklu yıldızının 19 un katı olan 76 senede bir güneş sisteminden geçmesinin, İlahi bir plan olduğunu da vurguladım. Dünyanın sonunu bir kuyruklu yıldızın getirecek olmasına kim hayır diyebilir? Bu daha öncede olmuştu…
_ Neden olmasın? Hem kıyameti tasvir ederken “bir ses duyulur” demiyor mu? Kuyruklu yıldız yörüngeye girdiğinde ve yeryüzüne düştüğünde ses patlaması ne muhteşem bir gümbürtüye sebep olacak düşünsene.
Acaba Kur’an’ın indirildiği “23 Eylül 608″ senesi ile 2280 senesinin bir bağıntısı var mıdır? Bu hesap gerçekten enteresan sonuçlanacak… Daha önce Kur’an tam olarak ne zaman indirilmiştir diye yaptığım bir hesapta Kur’an kitabının, bundan 1416 sene evvel, tarihler 23 Eylül 608 senesini gösterirken indirilmeye başlanmış olduğunu hesaplayıp görmüştüm.
Bu tarihi, Ay takvimini izleyenler bilemez.
Bu tarih, Güneş takvimi esas alınarak elde edilen bir sonuçtur. Neye istinaden böyle hesap ettin diye merak edenler olabilir. Kur’an kitabı tarihi doğru hesaplayabilmemiz için gecenin ayetini kaldırıp gündüzün ayetini geçerli kıldığını İsra Suresi’nin 12. ayeti ile kesin olarak ölçülendirmiştir.
Efendim bu konuyu aydınlatmam lazım.
_ Seni dinliyoruz. Lütfen devam et…
Bazı hesaplamalar için iki başlık atayım.
1-Kur’an ilk olarak hangi ay ve hangi günde indiğinin hesabı yapacağım,
2-Kur’an’ın indirilmesi ve nihayete erdiği zaman zarfı kaç senedir hesabı yapacağım.
3- Konunun buraya aksetmesi ile 2280 senesiyle olan bağlantısı olup olmadığına bakacağım.
Allah Kur’an’ı çok özel bir günün gecesinde indirdiğini belirtir. O gece Kadir gecesidir.
Kadir Suresi Kur’an’da 97. sıradadır ve 5 ayetten oluşur. Sureyi oluşturan ayetlerin muhtevasında Kadir gecesinin kutsallığından bahseder ve 3. ayette 1000 (bin) aydan daha önemli olduğunu vurgular. Böylelikle 3. ayette bize net bir sayı daha (1000 sayısını) verir.
Elde olan sayılar, Sure 97, ayetler 1,2,3,4,5 ve ayet içinde geçen 1000 sayısıdır. Kitapta Kadir gecesinin ne olduğu hususunda bizi bilgilendiren en nadide bilgi ise, 2. Sure olan Bakara Suresinin 183, 184,185 ve 187. ayetlerinde görmekteyiz. 185. ayette der ki;
> O ay Ramazan’dır. İnsanlar için doğru ile yanlışı birbirinden ayıran bilgi rehberi, içinde deliller bulunan Kur’an o ayda indirilmiştir. Onun için sizden her kim bu aya şahit olursa, onda perhize girsin..,,,<
Ramazan ayı nedir diye araştırdığımızda karşımıza çıkan bilgi şudur.
Arapçada bir seneyi temsil eden ayların seslendirilmesi şöyledir. Lütfen dikkat ediniz!
1-Muharrem (Ocak)
2-Safer (Şubat)
3-Rebîul-evvel (Mart)
4-Rebiul Ahir (Nisan)
5-Cumade’l-ula (Mayıs)
6-Cumade’l-ahir (Haziran)
7-Receb (Temmuz)
8-Şaban (Ağustos)
9-Ramazan (Eylül)
10-Şevval (Ekim)
11-Zilkade (Kasım)
12-Zilhicce (Aralık)
Arapça takvimde Ramazan sözü 9. ayı temsil eder ve o ay Eylül ayıdır.
Bu konuda odak sayımız 9’dur. Bakalım 9 sayısı nelere kadir-dir.
Eylül ayının “12 ay” içerisindeki duruş sırasında bizim için enteresan bir görsel vardır.
1 2345678 9 101112
Bu görsel: 1 ile başlayan ardışık sayının 9. sırasını teşkil ve temsil eder. Görüntüsü 1_9 = 19’dur.
Ay olarak 9. ayın eylül ayı olduğunu müşahede ettik ve böylelikle ortaya çıkmış olur ki, Kur’an’ın indirildiği gece Kadir gecesi, Eylül ayı içindeki günlerden biridir. Yine böylelikle bize, Kadir gecesi ifadesinin ikrar edilmesiyle sözlü olarak bir sayının daha varlığı bildirilmiş olur.
Acaba Kadir gecesi, Eylül ayının hangi günüdür diye Eylül ayının özelliklerine bakacak olursam.
Eylül ayının en özel günü, tüm yaşamı kökünden etkileyen ve tüm Evrende bir dengeye hizmet eden 23. günüdür.
Eylül’ün 23. gününde Kuzey Yarım Küre ile Güney Yarım Küre arasında zaman dengesi yaşanmasına sebep olan ekinoks günü vardır.
Bu ayda perhize (oruca) girildiğinde her iki yarım kürede zaman dengesi aynı olur ve herkes aynı zaman ölçüsü üzere dengeli bir oruç tutar.
Hani deriz ya, biz neden 15-16 saat tutarken kutuplarda 3-4 saat tutuluyor?
Yaratıcının kitabına itibar etmezsek, hayatımızı Kur’an’a göre değil de cahillerin öğretilerine bakarak düzenlersek bu soruların cevaplarını asla bulamayız! Fakat bilimsellikten uzak midesinden konuşanlar var tabi.
Yeri gelmişken belirteyim, net bir dille belirtiyorum!
İnançta olup ta Kur’an’da bulunmayan hiçbir şeyden sorumlu olunamaz! Bidat denen şey inançta başlar. Bir inanç hali ya da şekli Kur’an’da yoksa inançta da bulunamaz. Aksi düşünülemez zira Allah hata yapmaz!
Bir programda izlemiştim. İlahiyat profesörü bir beyefendi diyordu ki; bir gün orucun Eylül ayına sabitleneceğine inanıyorum.
Yorumculardan birisi, oruç için kendisine Bakara S. 189 ayetini destek alarak Eylül fikrini çürütmeye çalışmıştı. Bu arkadaş saçmalama hususunda seviye atlamıştı.
Bakara S. 189- Sana hilalleri soracaklar. De ki; “Hilaller, toplumlar için hac seyahatinin zaman belirleyicisidir.” Der…
Bu arkadaş kendine Kur’an’ı destek almış fakat hilallerin sadece hac ziyareti için geçerli olduğunu dahi anlayamamıştır.
_ Ezberci bir millete ne kadar anlatırsan anlat anlayamaz. Senin anlattığın onların anlayabildiği kadardır.
O profesör beyefendi iddiasında haklıydı.
Eylül ayının 23. gününde zaman aralığı her iki yarım kürede eşit olur. Tüm aylar bir yana Eylül ayı bir yanadır. Mevsim şartları normale döner, ekinler biçilmiş, hasatlar yapılmıştır. Şu hakikat kendi yaşamdüzümüzde de idrak ettiğimiz bir olgudur. “Eylül başkadır.”
Oruç ayı birçok sebeple Eylül ayı olarak belirlenmiştir. Elimizde olan mevcut sayılara ek olarak hem Eylül ayını temsil eden 9 sayısı, hem de Eylül ayının 23. günü eklenmiş olur.
Bununla birlikte elde olan tüm sayılar; 97+1+2+3+4+5+1000+9+23’tür.
Bu sayıların üzerinde bir hesaplama yapacak olursam ortaya çıkan sonuç kitabın sözlerinin ne kadar doğru olduğunu ortaya koyar.
Kadir Suresinde belirtilen tüm sayılar üzerine bir hesaplama;
9+7+1+2+3+4+5+1+0+0+0+9+2+3= 46’dır. 2×23’dür.
Mevcut sayıları bize verildiği gibi toplayacak olursam, 97+1+2+3+4+5+1000+9+23= 1144’dür. Bu sayıyı, Kur’an’ın indirilmeye başlandığı 9. ayın sıra numarası olan “9” sayısına bölecek olursam;
1144/9= 127,1111111111111 sonucunu elde ederim.
Bu sayıların toplamı ise yine, 1+2+7+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1= 23’tür.
Şayet sure ve ayetlerden elde ettiğim mevcut sayıları toplayıp 19 ölçüsü ile sağlamasını yapacak olursam 97+12345+1000+923= 14365’dir.
Çıkan bu sonuç, Eylül ayının doğruluğunun Yaratıcı tarafından tasarımlandığının belgesidir. Ortaya çıkan sonucun toplamı 1+4+3+6+5=19’dur. Üzerinde 19 vardır.
Bakara Suresinde bize perhiz (oruç) ayının ve Kur’an’ın indirildiği söylenen Ramazan/Eylül ayının 9. ay olduğuna dair farklı bir hesapla yine bakalım. Sure ve ayetler üzerinde bir hesaplama yaparak bunu tekrar ispat edebilirim. Hesaplamalar sonucunda 2+183+2+184+2+185+2+187= 747 sonucunu elde ederiz. 7+4+7= 18’dir. 2×9 ya da 1+8= 9 sayısı ile yine Eylül ayını buluruz.
Lütfen dikkatinizi veriniz! Kitabın iki ayrı yerde fakat tek konu altında anlattığı meselenin ilki 2. surede diğeri 97. Surededir ve her iki surenin sayısal toplamı 2+97=99’dur. 9+9= 18’dir. Toplamı 1+8= 9’dur! Unutmayınız! Kitapta net olarak bildirilmiştir ki “Yaratıcı her şeyi sayılarla hesapladı” denmiştir. Biz şu anda o hesapların bu konuyla olan kısmına tanık olmaktayız.
Her iki surenin ayet hesaplamalarının üzerinde bir sağlam bir sonuç daha göstereceğim. Kadir Suresinden elde edilen 1144 sonucu ile Bakara Suresinden elde edilen sonuçları topluyorum. 1144+747=1891’dir.
Konu iki farklı surede işlenmesine rağmen birbirini tamamlayarak doğruluğunu ispatlamaktadır. 1+8+9+1= 19’dur ve üzerinde 19 vardır.
Bu işlemlerden elde edilen sayılar ve sonuçlar bize, 9. ayı ve o ayın ve 23. gününün Kur’an’ın indirildiği gün olduğunu kesin olarak belgeler.
Kitap ile görsel yaşam tıpkı bir senaryo ile sahne gibidir. İşte bu bağlamda bu ikisi senaryo “Kur’an” ile sahne olan “yaşam” harika bir yönetmen tarafından ahenkler içinde sayısal denklemler bütünlüğünde yürütülmektedir. Konunun üzerinde 19 vardır! Kadir demek ise “PARLAK” demektir. Böylelikle anlaşılmıştır ki Kur’an kitabı, 9. ay olan Eylül ayının 23. gecesi inmeye başlamıştır. Kur’an kitabı için 23 sayısı Kur’an’la ilgili farklı bir durum ile yine bilinen bir şeydir.
Kur’an’ın 23 senede indirildi bilgisi toplumsal bir aktarımla günümüze kadar aksetmiştir. Bu aktarım sayı değil de bir sözcük olsaydı zamanla değişme uğrardı fakat bu aktarım sayı olduğu için değişime uğrayamadı. 23 sayısı, Kur’an’ın inip tamamlandığı zaman zarfı olarak bilinir. Peki, bu ne kadar doğrudur?
Acaba Kur’an kitabı bununla ilgili bir bilgi verir mi diye kendisini incelemek istediğinizde bize en güzel başlangıç noktası olarak Muhammed Suresini gösterir. Ayette belirtildiği gibi, “Onda sizin için güzel bir örnek vardır.” der.
Malumdur ki Kur’an kitabı bu kutlu insan üzerinden insanlığa verilmiştir. Öyleyse Muhammed Suresine gidelim ve o güzel örneklerden birinin 23 sene ile ilgili bağıntısı var mı görelim.
Kur’an’da Muhammed Suresi 47. Suredir ve 38 ayetten oluşur. Sure ve ayetleri topladığımızda sonuç 4+7+3+8=23’tür. Sure ve ayetlerin sayısal hesaplaması henüz sözlü anlatım başlamadan varlığının orada olduğunu açıkça gösterir.
Tüm ayetlerin mevcut haliyle olduğu gibi toplamı;
1+2+3+4+5+6+7+8+9+10+11+12+13+14+15+16+17+18+19+20+21+22+23+24+25+26+27+28+29+30+31+32+33+34+35+36+37+38= 741’dir.
741 sayısı hiçbir sayı gibi gelişi güzel değildir. 19’un tam 39 katıdır. 19×39=741 Üzerinde 19 vardır.
Ayetlerden elde edilen sayıya sure numarası olan 47 sayısı eklenecek olursa çıkan sonuç, 47+741= 788’dir. Bu sayı ise yine 7+8+8= 23 sayısını verir.
23 sayısını ayetlerden elde edilen sonuca sure numarasını ekleyerek yine bulalım. 4+7+7+4+1=23’tür. Tüm bu 23 denklemleri bize Kur’an’ın 23 senede indiği sözünü doğrular ve tüm bu hesaplamalar bunun kanıtıdır.
Kur’an’ın kitaplaşma zaman zarfı “23” senedir, Kur’an’ın ilk inmeye başladığı gün de yine Eylül ayının 23. günüdür. Şuna bakın!
Eylül 9, gün 23, tamamlanma sene zarfı 23, bunları yan yana topladığımızda, kitap hem kendisinin 23 senede indiğini, hem de 9. ayın 23’ünde inmeye başladığını doğrular. 9+2+3+2+3=19’dur. Üzerinde 19 vardır.
Muhammed Suresinde Kur’an’ın 23 senede indirileceği zaten işlenmiştir. Biz bu hesabı yeni keşfediyoruz.
Onlarca kez yeniden ortaya çıkan bir gerçek var ki Kur’an, Yaratıcı tarafından en ince detayına kadar tasarlanıp tüm insanlığa sunulmuştur. Kur’an’ın içinde şüpheye yer yoktur denmesi aklını kullanan insanlar içindir. Kitap tüm insanları karşısına alarak son derece iddialı bir söz kullanır. Der ki “Şayet tüm insanlar (erkekler) ve cinler (dişiler) bir araya gelseniz yine de bu kitabın bir bölümünün benzerini dahi yazamazsınız.”
Kur’an’ın kendisi demek geçmiş ve gelecek tümden bir hayatın kitaplaşması demektir. Kitabın bir suresi/bölümü demek, zaman diliminin bir parçası demektir. Şimdi izah edeceğim bölüm,
1-Kur’an’ın Hz. Muhammed’e hangi tarihte indiğinin açıklamasıdır.
2-Hz. Muhammed’in hangi yaşta elçilik sıfatına ulaştığının hesaplamasıdır.
Toplumsal bilince göre Hz. Muhammed hicri takvimin 571 senesinde dünyaya gelmiştir. Miladi takvime göre ise 570 senesinde Dünya’ya gelmiştir. Hicri takvime göre 611 senesinde 40 yaşında elçi olmuştur. Miladi takvime göre ise 608 senesinde 38 yaşında elçi olmuştur. Hicri takvime göre 632 senesinde 63 yaşında ölmüştür. Miladi takvime göre 631 senesinde 61 yaşında ölmüştür.
Miladi ve hicri olarak gelen bu iki ayrı takvimin verdiği sonuçlardan hangisinin Kur’an’a uygun olduğunu sınayalım!
Tüm bu sayıları 19 sayısı ile “üzerinde 19 vardır” ilkesine uyarak hesap edeceğim ve çıkan sonuç üzerine biz hangi takvimi ölçü olarak kullanacağımızı yeniden öğreneceğiz.
Hicri takvime göre 571’de doğmuştur. Üzerinde 19 yoktur. Eksi puan
Miladi takvime göre 570’de doğmuştur. 19×30 Üzerinde 19 vardır. Artı puan
Hicri takvime göre 40 yaşında elçi olmuştur. Üzerinde 19 yoktur. Eksi puan
Miladi takvime göre 38 yaşında elçi olmuştur. 2×19 Üzerinde 19 vardır. Artı puan
19 ölçüsüyle elde edilen sonuçlarda miladi takvim, Kur’an’ın ruhuna çok uygundur. Ölçümüz miladi takvime göre olmalıdır ve Allah tarafından belirlenmiştir.
Her iki takvim üzerine doğum ve ölüm tarihini ekleyerek çıkan sonucu görelim.
Ölüm tarihi hicri; 5+7+1+6+3+3= 25’tir. Eksi puan
Ölüm tarihi miladi; 5+7+0+6+3+1=23’tür. Yine artı puandır. Kur’an’ın 23 senede indiği sözünü Hz. Muhammed’in doğum ve ölüm tarihi hesabında görürüz.
Miladi takvime göre hesap işlemi 32 adet 19 sayısı ile ölçülüdür. 19 x 32 = 608 dir. 608 sayısı Kur’an’ın indirildiğini belirlediğim senenin de tarihidir.
608 senesinin doğruluğu yine 19 sayısıyla belirlidir. 19×32 Üzerinde 19 vardır.
Artı puanları toplayan takvim olarak ölçümüz miladi takvim olmuştur.
Kur’an’ın kitaplaşma zaman zarfı: 23,
Kur’an’ın ilk ayetinin (OKU) iniş senesi: 608,
23+608= 631’ dir. 631 senesi, Hz. Muhammed’in (salatının) vazifesinin bittiği senedir.
23 ve 608 sayılarının toplamı ise, 2+3+6+0+8 = 19’dur Üzerinde 19 vardır.
Kur’an bizlere İsra Suresinin 12. ayetinde işlerimizi miladi takvime göre düzenlememiz konusunda net bilgi verir.
Üstte miladi takvimi örnekler ile belgeledik.
Bu hesapların ve miladi takvimin doğruluğunu İsra Suresi 12 ayetiyle sözlü olarak da sabitleyelim.
Geceyi ve gündüzü iki ölçü yaptık. Yaratıcınızın nimetlerini aramanız ve yılların hesabını bilesiniz diye gecenin ölçüsünü kaldırdık. Gündüzün ölçüsünü geçerli kıldık. Biz her şeyi ayrıntısıyla açıklarız. İsra (ışık/güneş) Suresi 12. ayet
2280 senesini Kur’an’ın indirildiği tarih olan 23 Eylül 608 senesiyle bağlamak istediğim açıklamayı yapacağım. Kıyamet anının saat olarak günün hangi zaman diliminde, saat kaçı kaç geçerken olacağını hesaplayamam fakat inanıyorum ki saati dahil Kur’an’da verilmiştir.
Sene hesabını, ay hesabını ve buna ek “gün” hesabını gösterebilirim. “Her şey sayı ile hesaplanmıştır.” ve “Kitapta hiçbir şey eksik bırakılmamıştır.” ayetleri, bu bilginin zaten gizlenmemiş olduğunun belirtilmesidir.
Hesaplama yapalım.
Kur’an indirilme tarihi: 23.09.608
Kıyamet vakti tarihi: xx. xx.2280
2280-608 = 1.672’dir. Bu sonucun 19 sayısı ile gerçeklik sağlamasını yapalım. 1672/19 = 88’dir. Üzerinde 19 vardır.
1672 sayısı 19’ un kalansız net bölünenidir. Kur’an’da 88. Sure Ğaşiye Suresidir. İlk ayet ise çok çarpıcıdır.
1- O her şeyi kuşatacak olan kıyametin haberi sana geldi mi? Evet geldi.
_ Hem de öyle bir geldi ki inkâr edilmesi manasız…
Kıyametin ay ve gün hesabına bakalım. Kur’an’ın indirildiği günü ve Ay’ı baz alarak hesap edeceğim.
2309608 – 2309228.0 = 380 (19×20) Üzerinde 19 vardır. Öyle görünüyor ki kıyamet gününün bildirisi, sizin ve Yecüc Mecüc ile ortaya çıkan bilgilere ek; gün, ay ve sene hesabı olarak, Kur’an’ın indiriliş tarihi, Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olarak seçildiği 38 yaşı ile de doğrudan bağıntılıdır.
Kur’an’ın içinden gelen hesaplara göre kıyametin net tarihi,
23 Eylül 2280’ dir.
Çok merak ediyorum! Bir insan kitap yazacak olsa, tüm bunları nasıl hesaplayabilir? Bu hesapta kendi doğum tarihi, ölüm tarihi ve Kur’an’ın 23 senede inecek hesabını bilsin de farklı konulardan ortaya çıkan 2280 senesine bir bağlantı atsın ve ortaya çıkan tüm bu bilgileri hep bilsin?
Bu çalışmada en baştan tüm hesaplar olduğu gibi aktarılmıştır. Kur’an’ı Hz. Muhammed’in uydurmuş olmasının gerçekten bir imkânı var mıdır? “Kur’an’ı Muhammed uydurmuştur” aptallığına kim talip olmak ister? Dahası kim öyle bir aptalın destekçisi olmak ister?
_ İnsan anlam veremediği şeylerin ötesini göremediği vakit inkâr seçeneğini kullanır. Binlerce sene evvelini kapsayan şu denklemler bir insanın eseri olabilir mi? Öyle biri varsa hemen o insana tapınsınlar. Asla olamaz!
Güneş takvimi doğru sonuca ulaşmada Yaratıcının tavsiyesidir. Ay takvimi eksik bir zaman ölçüsüne sahip olmasından ötürü yanlış hesap çıkartır.
Ayların sayısı ezelden beri 12’dir. 12 ay ise 365 günden oluşur. Ay takvimi ise 354 günden oluşur. Ay takviminde 11 gün eksiktir. Bu ise mevcudu anlayıp yorumlamada tüm hesaplarda yanlışık olması demektir. Aylar 12, günler 365 günden hesaplıdır.
Mevcudu böyle tasarlayan Yaratıcı, Ay takvimini kullandırır mı? Böyle yapması demek kendisiyle ve kitabıyla çelişmesi demektir. Oysa Yaratıcı kusursuzdur. Kendisiyle çelişecek bir davranışta bulunamaz.
Güneş takvimi doğru olandır ve mevcudun ölçütüdür. Kur’an kitabının Güneş takvimi üzerine tasarımlı olmasının başka bir izahı olamaz.
Efendim Kur’an zaten Güneş takvimini ölçü olarak açıkça belirlemiştir. Ayların sayısının 12 olduğunu belirtmiştir ve yine Kur’an’da “gün” (yevm) sözcüğü ise 365 kez geçer.
İnsanlarımız Kur’an’dan uzak olduğu için bu gerçeklerden de uzaktır.
Efendim sayılarla olan alakanızı, sayısal bir zekâya sahip oluşunuzu Stele kodlamasını yaptığınız işlemlerden görüp anlıyorum. Bize o çağlarda bugün adına nümoroloji dediğimiz sayılar bilimine olan bakış açınızdan birkaç örnek verir misiniz?
Sayıları nasıl rehber ediniyordunuz? O çağda 19’un yanında hangi sayılara önem veriyordunuz?
_ Bizim Evren’e ve sunduğu hayata bakışımız; her şeyin sayısal bir kurgu içerdiğine, hiçbir şeyin rastlantıya dayanmadığına, her şeyin sayısal denklemler üzerine kurulu olduğuna inanmaktı.
Sayılarla ilgili yapılan çalışmalarımız, Evren’deki ve görsel kargaşanın içindeki gizli yasaları belli ilkeleri takip ederek yorumlayama çalışmaktı. Örnek; odak sayısı 18’in seni götürdüğü gibi denklemler bulup olanları ve olacak olanları keşfetmeye çalışmaktı.
Buradan keşfedilen sembolik sayıların neler ile örtüştüğüne, o sayılar geçmiş tarihte ne zaman ve nasıl başarılı olduğuna, buna binaen bir işe kalkışacak olursak daha önce başarı elde edilmiş olan bir zaman aralığında olmasına özen gösterirdik.
Öyle bir zaman dilimi olur ki bu zaman dilimi kendi içinde hem benzer sayılar içerir hem de hesaplamalar ışığında kendine denklemler oluşturur. Örnek: “MÖ 1976” gibi. “1000” bu bin yıllık zaman döngüsü olsun. “970” bu yüz yıllık zaman döngüsü olsun. “6” bu sene döngüsü olsun. Bir de “6. ay” olsun. Böyle bir zaman aralığında bir bebek doğmuş olsun. Doğum tarihi MÖ 1976.19.06 dır.
Bu tarih içinde 6 tane 19 vardır. 6’yı 19’a vurursun 114 eder. Bunun da toplananı 6’dır. Çocuk sahibi olan kaç aile sayıların gerçekliğinden haberdardır?
Evet efendim çok iyi anlıyorum. Ben böyle bir adamın öncülüğünde kurulan vatanda onun vatandaşı olarak yaşıyorum ama sizin örnekte de başım dönmedi değil.
_ Kimmiş o değerli adam? Bana ondan biraz bahset.
Efendim anlatırsam sizin de biraz başınız dönebilir.
_ Yeterince döndürdün hadi etkile beni.
Efendim, devletimizin liderinin ismi Mustafa Kemal Atatürk’tür. İsmi 19 harften oluşur. Üzerinde 19 vardır.
_ Çok muazzam bir isim.
Doğum tarihi 1881’dir. Toplananı 1+8+1+8= 18’dir. Bölüneni ise 19’un katıdır. 1881/19= 99’dur. Üzerinde 19 vardır.
Kemal Atatürk’ün hayatındaki 19 sayısı onun kaderi olmuştur. 19 sayısı ile Atatürk’ün hayatında o kadar çok ilişki vardır ki bu ilişki kimilerine göre bir mucize kimilerine göre basit bir tesadüftür.
_ Hiçbir şey tesadüf değildir. En sıradan hayat bile tesadüf olamaz.
Atatürk’ün hayatında o kadar çok 19 sayısı var ki bunun tesadüf ile açıklanması olanaksızdır. Bir insanın hayatında bu kadar 19 sayısının olmasına tesadüf diyen kişi boşa konuşan biridir.
1- Mustafa Kemal Atatürk ismi 19 harften oluşur
2- Doğum yılı: 1881’dir. 19’un 99 katıdır.
3- Nüfus kütük numarası 19’dur.
4- 19. yüzyıla tam 19 yıl kala doğmuştur. 1900-19=1881
5- Nüfus cüzdanı numarası: 993814’tür. 19×52306=993814
6- 1938 senesinde vefat etmiştir. 19×102=1938
7- 57 yaşında hayata gözlerini kapatmıştır. 19×3=57
8- 1900 yılında harbiyeye girmiştir. 19×100=1900
9- Harbiyeye girdiğinde 19 yaşındadır.
10- Harbiyeden mezun olan 19. Türk subayıdır.
11- Harbiyeden mezun olduğunda 57. Devredir. 3×19=57
12- Harbiyedeki sicil numarası 317-8’dir. 3+1+7+8=19’dur.
13- 19 Nisan 1919’da Harekât Ordusu ile İstanbul’a girmiştir.
14- 1904 senesinin Aralık ayının 19 unda Yıldız Sarayına çağrılmıştır.
15- 19 Mayıs 1915’de albaylığa terfi etmiştir.
16- 1915’te İngilizlerin saldıracağı tarihi bilmiştir. Tarih 19 Eylül’dür.
17- 1916 Mart ayının 19’unda tuğgeneral olmuştur.
18- 1919’da 9. Kolorduya atanmıştır. 19 gün sonra Samsun’a gitmiştir.
19- Samsun’a çıktığında tarih 19 Mayıs 1919’dur.
20- Bandırma vapurundaki 19. kişidir.
21- Samsun’da 19 gün kalmıştır.
22- Politikaya girişi 1900 senesidir.
23- İlk TBMM’deki kütük sırası 19’dur.
24- Hayatı boyunca toplam 19 madalya almıştır.
25- İstanbul’a 19 kez gelmiştir.
26- Latife Hanım ile 912 gün evli kalmıştır. 19×48=912
27- Özgürlük mücadelesinde 19 yıl milletin başında bulunmuştur.
28- 38 ve 57. Piyade Alaylarında komutanlık yapmıştır. 19×2=38, 19×3=57
29- Çanakkale Savaşında 19. Tümenin komutanlığını yapmıştır.
30- Mareşal ve gazilik unvanını 1921′de 19 Eylül’de almıştır.
31- 19 yıl sivil, 19 yıl asker, 19 yıl devlet adamlığı yapmıştır. 3×19
32- Cenaze töreninde 19 notalı 19. Chopin marşı çalınmıştır.
33- 19 Kasım 1938’de defnedilmiştir.
34- Öldüğünde nakit kalan mirası 19 bin liradır.
35- İstanbul Akaretlerde oturduğu evin numarası 76’dır. 19×4=76
36- Gençliğe Hitabe 1927’de yazılmıştır. (1+9+2+7=19) 26 Ekim 1927 günü tüm yurtta kanunlaşmıştır. 26+10+1927=1963 (1+9+6+3=19)
37- Kendisine ait olan “İstikbal göklerdedir” sözü 19 harftir.
38- Kendisine ait olan “Ne mutlu Türküm diyene” sözü 19 harftir.
_ O nasıl bir adammış öyle? Kendisiyle at sürmek isterdim.
Görmek ister misiniz?
_ Çok isterim.
Bakınız efendim bu Mustafa Kemal Atatürk.
Üzerinde resmi üniforması var ve başına taktığı şapkasının ortasında çift boynuz simgesi olan hilal ve yıldız vardır. Tüm bu simgeler sizin de üzerinizde taşıdığınız simgelerdir. Biz, her zaman diliminde her coğrafyada birbirimizi tanırız efendim. Biz kendimizden olanı biliriz.
_ Demek o meşhur “Mustafa Kemal” bu adam, görür görmez kanım ısındı.
Oda sizin gibi adını ölümsüzler listesine yazdırdı efendim.
_ Hiç şaşırmadım. Böyle bir adamdan daha azı beklenemezdi.
Bende siz saygın atalarımdan daha azını beklemezdim.
Efendim sohbetimizin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Söylemek istediğiniz bir şey varsa son sözlerinizi eklemek isterim.
_Yola çıkarken tek kaynağının Kur’an olacağını ve bu kitabın her şeye yeteceğini belirtmiştin. İşte çalışma budur ve sen bunu ispatladın. Bu eser birileri tarafından okunup tartışılıyorsa şunu bilmelerini isterim.
“Hakikat ortaya çıktı ve yanlışın aklını darmadağın etti.”
_ Ben kendimi böyle eşsiz bir eser ile ikinci kez ispatladığım için Dünya’nın en şanslı kralı oldum. Bir baksana bu kaç krala kısmet olur? Bil ki her şeyi Allah yapar. Bir gün buluşacağımız günü sabırsızlıkla bekliyorum. Adına eğlence düzenleyeceğim. Tekrar görüşene dek hoşça kal. Gözlerinden öpüyorum oğul, bahtiyar ol.
Efendimiz her şey için teşekkür ederim. Sizi saygıyla selamlıyorum. Ellerinizden hasretle öperim. Bir gün görüşmek ümidiyle, hoşça kalın.
İşte bunlar, sana hakikat üzerine okuduğumuz Allah’ın ayetleridir. Buna rağmen sizler Allah’tan ve O’nun ayetlerinden başka sözlere mi inanacaksınız? “45 Casiye Suresi 6. Ayet” 19×24
(Kur’an ve Tarih ve Matematik)
Yazar: Erdoğan Metin. Editör: Miraç B. Metin
Bu konu tamamıyla www.kuran19.org’ a aittir. Alıntı yapılacaksa lütfen emeğe saygı adına alıntı adresini belirtiniz. Teşekkür ederiz.
13.07.2024