YASAK AĞAÇ!
Merhaba,
Üzerine şimdiye kadar çokça çıkarımlar yaptığım bir meselenin en nihayetinde netleşmesi üzerine, bir bilinmezi daha Allah’ın izniyle sabitliyorum. İnternet sitem de bu yazıyı okuyorsanız şayet, araştırmayı seven, bir bilinmezi en doğrusuyla buluncaya kadar durmayan, her bilgiyi yerli yerine koyuncaya kadar araştıran bir karaktersiniz demektir. Bu konu sizin tüm bilgilerinizin en dibindeki temel gerçekliği oluşturacak en temel bilgidir. Bunu öğrendikten sonra şimdiye kadar edindiğiniz tüm temel bilgilerinizin konumları belirlenecektir. Yaşadığım bu harika duyguyu sizlerde yaşayacaksınız. Tüm konu belgelidir!
*
Milyonlarca senelik zamanın Milyarlarca insanı tarafından dahi bir bilinmez olan o meyveyi tanımlayarak anlatabilmek için, yazıyı ister istemez uzatmak zorunda kalacağım. Ancak o zaman manalar daha iyi kavranacak ve konuya hakim olunacaktır.
*
Tüm dinlerde mevcuttur ki, vaktiyle Cennette olan Âdeme ve Eşine yasak olan bir ağaç ve o ağacın birde meyvesi vardır. Ama ne din kitapların da, ne de o dinlerin mensuplarınca hiç biri o ağacın ne ismini ne de meyvesini bilmez. Bazı inançlarda bir takım temsiller verilmiştir fakat bunlar sadece uydurulmuş tamamlamalardır.
Yahudilik ve Hristiyanlıkta o ağaca ”iyiyle kötülüğü bilme” ağacı derler. Bunlarda tıpkı bir zamanlar benim gibi çıkmazdayken işkembeden sallanmış çıkarımlardır. Bir zamanlar ben o ağacın Allah’ın isimlerinin tanımı olduğunu ve Âdem ile Eşinin Allah’ın sıfatlarına hakim olma çabası ile Rahim ismine talip olduğu manası olarak yorumlamıştım. Bundan ayrı olarak daha yakın bir zamana kadar, o ağacın İblisle seks yapmak suretiyle onlardan zürriyet edinmesi ve böylelikle bir soy ağacı oluşturması olarak gibi bir çıkarımda elde etmiştim.
O ağaca Elma ağacı diyenler çoğunluktadır. Müslümanlıkta da bir ağaç vardır ama adı yoktur, belki biraz Elmaya kayan görüşler var gibi fakat, İslam âlemi elmadan çok ayvayı yemiş gibidir.
Zamanı biraz geriye saralım…
Uzun zaman önceleri, teee çocukluğumuzda ailemize acayip sorular sorardık. Bu doğamızın bir eseriydi. Bunun adına öğrenmek için sorgulama işi denir. Çocuk aklıyla ama saf bilgelikle öğrenmek için sorardık. Bu ne, şu ne, o ne, gökyüzü ne, yağmur ne, ağaçlar, kuşlar ne? Anne ve Baba ne demek? Peki, sizin anne ve bananız yok mu? Peki, onların annesi babası kimdi? EN BAŞTA ANNE VE BABA KİMDİ? Gibi peşi sıra sanki birbirine mecbur bırakılmış aşındırma soruları. Beyin yakar denir ya, ondan… usandırıcı sorgulamaların ardından bize ailemizden yapılan açıklama, ya bunları bizim aklımız almaz cevabıydı ya da anlatan bıkardı ve, ”amannn ne bileyim” cümlesiyle bitiverirdi.
Biraz daha büyüyünce ileri seviye sohbetler açmaya başladık. Sorular sıralandı fakat ne hikmetse tüm sorular hep en başa dönmek zorunda kalmaktaydı. Belli ki gerçek eksik, en baştaydı. Âdem kimdi? Neden ve neye istinaden yaratıldı? Kendilerine yasak edilen ağacın adı neydi ve neden Tanrı ile sorunlar yaşadı. Hülasa… Aile anlatılarından ve bilmiş kişilerin sohbetlerinden ve de okuduğumuz kitaplardan vs elde ettiğimiz temel mantık, Âdem ve eşi cennette adsız bir ağaçtan yedikleri meyve sebebiyle Tanrı tarafından atıldıkları mantığıydı.
Tüm edinimlerin vardığı öz mantık gerçekten bir ağacın varlığıydı. Bu ağaca Kuran kitabında da ağaç der fakat oda net bir isim vermez. Belli bir ismi olmamasına rağmen, belirsiz tanımı altında anlatılan net bir mantık var. O ağaçtan yerseniz, siz bir fenalık yapabilirsiniz ifadesi açıkça dillendirilir.
Peki hiç bilinmez mi? belki de gizli değildi, belki de hiç birimiz tüm resme bütün olarak bakamıyorduk. Yada resmi olduğu gibi göremiyorduk… Gerçek şu ki şimdiye kadar ne o ağacı bulabildik ne de adını koyabildik.
Bu ağaç meselesi hakkında şimdiye kadar üzerine yapılan tüm çıkarımlar ne kadar basit ve sığ bir görüşe sahip olduğumuzun gerçek bir resmidir. Gerçeğinin ne olduğu hususunda üzerinde ısrarla durduğumuz hayat ve manası nedir bilmecesinden hareketle, hangi temel konuyu ele alsam, sürekli beni o ağaç ile karşıya getirir. İsmi olmadığından sis perdesinin arkasında ki ağaca bakıp bakıp ağaçtan başka her manayı getirirdim. Tamda bu sebeple, gerçek doğruyu bulamadığımız için sürekli en başa itilip aynı şeyleri gözden geçirmek zorunda bırakıldım. Bu düşünce benim için hayatın en büyük sorunlarından biri olup çıkmış gibiydi. Sanki asla içinden kurtulamayacağım bir girdap, çıkışı asla bulunamayacak bir labirent gibi…
Ama gerçek, asıl gerçek şu ki, bu, bilgi merkezinin binası olarak diktiğimiz tüm edinimlerin içinde bu ağaç, ismi konulması ŞART bir aydınlanma konusuydu. En temel bilgilerden biri eksikse diğer bilgiler arasında bir kopukluk oluşur ve mevcut bilgi birikimi kıymetsiz eksik sayılır. Tabi ki tüm bilgiler değerlidir fakat, temelde sorunu/eksiği olan bilgiler, bir evin temeli olmadan çamur üzerine dikilen çarpıcı güzellikteki bir mimari gibidir. Bir bakmışsınız bina kayıvermiş gidiyor…
Ne demiştik? Tüm ortak nokta tek mantıkta birleşiyordu. Kesin olarak bir ağaç vardı ve birde onun meyvesi… Öyleyse biz gerçekçi olacağız ve tüm olayları mevcut hayat üzerindeki olgularda arayacağız ve ne demişse aynen itibar edip, anlattığı her ney ise onu göreceğiz.
Tüm inançlarda ve tüm temel eğitimde ortak nokta ‘AĞAÇ’ tır. Evet, madem gerçekçi olacağız, öyleyse bu konu üzerine yapılmış tüm fikirleri arkada bırakıp, bu ağacın Doğada yetişen gerçek bir ağaç olduğunu kabul edeceğiz. İşte mantık budur. Kuran bize ciddi ciddi AĞAÇ der, öyleyse bizde ciddi ciddi o ağacı bulmalıyız.
Arapçasına binlerce kez baktım, önünde ve sonrasında geçen sözcüklere de binlerce kez baktım.
Örnek: Bakara Süresi 35: Vekulnâ yâ âdemu-skun ente vezevcuke-lcennete vekulâ minhâ raġaden hayśu şi-tumâ ve lâ takrabâ hâżihi şşecerate fetekûnâ mine-zzâlimîn.
Kalın harfler olarak belirttiğim, ”lâ takrabâ hâżihi şşecerate” cümlesindeki Arapça sözlüklerin hece hece, oradaki sözcüklerin hepsine etimolojisinden, aklınıza neresi ya da hangi bakış açısı gelirse gelsin o açıdan baktım. LA TAKRABA HAZİHİ SECARETE ifadesi benim için bir çıkmazda kalmaktansa edinilebilecek en güzel çıkarımdı. Ama ciddi bir yanılgıydı. Ben bu sözcükleri aynen şöyle almıştım.
La; Olmaz/Hayır,
Hazihi: Seks/Şehvet
Takraba: Akraba
Şecarete: Soy ağacı.
Sonra bu sözcüğü, aynen şöyle: Bu soy ile şehvete yaklaşıp bir kökleşme yapmayın. diye yorumlamıştım. Şimdi anlıyorum ki, asla o soy ile cinsel birleşme yaparak soy ağacı edinmeyin ifadesi, Adem ve Sibela üzerinden bir anlam kazanıyormuş gibi görünse de, ayetin ”lâ takrabâ hâżihi-şşecerate” cümlesinde ki anlam ile hiç ilgisi yok. Üsteki çıkarım o ağaçtan yedikten sonra KISMEN gerçekleşen bir olaydır. O kısım ise Âdemin Sibela ile ilişkiye girmesi değil, Sibela tarafından o ağaçtan yemelerinin sağlanmasından sonra gelen sarhoşluğun etkisiyle, Âdemin kendi Eşi ile onların gözleri önünde ulu orta ilişkiye girme kısmıdır. Bunlar ayetlerle de sabittir.
Mesela şu ayetlere bakalım:
Araf Süresi 20,21,22
Derken, o sahtekâr(Sibela) onları tereddüde düşürdü. Onlara örtülü yerleriyle kendilerine ne yapıldığını göstermek için dedi ki; “Sahibiniz sırf ikinizi malikânede sahipler ve ya onlara denk olmasınlar diye bu ağaçtan men etti.”
Ve onlara yemin etmek suretiyle, “ben size öğüt veriyorum” dedi,
İkisini kibir yaparak şımarttı. Ve ne zamanki o ağaçtan tattılar onlarla eşit göründüler, sonra bu durumdan korkup bahçedeki yapraklarla üzerlerini örtmeye çalıştılar. Ve Sahipleri onlara seslendi, “Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi? Ve demedim mi bu sahtekâr size apaçık düşmandır diye?”
Görüldüğü üzere Âdem ve Eşi, o ağaçtan yedikten sonra bir etkinin altında kalıyorlar ve kendilerini, Sibela ve tayfasıyla aynı denklik içinde bir ahenkle görüyorlar. Fakat ne zamanki kendilerine geliyorlar işte o zaman cinsel bölgelerini kapatmaya çalışıyorlar. Sibelanın vaadi neydi? Âdemi ve ona inanacak her kişiyi tuzağa düşürme vaadiydi değilmi? Peki Sibela Âdeme burada nasıl bir yaklaşım sergiliyor? Sibela Âdeme yasaklanan ağaç ile Âdemin zaafınının ne olabileceğini ön görüyor. İşte bu öngörü ona Âdemi nasıl tuzağa düşüreceği hususunda, Âdemin hangi açıdan gardını düşüreceği hakkında fikir veriyor. Böylelikle tuzağa düşen Âdem ve Eşi henüz tecrübesi olmadıkları bir şeyi deneyimlemesi ile kendilerinden geçiyor, adeta uçuyorlar.
Şeytan ile ilgili ayetlere baktım. Çok değerli iki ayet var ki tüm bu mesele o ayette saklı. İşte ayetler.
Maide Süresi, 90: Ey iman edenler, İÇKİ, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak ŞEYTANIN severek yaptığı pisliklerdir. Öyleyse bundan uzak durun; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
Maide Süresi, 91: Gerçekten ŞEYTAN, İÇKİ ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek suretiyle, sizi, Allah’ı anmaktan ve vazifenizi yerine getirmekten men etmek ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?
İşte bu iki ayet tüm meselenin kilit ayetidir. Sibelanın Âdemi ve Eşini tuzağa düşürdüğü şey iki ayette de açıkça belirtilen ALKOLDÜR.
Tanrı Âdeme çeşitli ayetlerde şu manalara gelecek olan hangi sözleri söylemişti? Şüpheniz olmasın şeytan (Sibela) sizin apaçık düşmanınızdır. Âdemin içine düşeceği tuzağı önceden biliyor olan yaratıcı, Âdeme, Cennette, ! not: arkadaşlar cennet demek bağ bahçe çiftlik vb demektir.
Arapça cnn kökünden gelen cannat جنّة “kutsal kitaplarda adı geçen bahçe” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Aramice/Süryanice gannā veya ganntā גנא/גנתא “bahçe” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Aramice/Süryanice #gnn גננ “koruma, kapatma, etrafını çevirme” kökünden türetilmiştir. Aramice/Süryanice kök; Akatça ganānu “korumak, etrafını çevirmek” fiili ile eş kökenlidir.
Âdem ile Eşinin içinde bulunduğu Cennet, öldükten sonra gidilmesi mümkün olan vaat edilen Cennet değildir. Vaat edilen o cennet, hiçbir terbiyesizliğin bulunmadığı ve içki içmenin de yasak olmadığı cennettir. Âdem ile Eşinin zaten o anda Dünyada olduğunu gözden kaçırmamalı! Bu hususta ayette derki,
Bakara Süresi 30- Yaratıcı bir zamanlar meleklere demişti ki; “Ben Yeryüzünde bedel ödeyerek hâkimiyet sağlayacak birini yaptım” Onlar ise; “Orada huzuru bozup kan dökecek birilerini mi yerleştirdin? Oysa biz Sana övgüyle tapınıyoruz” dediler. O ise; “Ben sizin her şeyi öğrene me diğinizi bilmekteyim” dedi.
Anlaşılıyor ki Âdem ve Eşi zaten Dünyada yaratılmıştır. Fakat onlar Şu sınırlı Doğada harikalar içinde yaratıldığı için Cennet sözü ise Bağ Bahçe demek olduğundan kullanılmıştır. Âdem ve Eşinin içinde oldukları Cennet, ölümlüler için yaratılmış olan Dünyanın sınırlı bağı bahçesidir.
İşte bundan hareketle Âdeme ve Eşine burada sınırlandırılmış fakat her şeyiyle sizi idare edecek olan Doğada yiyin için fakat ŞU AĞAÇTAN UZAK DURUN, TATMAYIN ifadeleri, o ağacın meyvesinden yemeyin demektir. Şimdi anlaşılan Kitapta sakıncalı bir ağaç vardır peki böyle bir ağaç Doğada varmıdır? Varsa ki vardır, nasıl bir etken maddesi olmalı ki insanı öz kılığından çıkartıp abuk subuk hallere soksun? Partilerde karnavallarda eğlence mekânlarında insanların ulu orta soyunup utanmadan gözler önünde anadan üryan cinsel ilişkilerde bulunmasına sebep olan etken madde nedir? Alkoldür. İşte Âdemin ve Eşinin kendilerinden geçmesine sebep olan meyve de alkollüdür, işte o meşhur ağaç ise, MARULA ağacıdır.
Marula ağacının anavatanı Afrika’dır. Madagaskar ve Kuzey yarım kürede ve Sudan Sahra ormanlık alanında da bulunur. Yılda bir defa Afrika’nın en sıcak ve en kurak mevsiminde ürün veren bir ağaç türüdür. Son derece sulu olan marula meyveleri, tam olgunluk halinde %17 alkol içerir. Tam olgunluğa erip fermente olmuş meyveleri yemek, sarhoşluğa neden olur.
İşte Kurandaki o ağaç ile Doğada ki bu ağaç artık birbirinin denklemi olarak birbirini tamamlamıştır.
Şimdi ilginç mi ilginç bir hesap yapacağız!
Kuranda, bu MARULA ağacı ve İÇKİ sözlerini bünyesinde barındıran 4 Süre ve 7 ayet vardır. Onları alta sıraladım.
2.Süre 35.ayet 7.Süre 19, 20, 22.ayet 16.Süre 67.ayet 20.Süre 120, 121.ayet
Bu süre ve ayetleri olduğu gibi toplayıp hangi sonucun çıkacağını görelim. Bu çok ilginç olacak…
2+35+7+19+20+22+16+67+20+120+121=449 4+4+9=17 _ Marula Ağacının Meyvesinin Alkol oranı da %17 dir.
Ayetlerde alkol, ağaç ve meyve tanımları üzerinden elde edilen sonucun, Marula ağacından elde edilen alkol oranıyla, 17 sayısını vermesi, hayatı ve kitabı organize eden Evrenin, herşeyi inceden inceye hesap ederek denklemlemesine söylenebilecek tek söz, ”muhteşem” sözü olmalıdır.
Evren herşeyi matematiksel olarak hesaplamıştır. 71. Süre 28. ayet
Bir ayet! Nahl Suresi, 67: Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir işaret vardır.
Her şey olduğu gibi gözler önündeyken her şey bu kadar net açıklanmışken aklımızın CENNET kavramı ile mitoloji yapması, bizim doğal bir şeyi görmemize engel olmuştur. Oysa her şey zaten içinde yaşadığımız Evrenin üzerinde yaşadığımız Dünyasında olup bitmektedir. Her şey tamamen gerçekçi bir bakış açısıyla yerli yerine oturmaktadır. Kuran buna FURKAN der, yani Farkındalık der. Bir bilinmez karşısında bir an olsun Mitolojiye kaymak gözler önündeki bir gerçeği ömür boyu aramaya sebep olabilir. İşte nihayet olay tamamen aydınlanmış olup, doğru bilgiyi bulmak ise bu bakış açısıyla kısmet olmuştur.
Birkaç örnek resim en alta da video linki ekliyorum.
Video Link: https://www.youtube.com/watch?v=hJSBavoo80s
*
Şahsıma bir bilinmezi daha açarak bu kulunu onurlandıran ve bilgiye itibar edecekleri sevindirip aydınlatacak olan Tanrıma şükürlerimi sunarım.
”Erdoğan Metin”
[…] Link: https://www.kuran19.org/2021/07/yasak-agac/ […]